Dördüncü Dalga #4: Yeni Şirketokrasi
Teknoloji (1. bölüm), Ekonomi (2. bölüm), Devlet (3. bölüm) derken son bölüme geldik: Şirketlerin hakim olduğu bir dünya hakkında biraz hayal kuralım…
Önceki Bölüm
Kişiselleşme
Önceki ekonomik devrim dalgaları “yığın” merkezliydiler, kontrol de yığına yönelik şiddet veya propagandayla sağlanıyordu. Dördüncü dalganın ana teması ise birey ve kişiselleşme.
Zevkinize özel yapılmış resimler
ayağınıza özel basılmış ayakkabılar
genomunuza özel ilaçlar
IQ’nuza özel eğitim müfredatları
ve size özel hazırlanmış bir “kontrol”
Hatıralarınız Instagram’ın, istekleriniz Amazon’un, eğlence planlarınız Netflix’in sunucularında duruyor. Facebook "like"larınıza bakıp sizi ailenizden bile iyi tanıyan algoritmalar mevcut. Sadece resimlerinize bakarak cinsel yöneliminizi bir insandan daha iyi tahmin ediyorlar. Bu veri havuzlarının her biri, pazarlamacılar tarafından satılmayı, suçlular tarafından hacklenilmeyi, iktidarlar tarafından da istismar edilmeyi bekleyen birer hazine.
Tek kanallı dönemde büyüyen milyonların, bugün tamamen kendilerine has haberalma kanalları var. Yani birimizin gördüğü haberleri ve reklamları, diğerimiz görmüyor, komşumuz görmüyor.
Hapsolduğumuz bu yankı odalarının iyice ufaldığını, her birimizin ayrı bir hücrede olduğu bir geleceğe doğru gidiyoruz. Tweetlerinizi alkışlayan her hesabın, size özel hazırlanmış birer bot olduğunu düşünün. Size özel seçilmiş haberlerin yerini, size özel yaratılmış haberlerin ve videoların aldığını düşünün.
Makedonya Kralı Philip’e atfedilen parçala ve yönet (divide et impera) kavramı ile geçen bölüm bahsettiğim ve Chomsky’nin popülerleştirdiği rıza imalatı (manufactured consent) kavramları, nasıl da güzel bir işbirliği içindeler.
Ve bunları yapmak için herhangi bir kaba kuvvete, bir diktatöre gerek de yok, zaten piyasa bu yöne doğru kayıyor…
Marx ve Sermayenin Yoğunlaşması
Kapitalizmin esnekliği yüzünden Marx’ın birçok tahmini gerçekleşmedi ama her yeni otomasyon dalgasıyla gündeme gelen bir tahmini var: Sermayenin kaçınılmaz olarak yoğunlaşması ve serbest piyasanın imhası.
Konuyla ilgiliyseniz, 45 sene önce yazılmış bir Marx yorumu (uzun ve İngilizce)
Mantık özetle şu: Şeffaf rekabete dayalı piyasa en başta verimli çalışır ama büyük balıklar küçükleri yuttukça (economies of scale) piyasa daha az rekabetçi hale gelir. Belli bir noktada oluşan monopoliler, hem aşırı verimsizliğe yol açar, hem de siyasi iradeyi ele geçirirler. Bu seferki otomasyon dalgası diğerlerinden daha etkili olacağından, ilgili teknolojilere ilk sahip olanların dev bir avantajı oluyor. O avantajı sadece birkaç sene korusalar bile (yani mesela yapay zeka teknolojileri bir süre sonra ayağa düşse bile), arayı çoktan açmış olacaklar. Ve piyasa bitecek.
Dünyanın dev şirketlerden oluşan bir diktatörlüğe dönmesi korkutucu bir gelişme, fakat buna karşı bazı trendler de var:
Dutch East India Company: Her şeyden önce, olası bir yanlış anlamayı önlemek lazım: Tarihin akışı, kaçınılmaz olarak daha da özelleşmeye ve tekelleşmeye doğru gitmiyor. Eskiden çok daha felaketti durum. Yukardaki grafik, VOC’nin, yani zamanında Hollanda ve Hindistan/Asya ile ticaretten sorumlu konsorsiyumun günümüz tahmini değerini gösteriyor: 7.4 trilyon dolar. Grafik biraz eski olduğu için 1 trilyon doları geçen Amazon yok. Fakat tekrar edeyim: 7.4 trilyon.
