Evrensel Temel Gelir
Tıpkı Endüstri 4.0 gibi, bir süredir her yerde karşımıza çıkıyor evrensel temel gelir. Elon Musk ve Bill Gates, yakın gelecekte iş kaybı öngördüklerinden ve artık ekonomik büyümenin, irili ufaklı her gemiyi yükselten bir dalga olmadığını düşündüklerinden, bu konuya dikkat çekiyorlar. Richard Branson’a göre temel gelir kaçınılmaz. Herkeste bir acele, bir kehanet, biraz içince de hemen bir distopya senaryosu. Peki nedir bu temel gelir?
İlk Kısım İçin Podcast (yazının devamı aşağıda)
Tanım
Yalın hali:
Tüm vatandaşlara,
hayat boyu,
herhangi bir ön şart olmadan,
sefil olmalarını önleyecek miktarda bir gelir bağlanması.
Modifiye edilmiş halleri:
Herkese değil de gelir düzeyi belli bir sınırın altında olanlara
Nakit para değil de iş garantisi veya faizsiz kredi garantisi
Ömür boyu değil de belli bir yaşa kadar / yaştan sonra
Ön şartsız değil de mesela aktif olarak iş arayanlara
veya sadece kadınlara (kadınların iş hayatına atılamadığı ülkelerde, ceplerine para koyarak seçim şanslarını arttırmak için)
Neyin Acelesi Bu
Bu konuyu bu kadar sık duymamızın sebebi, uzun süredir devam eden iki trendin kritik bir seviyeye gelmeleri: Gelir adaletsizliği artışı ve otomasyon. Biliyormuş gibi yapmanıza gerek yok, ikisi hakkında da üçer bölümlük yazı dizileri hazırlamıştım, ortamlarda hava atmanız için ideal:
Bu da Endüstri 4.0 ve otomasyon hakkında. (Zaten bu temel gelir makalesi de aslında bu serinin bir parçasıydı ama uzayınca ayırdım)
Tekerleği İlk Defa Keşfetmiyoruz
Endişelerin kaynağı olan bu iki trend de yeni değil:
Zengin-fakir farkı hep vardı
Hayvanlarla tarla sürmek gibi “otomasyon” teknikleri sonucu artan üretimi kimin yiyeceği de her devirden insanı ilgilendiren bir konuydu.
Dolayısıyla Utopia gibi eserlerin (1500’lü yıllardayız), herkesin işinin garantilendiği veya herkesin refah içinde olduğu dünyaları hayal etmeleri normal. Lakin, şimdi Wikipedia’dan baktım, ilk büyük refah devleti vizyonunu Marquis de Condorcet (1743–1794) ortaya koymuş. Fransız Devrimi ve Tatsızlıkları döneminde, hapiste idamını beklerken yazdığı satırlarda bir sosyal sigorta sistemi anlatıyor. Ve bunun eşitsizlik, güvenlik, fakirlik gibi birbiriyle alakalı sorunları kökünden çözeceğini iddia ediyor.
Condorcet’in hayalindeki bu sistem, Bismarck’tan önce doğru düzgün uygulanmadı. İşin iki ilginç yönü var:
Bismarck bir muhafazakar. Zaten bu programları, ulusal birliği kuvvetlendirmek için ve Marx’ın fikirlerinin önünü kesmek için kullanıyor.
Marx dediğim için tahmin etmişsinizdir, fi tarihinden bahsetmiyoruz, alt tarafı 1880’ler. Atatürk’ün doğumu yani. Utopia’dan beri 350 sene geçmiş. “Evrensel emeklilik/yaşlılık sigortası" gibi bize gayet banal gelen kavramlar, dünyanın büyük kısmının hayalinde bile değil. Oysa bugün, en azından Avrupa’da, sosyal sigortası olmayan, işsizlik sigortası olmayan, çocuk yardımı olmayan bir yer yok.
(Kapitalizm ve federalizm deyince akla ilk gelen yer olan ABD bile, dünyanın muhtemelen en büyük iki merkezi sosyalist projesini yürütüyor: ABD askeriyesi ve sosyal sigorta sistemi. Bunu 100 sene önce tahmin etsen ne derlerdi acaba?)
