Kariyerinizi Çöpe Atma Rehberi #7: Dağlar Dağlar

Kariyerinizi Çöpe Atma Rehberi #7: Dağlar Dağlar

"Önceki bölümde" değil, "önceki bölümlerde" demenin zamanı geldi, çünkü bu artık sezon finali. 

Başlarda, yapı itibariyle huzursuz, şartlar itibariyle rahat biri vardı. Kurumsal hayatın piramidini tırmandıkça değişik tuzaklarla karşılaştı. Bölüm sonu canavarı epey sinsi çıkınca oyunu bıraktı, başka bir oyun oynamaya başladı. Bu yola gözü açık, elinde hesap makinesiyle girmişti: Boşalan zamanıyla yapacaklarını ve bunun maliyetini hesaplamış, istifadan sonraki hayatın ilk şoklarını atlatır atlatmaz, bu hedefleri gerçekleştirecek bir düzen oturtmuştu. Yıllardır aklındaki iki hedef olan yazmayı ve seyahati birleştirerek, gönüllülüğe başladı. Yeni hayata uyum sandığından kolay olmuştu ki, eski işi ona reddedemeyeceği bir teklif yaptı. Sonra da kendinden 3. tekil şahıs olarak bahsetmeyi bıraktım.

 Aşağıdaki podcast bölümünün ikinci yarısı bu yazının içeriğine denk geliyor…


Geçmişe Dönüş

İnsanın eski alışkanlıklarını bir çırpıda bırakabileceğine bu kadar çabuk inanması, acımasız bir şaka olmalı. 

Eski işimin bana şimdi uzattığı olta, olduğum yerden serbest çalışmaktı. Jübilesini yapmış bir oyuncunun tek tük sahaya çıkması gibi, kariyeri çöpe attıktan sonra bir iki kez çöpten yemenin ne zararı olabilirdi ki? Günlük işler, bir iki saatlik telefon görüşmeleri, "abi bi de zahmet olmazsa şu yarım kalmış işe de bakalım"lar...

Hızlı değişen sektörlerde, bilgi birikimi birkaç ayda küflenmeye başlıyor. Son kullanma tarihi geçmeden o birikimden tek tük istifade etmek, yeni hayatımı ele geçirmediği sürece, makul bir yoldu.

***

Çok geçmedi, öncekilere kıyasla zor ve ciddi bir proje teklif edildi. Stresli olacaktı ama her şey yolunda giderse, alt tarafı iki hafta sürecekti. 

Bu dizide yazdığım şeyleri, o sıralar sırasıyla bir çırpıda düşünemediğim için, bu tuzağa kolayca düştüm. Yağmur ormanının ortasından "evet" dedim, maymunlar da keh keh güldüler. Çünkü bu işin bir numaralı kuralını unutmuştum: "Her şey yolunda giderse" ile başlayan hiç bir proje iki haftada bitmez.

Bulantı

Ne zamandır ilk defa VPN'i açıp eski sistemlere bağlandığımda, içimde oluşan o bulantıyı tarif edemem. Yılların alışkanlığıyla parmaklarım otopilota bağlıydı, ağzım da sanki bir lağım çukuruna, sürekli küfrediyordum. Şimdi o kaddddar anlamsız geliyordu ki o ekranlar, telefondaki sesin makineli tüfek ateşi gibi bana doğrulttuğu o teknik jargon...

Sanırım asıl sinirim işin kendisine değil, yıllarca onla uğraşmış olmama yönelikti. Salt işimi ortalamanın biraz üstünde iyi yapabiliyorum diye, şunları aslında hiç sevmediğimi kendime bile yıllarca itiraf edememiş olmama kızdım

Elbette yıllar boyunca ara sıra tatmin bulduğum olmuştu bu işten. "Borsa çökmüştü ben kaldırdım, parası olmayanlara hisse dağıttım" gibi, "hastane sistemi çalışmıyordu, telnetle bağlanıp herkesi tedavi ettim" gibi mini-kahramanlıklar mümkündü. Ama çoğu zaman hayat öyle dramatik değil.

