Dördüncü Dalga #2: Yeni Ekonomi
“Dördüncü Endüstri Devrimi, sadece ne yaptığımızı değil, kim olduğumuzu da değiştirecek. Özel hayat ve mülkiyet anlayışımız, çalışma ve tüketim alışkanlıklarımız, sosyal ilişkilerimiz, hepsi değişecek.”
—Dünya Ekonomi Forumu kurucusu Klaus Schwab
İlk Bölümü Kaçırdıysanız…
Servet Dağılımıyla Başlayalım
Schwab'ın yukardaki kehanetini somutlaştırmak için, önceki devrimlerden herkesin faydalanmadığını anlamalıyız:
Bugün yüzmilyonlarca köylü, herhangi bir mekanizasyon kullanmadan yaşıyor.
1.1 milyar insan, ikinci devrimin temeli olan elektrikten yoksun.
3.5 milyar kişinin Internet erişimi yok.
Elektrik olmadan Internet, Internet olmadan da IoT olamayacağına göre, Endüstri 3.0 öncesinde yaşayan bu milyarlar konumuz dışındalar.
Fakat gezegenin diğer yarısı da, devrimlerin meyvelerini eşit paylaşmıyor. ABD’nin bugünkü haline bakın: Meşhur yatırımcı Ray Dalio’nun anlattığı gibi, en zengin %0.1’in net birikimi, alttaki %90’ınkiyle aynı.
Yani diyelim 1000 kişiye 1000 koyun (sermaye) paylaştıracaksınız. İlk gelen kişiye 250 koyun veriyorsunuz. Sonraki gelen 9 kişiye de toplam 250 koyun veriyorsunuz. İlk 10 kişi (%1), sermayenin yarısını almış oluyor. Bunları takip eden 90 kişi de 250 koyun alıyor, sona kalan 900 kişi de.
1, 9, 90, 900... Resmen kusursuz bir piramit.
Pardon, biraz “kusurlu”: En sondaki 400 kişinin birikimleri aslen ekside, yani onların diğerlerine koyun borcu var.
(Burada negatif servet ile ilgili bir parantez: Bu illa kötü bir şey değil. Mesela borca girip tıp eğitimi alan birinin net zenginliği de negatif. Bir tarlası olan ve borcu olmayan köylünün zenginliği ise pozitif. Ama ilkinin gelir potansiyeli çok daha yüksek. Bu da, kredi sistemi sayesinde, zenginliğe dönüşüyor, yani doktor daha parasını biriktirmeyi beklemeden, kira ödemek yerine gidip mortgage ile ev alıyor şehir merkezinden. Gayrımenkul, çoğunluk için en önemli zenginlik aracı.)
Yeni Zenginlik
Birikmiş zenginliğin dağılımı hakkında konuştuk, peki ya yeni yaratılan zenginlik nasıl dağılıyor? 2017’de yaratılan tüm zenginliğin beşte dördü, tepedeki %1’e gitmiş. Alttaki yarısı da hiçbir şey almamış. Yani 3-5 sene sonrasının birikmiş servet dağılımı, daha da tepeye kaymış olacak.
Fakat, tepede olmak için illa karanlık konseylerden konseylere koşmaya gerek yok. Diyelim Kanada’da mühendissin, bir evin var. 2017 içinde, evin değeri 30 bin euro artmışsa, yeni zenginliği höpleten %1’in içine giriyorsun, bu kadar basit. Evinin toplam değeri 720,000 euro olursa, bu sefer de birikmiş zenginlik kıstasında ilk %1’e giriyorsun
***
Zenginlikle beraber gelir artışı trendine de bakalım. Aşağıdaki grafik ABD için geçerli:
Yatay eksen zaman değil gelir sınıfı. Sağa kaydıkça gelir yükseliyor..
1980 yılında, en hızlı gelir artışı en fakir kesimdeydi. (gri çizgi)
2014’te ise eğri tersine dönmekle kalmamış (en fakirlerin reel gelirleri değişmiyor), sağdaki asimptot çıldırmış: %1 ile %0.01 arasındaki fark çok açılıyor.