Friedman ve Negatif Vergi
Dünya Savaşları çağına gelindiğinde, tartışmalar artık sigorta sisteminin, yani nesiller arası kontratların ötesine geçmiş, evrensel temel gelir konuşuluyor olmuştu. Endüstri Devrimi’nin, yani 2. otomasyon dalgasının beşiği olan İngiltere’de, filozof Bertrand Russell, milletin yanı başındaki fabrikalarda üretilen malları alamamasından yakınıyordu. Bence bu düşüncenin evrimindeki en ilginç durak Milton Friedman ve negatif gelir vergisi:
Mevcut vergi sistemlerinde, az kazanan insanlar ya düşük vergi oranına tabiler ya da benim gibi sıfır vergi veriyorlar. (Dolaylı vergi veriyoruz hepimiz, burada gelir vergisinden bahsediyorum).
Negatif vergi ise, belli bir düzeyin altındaysan cebine para konması demek. Evrensel gelirin bir alt türü yani. Hemen örneklendirelim:
Negatif vergi eşiği senede 30 bin altın olsun.
50 bin kazanıyorsan, eşiğin 20 üstündesin. Diyelim bunun yarısı, yani 10 bin altın devlete gitsin.
Komşunsa 30 bin kazanıyor, ona dokunulmuyor.
Onun da işe yaramaz amcası senede 0 altın kazandığı için devlet ona 30 bin altın verecek.
Ne oldu? Kazancımız 50, 30, 0 iken, sırasıyla bize kalan para 40, 30 ve 30 oldu. Devletin kazandığı vergi 10, harcadığı ise 30 oldu, yani devlet bu örnekte 20 bin altın içerde. Demek ki nötr olması için, her işe yaramaz amca başına, 50 bin kazanan 3 tane yüksek katma değerli çalışan lazım.
***
Hemen dikkatinizi çekecek şey, 30 binin üstünde kazanamayacak insanların, hiç çalışmamaya teşvik edilmeleri. Çünkü sıfır kazansan da 29.9 kazansan da, devlet seni 30 binde sabitleyecek. Hatta çok çalışıp 50 kağıt kazanmana da pek teşvik yok, zira çok kazanandan daha çok vergi alınıyor.
80’lerde, Nobel ödüllü ekonomist Milton Friedman bu görüşün ABD’deki en önemli temsilcisi oldu. Bu gayet ironik çünkü kendisi Chicago Okulu’ndan ve görüşleri, Reagan döneminde çok etkindi. Yani sağ liberalizmin mimarlarından birisi. Fakat o bile, serbest piyasanın herkesi mutlu edemeyeceğini anladığı için, negatif vergi teklifinde bulunmuş.
Paralel biçimde, Cumhuriyetçi Parti’den (muhafazakar, sağcı) başkan olan Nixon’ın da bir evrensel temel gelir teklifi oldu ama kongreden geçiremedi. MTV’nin açıldığı yıllara yetişseydi, belki şu şarkıyla mesajını daha iyi verebilirdi:
İlk Deneyler
70’lerden itibaren bazı pilot projeler, bu fikri test ediyorlar. Stanford’ın yaptığı meta-araştırmaya göre, hakikaten de işsiz kalmaya teşvik gözlenmiş ama korktukları kadar değil: Erkeklerde %9, kadınlarda %18 oranında işgücüne katılımda azalma olmuş. Buna bir iki yorum getirelim:
Eğer çalışma saatleri %10-20 azalacaksa (bazı insanlar işi tamamen bırakmıyorlar da part-time oluyorlar), kabaca üretimin o kadar azaldığını düşünebiliriz. O zaman soru şu: Bir ülke, %20 daha az üretimle, her açını doyuracak, her fakirini sefaletten kurtaracaksa buna değer mi?
Bu soruyu cevaplayabilmek için, ikincil etkileri de gözetmek lazım. Aklıma bir iyi, bir de kötü etki geliyor: Ülkeler bir vakumda varolmuyorlar. Zenginlerin çok vergilendirildiği bir yerde, şirketler komşulara kaçtıkça, üretim daha da düşer. Öte yandan, düşen ortalama sefalet sayesinde suçun ve kötü sağlık hizmetinin israf ettiği üretimi kazanmış oluyoruz. Örneğin, fakirler checkup yaptırmıyorlar, hastalıkları son raddeye geldiğinde acil servise gidip yığılıp kalıyorlar. O noktada tedavileri çok daha masraflı oluyor. (Elmayla elmayı karşılaştırmak için üretime odaklanıyorum, elbette suç ve sağlık konularında iyileşmenin etkisi tamamen rakamlara dökülemez)
İnsanların cebi para gördüğünde, kadınlar iş hayatından daha çok çekiliyorlar. Bariz sebep çocuk bakmak. Part time çalışıp, günün yarısını evde çocukla geçirmek varken -karnı tok olduğu sürece- haftada 60 saat ofiste kalmak isteyenlerin büyük kısmı erkek. Çocuk olmasa bile, işine takıntılı insanların çoğu erkek. Bu komik bir durum yaratıyor: Bir feminist açısından, kadının mümkün mertebe eşit kazanması, eşit derecede iş gücüne katılımı önemli. Çünkü bu tip ölçüler, finansal bağımsızlığın bir göstergesiydiler. Ama devlet herkesin cebine para koyuyorsa, bağımsız olabilmek için, kariyer yapmana ve paralı olmana gerek yok.
Bunun sonucu ne olur? Düzgün ailelelerde, kadının rolü daha klasik bir hal alır. Temeli sakat olan ailelerde ise, kadın kocasından boşanır. Çünkü evli ol veya olma, herkesin “aile reisi” devlet artık. Bir nevi ultimate patriyarka. Bu gelişmeler feminizmi işlevsiz kılacaklarından, onlardan bir karşı tepki gelmesini beklerim.
Modern Durum
Milton Friedman 2006’da öldü. Yakın gelecek üstünde ne kadar kafa patlatmıştı bilmiyorum ama günümüz insanının endişesi absürd:
İdeal bir dünyada, makineler işlerimizi yaparak, bizi özgürleştirirler. Dolayısıyla işimizi otomasyona “kaybetmek” diye bir şey olmaz, insan buna üzülmez. İşi otomasyona “yıkmak” ve keyif çatmak vardır.
Gerçekte ise insanların ezici çoğunluğu, işlerini robotların yapacak olmasına sevinemiyorlar. Endişenin kaynağı, yüksek seviyeli değil (“ben ne işe yarayacağım, bu hayatta ne yapacağım” gibi varoluşsal kaygılar). Aksine, ihtiyaçlar piramidinin alt katlarındayız (“işimi kaybedersem yarın ne yiyeceğim” kadar dramatik olmasa da, “bir sonraki ev taksidini nasıl ödeyeceğim” kaygısı).
Yukardaki durumun ne kadar saçma olduğunu bile durup düşünmüyoruz çoğu zaman.
Bu, ABD’de biraz daha anlaşılır, zira orada “deliler gibi çalışmak" kutlanıyor, kutsanıyor. Elon Musk, geçenlerde çok tepki gören bir açıklama yapmıştı bu yönde: “Dünya’yı değiştirmek istiyorsanız haftada en az 80 saat çalışmanız, çoğu zaman 100 saati bulmanız lazım.” Yahu zaten istisnasız her gün 12 saat çalışsan bile haftada 84 saat ediyor, ne 100’ü?
Millet, pek fazla çalışmadan dünyayı değiştiren insanlardan örnekler verdi vermesine de (Einstein), sorun Musk gibi istisnai insanlar değil. Sorun, piramidin ortalarındaki milyonlar. “Haftada 80 saat çalışıyorum, 3 senedir tatile çıkmadım, 18 yaşında iki işte çalışıyordum” gibi söylemlerle birbirini ezmeye çalışıyorlar. Batının arabeski de böyle oluyor işte: “Eziliyoruz” muhabbeti yerine “sen benim kadar ezilmiyorsun, öyleyse senden üstünüm” muhabbeti yapıyorlar. Hastalıklı bir iş kültürü bu. Ve evrensel temel gelir tartışmaları arttıkça, bir nevi grev kırıcılık olarak tezahür edecektir. (“Biz çektik, siz de çekin” + Protestan çalışma ahlakı)
Yeterince temel oluşturduk, şimdi bu konu lehine ve aleyhine sunulan yaygın sebeplere topluca bakalım:
İkinci Kısım İçin Podcast (yazının devamı aşağıda)
Pozitif Yanları
Otomasyonun en ciddi yan etkisi, eski işçilerin yeni işlere uyum sağlayacak zamanları olmaması. Evrensel temel gelir, onlara haftada 2-3 gün eğitime gidecek imkanı veriyor. Sürekli öğrenim herkesin dilinde ama sübvanse edilmesi lazım, yoksa kim uğraşacak.
Bir insanın iş saatlerini azaltıp yaşlılara, çocuğuna bakma seçeneği vermek, bu işleri huzur evleri ve bakıcılara “outsource” etme zorunluluğundan daha iyi. Burada anahtar kelime: zorunluluk. Herkesin şartları ve yetenekleri farklı ama en azından gerçek bir seçim şansı olacak. Bu değişik alanlarda da geçerli: Zamanı olan insan öğretmenlik yapar, gönüllülük yapar, hayvanlara bakar vs. Sonuçta herkes evde oturup Netflix karşısında göbek büyütecek değil, insana hayatını anlamlı kılacak bir amaç lazım.