Proje döngüsü uzunsa, yaptığımız işin sonucunu aylar sonra görürüz, o da belki. Oysa bir yazılımcıysak örneğin, yarattığımız şey çalışır çalışmaz bizi mutlu eder. Amelelik yaparken, inşa ettiğimiz kulübenin içine ilk defa girip oturduğumuzda ve başımıza çökmediğine kanaat getirdiğimizde hissettiğimiz tatmin büyük olur. Bizim işler soyutlaştıkça, bu tatmin duygusu da belirsizleşiyor, bir noktada yok olup gidiyor.

***

Daha ilk günden işleri ters gitmeye başlayan projeyi yaparken -tezat iyice belli olsun diye sanırım- bir yandan da en iyi öğretmenlik işlerimden birine sahiptim: Bir grup bebeye Interneti öğretiyordum. Hem de temelinden, TCP/IP detayları filan.

İşlerine yarayacağından değil, tüm günlerini geçirdikleri bu platformun yapısını öğrenmenin zevki yüzünden. Tıpkı tüm gün resimle uğraşan birinin, renkler hakkında bir şeyler öğrenmesi gibi.

İnsan kanıksadığı şeylerin ardında yatan tekniği, tarihi, tesadüfleri öğrenince, hayatı nasıl da zenginleşiyor. Üstelik bu çocuklar zehir gibiydiler. Öğrenimleri ve aldıkları zevk, benim somut üretimimdi bir nevi. Tatmin duygusu geri gelmişti. Sanırım öğretmenliği, onca zorluğuna rağmen birçok insan için çekilir kılan da bu anlık geribildirim. 


Başkasının Sorunu

O sözde bir haftalık işim hem uzadı, hem de başarılı oldu mu olmadı mı belli olamadığından, fazladan koyduğum mesainin karşılığını da alamadım. Düşünsenize, Dünya'da şu anda kaç kişi, gerçekleşmeyeceğini veya bir işe yaramayacağını bildiği projelere, sırf atılmamak için aylarını harcıyor?

Projenin takvimi, ormandaki nemden de boğucu hale geldiği anda, "şansım yaver gitti" ve proje tepeden askıya alındı. Çalışmıyordu ama utanç verici bir durumda da değildi. Artık başkasının sorunu olacaktı.

"Somebody else's problem"

İşte tatmin! Bir şeyi, başkasının problemi haline getirirken para kazanmak! 

***

Bu proje daha büyük işler için bir denemeydi ve inanılmaz biçimde, işveren performansımdan memnun kalmıştı. Gelecekteki proje tekliflerine cevabımı daha ormandayken verdim, Internetimi kapayarak.

İngilizcede buna "blessing in disguise" denir. "Her işte bir hayır vardır" kadar iyimser olmasa da, kötü gözüken bir olayın getirilerine dikkati çeken bir deyim. Benim için bu olayların getirisi, kafamın tamamen rahatlaması, içimdeki "acaba?" kırıntılarının soykırıma uğraması oldu. Son projem olduğundan emindim, öyle de kaldı.


Bağlar Bağlar

Bu olaydan kısa bir süre sonra, hala o proje parasının peşinde koşarken, ormanları bıraktık ve bir bağda bulduk kendimizi. Bu bana, zamanında kafamı epey kurcalamış bir anımı hatırlattı: 

Sanırım staj için bir mülakata çağrılmıştım, uçakta hazırlanmaya çalışıyordum. Yanımdaki kişi bir süre gözucuyla notlarıma bakmış, sonra işveren rolüne bürünüp sorular sormaya başlamıştı. Gayet de nokta atışı teknik sorular. Meğer eleman MIT mezunu bir mühendismiş. Harvard'dan da MBA'ini almış. Creme de la creme de la creme de la….Tüm kapılar ona açıkken, yatırım bankalarından birinde kısa bir süre çalışmış. Sonra tam bir film klişesine bürünerek, tüm kariyerini bırakıp bir köye yerleşmiş.