Bu istatistikleri okuyunca insanın gözünde canlanan şey, herkesin aşağı yukarı aynı şekilde çalıştığı, sonra zenginlerin gelip vampir gibi milletin kanını emdiği. Bu tasvir, genelde anti-emperyalizm refleksiyle elele gidiyor, yani “zengin ülkeler fakirleri sömürüyor” kalıbı ile.
Keşifler Çağı’ndan kalma bu sömürü imgesi, bugün yaratılan zenginliğin ana sebebi olsaydı, 16. yy’da Güney Amerika’dan gemi gemi gümüş getiren İspanyolların başına gelenler, bugünün zengin ülkelerini de mahvediyor olurdu. Oysa yeni zenginliğin çoğu zaten zengin ülkelerde yaratılıyor. Gidip bir Türk işçiyi sömürerek, Nepalli köylünün ağzından lokmasını alarak yaratacağın ekstra zenginlik devede kulak.
***
Fil Eğrisi
Bir sonraki grafikteki “fil eğrisi”, global gelir artışını daha nüanslı biçimde anlatıyor:
En en en az kazanan %5’lik kesimin reel geliri (enflasyona oranlı), 1988-2008 arası aynı.
Fakat diğer garibanların gelir artışına bakın: Mesela 100 kişiden en az kazanan 15.’sinin geliri %50 artmış, 25. kişininse %70.
Keza orta kesim: Tam ortada bulunan 50 numaralı arkadaşın geliri %80 artmış.
Tüm bunlar, piyasalarını açan ülkelerdeki (özellikle Çin) gelişmenin ürünü.
Gelişmiş ülkelerin orta sınıfları (bunlar global ölçekte ortada değil sağ uca yakın bulunuyorlar) için hayat çok değişmemiş.
En iyi kazanan ailelerin gelirleri ise, hangi ülkede olursa olsunlar çok artmış. Bunlar global elitler.
Hatırlatayım, yukardaki trend 2008’e kadardı ve gelir içindi, zenginlik değil. Zenginlikteki ayrım hep daha büyüktür. Bu fil eğrisini göstermemin sebebi şu fikrin altını çizmek: Bugün çoğunluğun karnı doyuyor ama yeni dilimlerin hepsi elitlere gidiyor.
Bu da bizi nihayet yakın geleceğe getirdi: Endüstri 4.0 demek üretkenlik artışı demek, yani çalışılan her saat başına yapılan üretimin değeri artıyor, pasta büyüyor. Fakat bu zenginliğin de çoğunluğu zaten zengin ülkelerde yaratılacağı için, ve o ülkeler içinde de eşit dağılmayacağı için, yukardaki trendlerin artarak devam edeceğini bekleyebiliriz.
Peki herkesin karnı doyuyorsa, o kadar da kötü bir şey mi bu dengesizlik? Buna işsizlik kısmında değineceğim ama oraya gelmeden önce ticaretteki değişime değinmemiz lazım.
Ticaret ve Savaş
Eskiden, periyodik savaşlar sayesinde, tepede birikmiş olan zenginlik yokoluyor ve servet adaletsizliği azalıyordu. Bizim zamanımızdaysa savaşlar da yok denecek kadar azaldı, aşağıdaki grafikten görebilirsiniz.
Bunun çok sebebi var ama bence en mühimi serbest ticaret. Avrupa bu konudaki en dramatik deneydi: İki dünya savaşının ve “dünya savaşı” payesi edinebilecek başka savaşların (Napolyon Savaşları, 30 Yıl Savaşları, vs) sahnesi olan yerde, şu anda Almanya ile Brexitçi İngiltere arasında bir savaş hayal edemiyorsunuz.
Stanford’lu bir ekonomistin şu modeline göre, ticaret anlaşmaları, askeri ittifaklara kıyasla savaşları önlemekte çok daha etkili olmuş. Dolayısıyla yakın gelecekte, servet dağılımına bir “reset atılmayacağını” düşünebiliriz.