Olay sadece toplam değerde de bitmiyor. VOC bir devletten farksızdı: Ordusu, donanması, limanları, demiryolları, okulları vardı. Savaş açabiliyor, koloni kurabiliyor, para basabiliyordu. VOC, gönümüz uluslararası şirketlerin dedesi. Yani global ticaret tarihi giderek daha büyük şirketlere doğru gitmiyor, 400 sene önce işe devasa şirketlerle başladık zaten. Bugün gördüğümüz bir devin, 5-10 sene içinde yıkılabileceğine ihtimal vermiyoruz ama tarih bunun örnekleriyle dolu.
“The Gig Economy”: Uber, Airbnb, Fiverr gibi girişimlerin ortak noktası ne? Bir çok iş, geçici kontrat bazlı yaptırılabiliyor. Yani otomatize edemediğin işlerin de işçilik maliyeti düşüyor. Bunun, küçük girişimlere veya “disruptive” teknolojilere oransal yararı daha büyük. Google sigortasız işçi çalıştıramaz ama ufak bir rakip işlerini bu şekilde yaptırabilir. Bu hem rekabeti mümkün kılıyor, hem işçileri bağımsız kılıyor.
Ama bir yandan da işçilerin uzun vade güvencesini yok ediyor. Alman bir devlet memurunun işi neredeyse hayat boyu garanti olduğu için 30 yıllık mortgage altına girebiliyor ve şehir planlamasından tut, çocuk yapmaya kadar her şey bu beklentilerle tasarlanıyor. Oysa “gig economy” işçileri, belki iyi kazanıyorlar ama 6 ay sonra hangi ülkede, ne yapacaklarını bilmiyorlar, ev veya aile gibi uzun vade riskli projelere girmiyorlar.Rekabet kurumları: Bunların, halihazırda karteller tarafından hadım edilmemiş olmaları ilginç, Marx buna çok şaşırırdı bence. Google, Amazon, Apple gibi sermaye bakımından dev olup, siyasi gücü o oranda olmayan şirketlerin çağındayız. Bunu, eskinin doğal kaynak şirketlerinin veya military-industrial complex’in elindeki siyasi güçle kıyaslayın. Bu yeni oyuncular, halen o kadar kuvvetli değillerken, ufak parçalara bölünmeye zorlanabilirler. Böylece Tyrell Corporation gibi, dystopia hikayelerinin vazgeçilmez unsuru olan devasa şirketler hiç gerçekleşmeyebilir.
Yeni teknolojilerin orantısız biçimde büyük oyunculara yaramasını önleyecek bir başka olası çözüm: Otomasyon hızını düşürmek. Bunu yapmanın bir yolu, karbon vergisi gibi veya NBA’deki lüks vergisi sistemi gibi bir soft cap koymak. Otomasyon oranına göre vergi öderler. Bu, yeni teknolojileri keşfetmeyi engellemeyecek ama onların uygulamaya konulmasını yavaşlatacak bir üretkenlik sınırlamasıdır. Böylece o teknolojilere erişimi daha geç elde edecek şirketler rekabet etmeye devam edebilirler.
Yahut madem otomasyona geçiyorsun, insanların çalışma saatlerini sınırlamak da bir çözüm. Neden? 10 kişilik işin yarısı otomasyona gitti diyelim. Geri kalan 5 birimlik işi, 5 full time çalışanla değil de, yarım gün çalışacak 10 kişiyle yapmaya zorlanabilir şirketler. Bu, önceki maddenin aksine toplam üretimi düşürmüyor ama kar oranını, dolayısıyla sermaye yoğunlaşmasını azaltıyor.
Bunların sonucunda, bazı kültürel hareketlerin ve kampanyaların başladığını hayal ediyorum: Bugünkü gibi “%100 yerli üretim” vurgusu yerine, “bu arabanın en az %50’sini insanlar yapıyor” reklamlarını mesela. Yahut otomasyon karşıtı diyanet fetvalarını. Bu sayede dev firmalara karşı bir piyasa tepkisi oluşabilir.