Tabii köyü İtalya’da, şarap bağlarıyla dolu bir köy olunca, kararı çok da şaşırtmıyor insanı. Zaten bu İtalyanları anlamıyorum kardeşim. Öyle bir yerde doğup büyümüşsün, ne gereği var Boston'a gelip kıçını dondurmaya MIT'de okumak için? İtalya'yı bırakan her İtalyan, insanlığın geri kalanına atılmış bir tokattır.

Biz de kendi bağımızda bir müddet kaldık. Benden yaşlı, benimkinden daha iyi kariyerleri bırakmış insanlarla tanışınca iyice rahatladım. Bazıları ailecek sürdürüyordu bu hayatı. Merak ediyorum bu şekilde yetişen bir çocuk nasıl uyum sağlar hayata?

Toskana

 


Tanıdık Yüzler

Takip eden aylarda değişik değişik işler yaptım. Hayatımın kalanına yetecek kadar gündoğumu gördüm. Geceleyin gökyüzünün neye benzediğini unutmuştum, her gece doyasıya baktım. Hayvanlarla bitkilerle yaşamayı öğrendim biraz. Bazen sıkıldım ama hiç huzursuz olmadım. Çok sayıda iyi insan, az sayıda çok iyi insan tanıdım, hiç çirkin biriyle karşılaşmadım.

Girdiğim yolun doğru olduğundan emin değilim, ilerde pişman olmayacağımın da bir garantisi yok. Ama en azından hangi yolda olmamam gerektiğinden eminim.

***

Biraz yoruldum. Fiziksel olarak değil, zihinsel olarak. Tam bir yere bağlandığın, manalı ilişkiler kurduğun anda başka yere gitmek ve yeniden başlamak, bir süre sonra zor geliyor. 

Neredeyse bir seneden sonra biraz ara vereceğim. İnsanın dönecek bir evinin olması, tanıdık yüzler görecek olması güzel. Hayatını bir şehre, bir çevreye bağlı geçirmeyi eskisi gibi küçümsemiyorum artık. Manalı ilişkiler kurmak, bir sosyal çevre içinde varolmak, arada sırada dışarı çıkıp hava alabildiğin sürece güzel bir his. Eskinin aksine, insanın açık fikirli olması için illa 50 ülke görmüş olmasına da gerek yok artık, Internet sağolsun. 

Ama ben biliyorum, biraz dinlenir dinlenmez, ilk fırsatta bir sonraki gönüllülük seferini planlamaya başlayacağım.


Dağlar Dağlar

Nihayet! Saatler süren bir yolculuk sonu, geceleyin Nepal'in batısında bir köye vardım. Elektrik yoktu. Pek bir şey belli olmadığından, akşam yemeğinde diğer gönüllüye buradan memnun olup olmadığını sordum:

"Ben bir haftalığına geldim, üç aydır buradayım"

Sabahın 6'sında uyandığımda karşımdaki manzarayı görünce anladım onu: Bir tepedeydik. Önümüz, göz hizamızda gezinen bulutlarla dolu yemyeşil bir vadi. Karşıdaki tepelerse, pirinç tarlalarının kat kat teraslarıyla kaplı. Ve arkalarında Himalayaların karlı zirveleri asılı. Gözümü alamadım. Bunu fotoğraflara hapsetmeye çalışmak nafileydi.

Belki iki saat boyunca sadece izledim. Email yok, telefon yok, kitap yok. Sadece baktım. Sonra bir kova sığır tezeğini verdiler, karmam için. Yalan yok, en az bir keyboard kadar yakışmıştı ellerime.

Dileklerinizi dikkatli seçin, gerçekleşebilirler.


Trump'ın Zaferi, Bentham'ın Hezimeti

Trump'ın Zaferi, Bentham'ın Hezimeti

Kariyerinizi Çöpe Atma Rehberi #6: "Wanderlust"

Kariyerinizi Çöpe Atma Rehberi #6: "Wanderlust"