Dördüncü dalga, bu ticaret anlaşmalarının genişlemesi yönünde baskı yapıyor. Nasıl?
Üretim ve tedarik zincirindeki işbirlikler daha makul hale geliyor. Basit bir şeyi üretip dağıtırken bile, her biri kendi alanında verimli olan bir düzine ayrı şirketin olaya dahil olması mümkün.
Telif hakları ve fikri mülkiyet (IP) önem kazanıyor. Zira yaratılan değerin çoğu fiziki değil, telifte. Bir iPhone’u değerli kılan şey, o telefona Çin’deki fabrikada katılmıyor, California’dan sanal olarak katılıyor. IP’yi kanunla garanti altına almak için, ticaret anlaşmaları daha da kuvvetlenecektir. Trump’ın son anda imzasını çektiği ama kalan ülkelerin uygulamaya koydugu yeni Trans Pacific Partnership’de (TPP), IP haklarının genişlemesi önemli bir nokta.
Yukardaki argümanın sonucu şu: Savaşlar daha da imkansızlaşacak, servetler daha iyi korunacak ve tepede konsantre olmaya devam edecekler.
Lakin bunlar işin teknik imkan kısmı, bir de ters yönde gelişen bir siyasi gerçeklik var. Dalio’nun yukarda linklediğim yazısında, servet dağılımındaki adaletsizlik ile 20.yy’daki popülist hareketlerin korelasyonu gösterilmiş. Yani savaşları imkansızlaştıran şey, aynı zamanda reaksiyoner hareketleri de tetikleyen şey. Biraz ayrıntıya dalayım:
Çalıyorsa Benden Çalıyor
İnsanlar, kendilerine benzeyenler tarafından ezilmeye daha kolay razı olur, hatta bunu içselleştirirler. Osmanlı Hanedanı ile övünmek buna güzel bir örnek. Sanki iktidara ortak olmuşlar gibi “üç kıtaya hükmettik” diyorlar. Gerçekte olan, bir ailenin, 600 sene boyunca koca bir insan topluluğunu yönetmesi ve bu süreçte onları hep yoksul ve cahil bırakması. 20.yy’da Türkiye Cumhuriyeti’ne miras kalan beşeri sermaye tam bir enkazdı.
Bugüne gelelim: Kendileri gibiler tarafından sömürülmeyi, birinci çoğul şahıslı “koyduk mu” muhabbetiyle kutlayan milyonlar var. Burada sadece Türkiye’den bahsetmiyorum, babadan kalma dolar milyarderi Trump’la kendini özdeşleştiren ama 500 dolarlık doktor faturası yüzünden iflas edecek Amerikan köylüsünü de kastediyorum. (Nüfusun %57’si bu durumda)
Lakin bir yabancı gelmeye görsün, işlerini veya pazar paylarını onlara kaptırdıkları zaman bir anda “sömürüldükleri” akıllarına geliyor. Amerika sağında kimse TPP veya NAFTA gibi ticaret anlaşmalarının detaylarını bilmez ama bugün hepsi bunlara karşı (parti kodamanları hariç). Dolayısıyla Trump’ın gümrük savaşlarını ve merkantalist politikaları (içerdeki üreticiyi koruyan), bir manyağın trip atması olarak geçiştirilemez. Bu bir semptom. Benzer bir popülizm her yerde olabilir, çünkü servet adaletsizliği + serbestleşen ticaret + savaşların olmaması (yahut uzaklaşması) kombinasyonunun doğal bir sonucu bu. Üstüne göçmenliği de eklediniz mi, tam bir saatli bomba.
İşsizlik
Şu ana kadar, 4. dalganın, yeni yaratılacak zenginliği tepede tutma potansiyelinden bahsettik. Asıl korkutucu yanı, işleri ve birikmiş zenginliği de tepedekilere transfer etme potansiyeli. Yani koyunu olmayıp da başkalarınınkini yüzerek geçimini sağlayanların işleri tehlikede.