İşgücünün bu şekilde kayması, reel “üretimi” o kadar da düşürmüyor, “kolayca ölçülebilen üretimi” düşürüyor. GSMH rakamlarına bakınca çok fark göreceğiz, çünkü bir bakım evinin gelirini giderini (dolayısıyla yapılan işi) ölçmek kolayken, bir çocuğun babasının bakımına harcadığı zaman ekonominin parçası sayılmıyor. Dolayısıyla istatistikler, durumu gerçekte olduğundan daha kötü göstereceklerdir, moralinizi bozmayın.
Temel gelir basit bir uygulama. Mevcut refah devleti ise karmaşık. Düzinelerce ayrı sübvansiyon, ayrı program var. Hepsi için ayrı bir bürokrasi ve yolsuzluk yığını var. Evrensel temel gelir olursa -özellikle de en yalın hali- başka hiçbir refah devleti programına gerek olmayacak.
Sanat ve bilim. Bunları eskiden patronaj olmadan yapmak mümkün değildi. O yüzden Avrupa sanatı, asırlarca aynı bayık İncil sahnelerini, aynı tekniklerle üretti. Ne zamanki sanat, burjuvaların evlerini süslemeye başladı, o zaman teknikler de, konular da çeşitlendi. (Zaten bu yüzden piyasaya iş yapanlara kıl olduğu için “kapitalizm sanatı öldürdü” tespitleri yapanlar beni üzüyor. Bunları pre-kapitalist döneme veya Mao dönemi Çin’e yollayacaksın, görsünler sanat için sanat yapmak ne kadar kolaymış.) Şimdi durum daha iyi ama evrensel temel gelir herkesi bu konularda üretim yapmak için serbest bırakıyor. İnsanların ekstra %1’inin bile, piyasada fiyatlanmamış ama yararı yadsınamayacak uğraşlara yönelmelerinin müthiş etkileri olur.
Acil nakit sıkıntısı çeken insanlar tefecilerin ve yüksek faizli kredi kartı faizlerinin kurbanı oluyorlar. Bunlar zaten genelde cahil olduklarından, 20 dolarlık faiz oluyor 200 dolar, bu sefer hiç ödeyemiyorlar. Saçmasapan sebeple hapse giriyor, arabalarına haciz geliyor, arabasız da işe gidemiyorlar, tam bir fasit daire. Bunları önleyecek ufak bir nakit rezervi herkese lazım.
Avrupa daha medeni gerçi de, bugün ABD’de en yaygın iflas nedeni tıbbi harcamalar. Düşün, hayatın boyunca çalışıyorsun, bir gün eşin kanser oluyor, ve sigortan olsa bile co-pay’ler ve kontrattaki açıklar yüzünden iflas ediyorsun. Evin ipotekleniyor ama nafile, ilaçlar pahalı. Bu senaryo abartı değil, onmilyonlarca insan bu eşikte yaşıyor. Bunun yarattığı stres inanılmaz boyutlarda. Medeniyet,, stresi azaltmayacaksa ne işe yarar?
Köyden kente göçü azaltır. Birçok ülkede gençler, bereketli ama çok para getirmeyecek tarım topraklarını bırakıp şehre gidiyorlar, sonra orada fare gibi yaşıyorlar. Bunun uç halini Japonya’da gözlemlemiştim. Kırsal kesimleri çok güzel olmasına rağmen, o güzelim evler ve bahçeler mahvoluyor, 90 yaşındaki insanlar 20 yaşındakilerin yapacağı işleri yapıyorlar. Ben genel olarak şehir yaşamı yanlısıyım (kültürel olarak daha zengin ve inanılmaz ama daha çevre dostu, daha verimli). Yine de insanların seçim şansı olursa (ceplerinde para olursa), bir kısmı kırsal kesimlerde kalıp oraları yaşanabilir kılmayı isteyeceklerdir ve bu güzel bir şey.
Karşı Sebepler
İşsizlik teşvikinden bolca bahsettik halihazırda. İnsanları en çok korkutan sebep de oymuş, yukarda gördüğünüz gibi.
Göçmenlik. “Eğer benim zengin ve az nüfuslu ülkemde bu uygulama olursa, kapıda bekleyen komşuların gelip bizi talan etmeleri kaçınılmaz.” Bu sınır güvenliği az olan ve\veya temel geliri vatandaşlıkla sınırlı tutmayacak, legal göçmenlere de veren yerler için büyük sorun. Belçika bu programı başlatsa, Romanya’nın yarısı oraya göçmez mi?
Enflasyon. Üetimi arttırmadan -hatta azaltarak- cepteki nakti arttırırsan, herkes gibi harcama yapar ve her şeyin fiyatı yükselir. Yükselmeyen tek şey, fakirlerin alım gücü olur.
Maliyet. Çok pahalı. Zaten nüfuslar yaşlanıyor, daha emeklilik sigortasını ödeyemiyoruz emeklilik yaşını arttırmadan, bir de koşulsuz karşılıksız maaş mı bağlayacağız?
Kutuplaşma. Siyasi olarak bazı yerlerde sorunlu. Özellikle ABD’de, halkın önemli bir kısmı devlete bağımlılığa karşı. Bu, kültürün DNAsında var. Demokratlar, kazandıkları bir seçim sonrası bu yasayı geçirmeye çalışsalar, zaten devam eden kültür savaşı iyice alevlenir, her TV yorumcusu, her dandik Youtube siyasi analisti, bu konuyu bire bin katarak anlatır, insanların yarısı, ülkenin sonunun geldiğine ciddi ciddi inanır.
Paranın Kaynağı
Bir çok argümanı etkileyecek önemli bir faktör var: Finansman.
Her evrensel temel gelir projesi, parayı aynı kaynaktan bulmuyor. Zenginlerin vergilendirilmesi herkesin aklına gelen ilk şey, ama daha ilginci, mesela “yapay zekadan faydalanan şirketlerin” vergilendirilmesi. Bir sürü insan bunu destekliyor. Gerçi tam olarak neyi desteklediklerini kendileri de bilmiyor bu insanlar:
Şirketler, “yapay zekadan faydalanan ve faydalanmayan” diye iki gruba ayrılmıyorlar. Diyelim sen kendi işçilerini kovmadın. Ama onlar da taşla sopayla üretim yapmıyorlar ya, yazılım kullanacaklar ve bunların çoğu yapay zeka ile harmanlanmış olacak.
Üstelik böyle bir vergi, önemli bir teknolojinin adaptasyonuna karşı teşvik demek. Senin özel sektörün AI ile entegre olamazsa, Çin’inki olacak, Japonya’nınki olacak. Global piyasada rekabet ediyorsun onlarla, bir süre sonra geri kalırsan zaten işçilerini kaybedeceksin.
Daha mühimi, iş kaybı deyince, sadece yapay zekadan bahsetmiyoruz. IoT (Internet-of-Things) ile alakası olan tüm şirketleri de mi vergilendirecekler?
Bu tip belirsiz durumlarda en mantıklı hareket, finansman tabanını yaymak: Biraz zenginlerin gelir vergisinden, biraz şirketlerden, biraz miras vergisinden… Hatta, yardım alanlar, ilerde zengin olurlarsa, onlardan biraz daha ekstra vergi almak da makul.
Ne Zaman
Bugün Avrupalıların üçte biri, temel gelirin mümkün olan en kısa zamanda uygulamaya sokulmasını istiyor. Ek olarak yarısı ise, başarılı pilot projelerden sonra (kendi ülkesinde veya başka ülkelerde) uygulama yanlısı. Sadece 5 kişiden 1’i karşı.
Peki bu pilot proje dedikleri ne?
Benim tahmin ettiğimden çok daha fazlası varmış. Balanced.org dan aşağıdaki listeyi buldum (bir kısmını ekliyorum):
Alaska. 1982’den beri petrol gelirlerinden senede 1200 dolar geliyor kişibaşı (epey düşük aslında)
Y Combinator, deney için 100 aileye ayda 1000-2000 dolar ödeyecekmiş.
Kanada, 4000 fakir vatandaşını bir deney programına sokmuş.
Kenya, 12 yıllık bir programa başladı geçen sene. 6000 köylüye, ayda 22 dolar verilecek (bazılarının mevcut geliri kadar).
2016’de İsviçre bu konuyu oyladı ve reddetti. Resmen “2500 franka gerek yok” dediler.
***
Finlandiya’nın 2017’deki programı en çok yankı getireni oldu. 2 sene boyunca, 2000 kişiye, şartsız şurtsuz 500 euro maaş vereceklerdi. İş bulsalar bile, bu maaş devam edecekti. Amaç ne? 500 euro Finlandiya için bir şey değil, yani gerçek Temel Gelir sınıfına girmiyor. Ama endişe, kaygı, stres azalmasına yol açıyor mu ona bakacaklardı.
Geçmiş zaman kipiyle konuşuyorum çünkü 1 sene içinde projeyi yenilememe kararı aldılar. Alternatif refah projeleri deneyeceklermiş. Öyle çok öne çıkan bir sebebi de yok. Yani inanılmaz bir yolsuzluk dönmedi, insanlar “evet kaygılarım çok azaldı” dediler, parayı bulur bulmaz harcamak yerine biriktirdiler, vs. Ama yine de iptal ediliyor.
İşin açıkçası, o kadar ufak meblağlarla, o kadar kısa süreli deneylerle, varacağın sonuçlar da çok sağlıklı olmaz. Sanki “yapmadık demesinler” demek için olmuş gibi.
Hele hele Finlandiya gibi bir ülkeye bakıp, oradan diğer gelişmiş ekonomiler için, mesela 125 milyonluk ihtiyar Japonya için ne öğrenilebilir ki? Bir mühendis olarak her şeyin deneyinin yapılmasını isterim tabii (“halk için değil deney için deney!”) ama burada o kadar çok değişken var ki, yani bir ülkeden ülkeye o kadar çok fark var ki, bir genelleme yapmak imkansız olmalı.
Sonuç
Tüm bunları, belli bir sonuca varalım diye yazmadım. Zaten “en iyi politika şudur” diye çözüm üretebilecek olsam, bunu bir think tank çatısı altında yapıp paraya para demezdim. O paraları da hemen Karayiplere filan atardım ki temel gelir olarak size dağıtılmasın.
Mühim olan bu konunun önemini ve çeşitli argümanları anlamak. Bu geçici bir moda değil, yakın geleceğin önemli bir cephesi olacak. Dedelerimiz nasıl 8 saatlik çalışma günü için mücadele ettiler, bu da bu nesillerin mücadelesi.
Benim kişisel tahminim bunun epey yaygınlaşacağı yönünde. Bunun kabaca iki nedeni var:
Şimdiden epey muhalefet enerjisi birikti gelir adaletsizliğine karşı. Yeni gelişen ülkeler idare ederler ama gelişmiş ülkelerin orta sınıfı, artan üretimden hiç nemalanmıyorlar. ABD’de bile açık açık kendilerine demokratik sosyalist diyen politikacılar türediyse (tabii ki bu Amerikan tarzı sosyalizm, aslında Avrupa’daki merkeze denk geliyor) kalanı siz düşünün. Bu gazın bir şekilde alınması gerekiyor.
Sol kesim, tarihsel olarak kapitalizmin esnekliğini hep yabana attı. “Kapitalizm” diye tek bir sistem yok ve şimdiki versiyonları da, 100 sene öncesinden çok farklılar. Gözümüzün önünde defalarca evrim geçirdiler. Bu da bir sonraki evrim basamağı. Yani evrensel temel gelir, “alttan gelen baskılara boyun eğen para babaları” hikayesi olmak zorunda değil. Tam tersine, sistemin devamı için, bizzat sistemin aktörlerinin katılımıyla tasarlanmış bir gaz alma projesi olarak da görülebilir.
***
En nihayetinde, insanlar otomasyon sayesinde özgürleşmeliler. Bunun maliyeti de, toplam üretime kıyasla gayet kabul edilebilir olacak gözüküyor.
ABD için konuşursak, 2.5 trilyon dolardan bahsediliyor. O da bir kısıtlama veya derecelendirme olmadan, 18-65 arası her yetişkine çat diye 12,000’er dolar verilirse. (Bu, yoksulluk sınırına denk geliyor). Mevcut refah yardımlarının tutarı 1 trilyon kadar zaten, yani fazladan 1.5 trilyon dolardan bahsediyoruz. Kulağa çok mu geliyor? Toplam ekonomik büyüklük şimdiden 20 trilyona dayandı, Endüstri 4.0 ile iyice artacak. 2030’da 33 trilyon dolar olacağı tahmin ediliyor. Yani düz hesap, GSMH’nin %10’u, stabilite için ucuz bir maliyet.
Piramidin ucu sivrilmeye devam eder de, tabanı biraz rahatlar en azından.
***
Endüstri 4.0 serisindeyseniz, üçüncü bölümden devam edin: Yeni toplumdaki devlet-birey ilişkileri hakkında hayal kuracağız.