Platformun Gücü
Eğer yukardaki mücadele, büyük şirketlerin lehine sonuçlanırsa ne olur?
Burada kolaylık olsun diye iki varsayım yapayım:
İnsan seviyesi Yapay Zeka daha uzakta olsun. Endüstri 4.0’daki yapay zeka daha ilkel olarak kalsın
Endüstri 4.0’ın biraz ilerisine sarıp, sanallaşmayı işin içine katalım. Yani hayatımızın çoğunu VR içinde geçirdiğinizi, ekonominin ve sosyal hayatın çoğunun sanal olduğunu düşünün.
Belki böyle bir dünyada, otomasyon yüzünden iş kıtlığı olacak, belki çevre kirliliği yüzünden seyahat kısıtlaması olacak, belki enerji sorunumuzu çözemeyeceğiz vs. Fakat bunlara sebep olan şirketler, bir yandan da bize hiçbir kıtlığın olmadığı sanal cennetler sunabilirler. Matrix’in ilk versiyonu gibi. Buralara iltica ettiğimizde, artık Türk veya AB vatandaşı değil, Google veya Amazon vatandaşı olacağız. Vatandaşlık yeminlerinin yerini kullanıcı şartları sözleşmeleri alacak.
Ulus-devlet yapısının çat diye yok olacağını düşünmüyorum ama böyle bir geleceğin hakimleri kim olur? Körler ülkesinde kral olan tek gözlü adam misali, her şeyin sanal olduğu bir dünyada da platform sahipleri kral olmayacak mı?
***
Bugün bu senaryonun ufak bir versiyonu, sosyal medyada yaşanıyor. Patreon veya Twitter gibi oluşumlar, nefret suçları tanımını yenileyerek, giderek daha belirsiz ve geniş kapsamlı bir sansür uygulamasına geçiyorlar. Eskiden buralarda yasaklanmak, profilini kaybetmek önemli bir şey değildi. Fakat artık buralardan atılmanın etkisi (de-platforming) devletin gelip yanlış şeyler söylediğin için seni hapse tıkmasının etkisine yakınlaşmaya başladı.
İyice ileri saralım: Tüm hayat platforma taşındıkça, mesela en uç örnek olarak bilinçlerimiz de tamamen sanallaşınca (Altered Carbon) iktidar kavramı da tamamen değişmiş oluyor. Zira o platformların üstümüzdeki gücü, herhangi bir totaliter devletin vatandaşları üstündeki gücünden de fazla olacaktır: Ne de olsa iki tip iktidar da isterse bireyi öldürebilir ama sadece bir tanesi ona sonsuza kadar eziyet çektirebilir.
Dolayısıyla bugünün akıllı fabrikaları arasında rekabet sağlanması ne kadar önemliyse, yarının sanal dünyaları arasında seçim bolluğu olması da o kadar önemli olacak.
Geriye Bakış
İlk bölümde önce tarihsel teknoloji dalgalarını tanımladık. Sonra da birkaç teknolojinin kritik eşiği aşacağını ve bir sinerji yaratacağını söyledik.
İkinci bölümde bu değişimlerin -genelde negatif- ekonomik etkilerine odaklandık. Çözümlerden biri olan evrensel temel geliri, bir ek bölüm ile inceledik.
Üçüncü bölümde yeni toplum hakkında biraz hayal kurduk, özellikle de devlet-birey ilişkileri çerçevesinden.
Bu son bölümde de aynısını şirketlerin hakimiyeti açısından yaptık. En sonda dayanamayıp biraz bilimkurguya bağladım işi ama genel olarak futurizm veya transhümanizm konusunu başka yazılara saklamak istedim. Beşinci, altıncı dalgalara geçmeden, salt 4. dalganın yakın vade etkileri bile bu kadar yer tuttu. Umarım kafanızda bazı şimşekler çakmasına yardım etmiştir. Her zamanki gibi yorumlardan saydırabilirsiniz, cevap veremesem bile hepsini okuyorum.