Bunun kökü 3. dalganın sonuçlarında saklı: Üretimin bir kısmını ucuz ülkelere kaydı (outsourcing ve offshoring). Bugün şehir merkezinden 200 dolara alacağımız reçeteli gözlüğü, Çin'den kargo dahil 20 dolara sipariş edebiliyoruz.
Peki ya gözlüğü, köşedeki fotokopiciye gidip bastırırsam? Internetten satın aldığım bir çerçeve tasarımını özel bir 3D yazıcıya yüklesem mesela?
Türkiye’de fason tekstil sektörü büyük. Bu üretimin çoğunun, bodrum katlarında 7/24 çalışan yazıcılarla yapılması için bir engel var mı?
***
Ham madde maliyeti, çoğu iş için en büyük maliyet kalemi değil. Kalite kontrol, taşıma, depolama ayrı dert. Üstelik, yeni siparişlere veya değişen piyasa koşullarına zamanında cevap veremeyince, büyük fırsatlar kaçırmak da var. Bu sorunların üstesinden gelmek için, uzak diyarlardaki işçi fiyatlarının normalin üçte biri, dörtte biri olması lazım. Oralar pahalılaştıkça, hesaplar tutmuyor.
Şimdi bu hantallığı, 3D yazıcıların her sokağa girdiği bir Dünya ile karşılaştırın: Amazon artık dev depolarla ve 3000 km öteden mal taşımakla uğraşacağına, her mahalleye bir printer dükkanı kurabilir ve envanterinin yarısını hemen oracıkta basabilir. Fason giyim markanız yeni bir sipariş mi aldı? Şemaları, modelleri yükle, sen uyurken üretim bitsin, uyanınca kalite kontrol yapar yollarsın.
***
Buradan iki sonuç çıkıyor:
Dikkat ederseniz yazıcıların “her eve” girdiklerinden bahsetmedim, “her sokağa” girdiklerinden bahsettim. 3D televizyonlar geldiğinde insanlar bir hevesle bunları tüketti ama heyecanı geçince, yine 3D film için sinemaya gitmeye devam ettiler. Yazıcılar hayli hayli bu kaderi paylaşacak, çünkü evine aldığın yazıcının modeli ve ona besleyeceğin ham maddenin maliyeti, Amazon’un iş modeliyle baş edemez (economy of scale). Dolayısıyla, zaten o kadar dev bir sermaye yatırımı yapabilecek şirketler, bu yeni teknoloinin de asıl kaymağını yiyecektir.
En pahalı şehirlerde bile üretim mümkün olacaksa, Çin'in ne avantajı olabilir ki? Oraya gitmiş işlerin zengin ülkelere geri dönmesi demek, tam da işe en çok ihtiyacı olan insanların istihdam kaybetmesi demek. Arabanın, klimanın, yurtdışı tatilinin tadını almış Çinli, eski günlerine geri dönmek ister mi?
İkinci etki, gelişmekte olan ülke vatandaşını fakirleştirirken, ilk etki ise üretimin yapıldığı ülke içindeki servet dağılımını etkiliyor.
Kendi Kendini Tamir Eden Robotlar
Kalifiye olmayan işçilerin sorunları, 3D yazıcılardan ibaret değil, daha büyük ölçeklerde de karanlık fabrika kavramı gelişiyor: Sadece üretimi değil, bakımı, tamiri ve dağıtımı da robotların yaptığı, insansız fabrikalar bunlar.
Bunun etkisini anlamak için, birkaç sene önce, her 10,000 çalışana düşen endüstriyel robot sayısına bakın:
ABD: 164
Almanya: 292
Güney Kore: 478
Çin: 36
Şimdi de 2016-2017 verileri:
ABD: 189 (az değişim)
Almanya: 309 (az değişim)
Güney Kore: 631 (%50 artış)
Çin: 68 (neredeyse iki katı)
Bu Çin için hem bir fırsat (biraz daha robotize olsalar, üretimleri ne kadar artacak), hem de bir kriz. Zira 100 milyon insanın üretim sektöründe çalıştığı Çin’de, daha 3. dalga teknolojiler bile doygunluğa ulaşmamışken, 4. dalga teknolojiler yüzünden istihdamın fazladan %5’i etkilense ne olacak?
Gelişmekte olan ülkeler sorunu büyük, çünkü mevcut işçilerin tümü, yeni teknolojiler ile yaratılacak yeni işlere kaysalar dahi, arkadan gelen bir ordu var: Afrika kıtası, her ay 1 milyon yeni iş yaratmak zorunda. Sırf Hindistan ve Çin'de, önümüzdeki 15 sene içinde yarım milyar genç iş piyasasına girecek.
***
Yeni Otomasyon
Belki üretim ve tamiri robotlara bıraktık, en azından planlama işlerinden medet umuyorsunuz. Oysa üretilen her şeyin birbiriyle konuşacağı IoT çağında, insanın bunca veri yükünü kaldırması mümkün değil.
Fabrikanın, ürettiği arabalarla konuşup, hangi bileşenlere daha sıkı kalite kontrolü uygulanacağına karar verebildiği bir zamanda, sizin kahvesiz çalışmayan beyninize ne kadar ihtiyacı var? Elbette karar zincirinin içinde insan olacak ama kaç tane olacak, sorun bu.
Bu arada, IOT’in pastaya kaç dilim ekleyeceğine bakın: ABD’de, IOT olmazsa 2030 yılındaki kişi başı GSMH 66,500 dolar olacağı tahmin ediliyor. IOT bunu 20,000 dolar kadar arttırabilir, yani %33 ekstra büyüme. Yani bir yandan işini alıyor, bir yandan zenginliği arttırıyor.
Peki ya gelişmiş ülke ekonomilerinin büyük kısmını oluşturan hizmet sektörü?
Bugün dahi Amazon’a karşı zar zor direnen geleneksel perakendecilik, yeni otomasyona ilk kurban gidecek alanlardan biri. Ama yüksek eğitim gerektiren hizmetler de tehlikede: Avukatların zamanı mahkeme salonlarından çok, karmaşık hukuki dokümanlar arasında geçiyor ve daha şimdiden, bu işi tecrübeli avukatlardan iyi yapan yazılımlar mevcut.
Sanal mahkemeler, yahut doktorsuz hastaneler, işin sansasyonel kısmı elbette. McKinsey, mesleklerin sadece %5'inin tamamen otomatize olacağını öngörüyor. Fakat kısmi otomasyonun boyutları yeterince büyük: Sırf bilinen teknolojileri kullanarak, 2055'e kadar tüm işgücünün yarısını otomatize etmek mümkün.
İşinde iyi olanlar veya yeniden eğitim imkanı olanlar, işlerini kaybetmezler. İyi bir cerrahın her zaman işi olur, zira en kötü ihtimalle cerrah robotları tasarlayan şirkete danışmanlık yapar. Ama ortalamayı düşünün: Genomumuzun dizilendiği, mikrobiyom profilimizin çıkarıldığı zamanlarda, hayati kararları bir algoritma yerine, şimdiki gibi 24 saatlik vardiyasında uykusuzluktan ölecek, üç kuruş kazanan ve kendini geliştirmeye zamanı olmayan genç bir doktora aldırmak, büyük bir sorumsuzluk olarak görülecektir.
***
Üretkenlik teknik bir sorun, üretimin paylaşımı ise siyasi bir sorun. Bu trendlerin, her şeyin bol ve ucuz olduğu ama kimsenin bir şey alacak parası olmadığı garip bir düzene yol açmaması için, bazı sosyal ve siyasi müdahaleler gerekecektir. Bunları üçüncü bölümde konuştuk.
***
Yalnız, evrensel temel gelir hakkında yazdıklarım uzayınca onu ayrı bir yazı haline getirdim, ona da “2.5. bölüm” diyelim: