Verimli Ders Çalışma Tavsiyeleri
Aşağıdaki podcast bölümünün 9. dakikasında bu yazıdaki içerikten bahsediliyor
Öğrenme ile ilgili tavsiyelerin bini bir para, "study hacks" diye aratınca 300+ milyon sonuç çıkıyor. Yine de aşağıdaki videoyu görünce paylaşmadan duramadım, zira adam hem iyi anlatıyor, hem de tavsiyelerin bir kısmı benim gibi disiplinsiz birinde bile işe yarıyor.
Tümünü izlemeye üşenen tembel hayvanlar için 7 maddelik bir özet:
Pomodoro: Performansım genelde 5-10 dakikadan sonra hızla düşüyor. Seks hayatımdan değil de konsantrasyondan bahsediyorsak, bu süre 25-30 dakika. Pomodoro tekniğinde her 25 dakikada bir 5 dakikalık ara verilir, dördüncü ara da uzun olur.
Bu tekniğin bence asıl yararı verimi arttırması değil: Eğer konsantrasyonumuz düştüğünde kendimizi zorlamaya devam edersek, insan konudan nefret etmeye başlıyor, nefret edince bir sonraki sefere kendini daha da zorlaması gerekiyor, vs. Bu fasit daireyi kırmak lazım.
Yalnız bunu her durumda uygulamayın: Bazı uğraştığım konulara oturup tekrar kafaca girebilmem, kaldığım yeri bulabilmem zaten en az 15 dakika sürüyor. Özellikle de ezber değil de birkaç ayrı kavramı birbirine bağlamaya çalışıyorsam. Ekonomi terimiyle o işlerin "overhead"i yüksek, öyle zırt pırt makineyi stop ettirmeyin.
Tekrar: Pomodoro, tek bir çalışma periyodu için geçerli ama çoğu konu tek seferde kalıcı olarak öğrenilmiyor. Her sınavını, her projesini, her sunumunu son geceye bırakmış biri olarak bu konuda epey tecrübeliyim.
En iyisi, hemen dersten veya izlediğiniz videodan sonra ufak bir özet çıkarmak. Ben bu iş için Evernote kullanıyorum. Hiç zamanım yoksa en azından tek cümle yazıyorum. Zira o noktada harcayacağınız ekstra 2-3 dakika, akşam harcayacağınız 30 dakikadan daha değerli.
Daha uzun dönem hatırlama için en verimli yol, tam unutmaya başlamışken konuyu tekrar etmek. Bende bu süre genelde bir hafta. Ama tekrar etmek için dönüp baktığımızda "ya tamam, hala hatırlıyorum hepsini" diye kısa kesip atmamak lazım çünkü...
Hatırlama ile tanımanın farkı: Daha önce okuduğum bazı şeylere tekrar bakınca onları tanıyorum (recognition) ve bu bende hatırlama (recollection) illüzyonu yaratıyor.
Özellikle altını çizdiğiniz metinleri tekrar okurken bunu hissedebilirsiniz. Bir sonraki sefer o hissi yaşadığınızda kağıdı kapayıp paragrafın geri kalanını yazın. Ezberden bahsetmiyorum, metnin anafikrini kendi cümlelerinizle anlatmaya çalışın. Muhtemelen beceremeyeceksiniz. Deja vu yaşarken olan da bu: Her kareyi "hatırlıyorsunuz" ama bir sonraki karede ne olacağını tahmin edemiyorsunuz. Eden varsa peygamberliğini ilan etsin.
Bu yanılsamayı engellemek için aktif çalışma şart...
Aktif çalışma: Sanırım buradaki en önemli teknik bu. Önce öğrenmeye çalıştığınız şey bir kavram mı yoksa kuru bilgi mi onu ayırın. Fransız İhtilali'nin hangi yılda başladığı ile o ihtilalin ne anlama geldiği bambaşka tipte bilgiler.
Kitlesel eğitimde tanım ezberlemek esas olduğu için, kavramlara da kuru bilgiyle aynı muameleyi yapıyoruz. Halbuki bir kavramı öğrenmek daha uzun sürüyor ve bir kere öğrenince de unutmak daha zor. Kavramları anlamak için "aktif" olmak lazım, yani önce oturup düşünmek, sonra kendi cümlelerinizle kendinize anlatmak gerekiyor.
Genel olarak, çalışma zamanımızın %80'i, öğrendiklerimizi sözlü veya yazılı olarak tekrarlamakla geçmeliymiş (sessiz sessiz düşünmek sayılmıyor). Yani 5 saat çalışıyorsan sadece 1 saatini okumaya ayırayacaksın. Bizse muhtemelen %90'ını okumaya, %10'unu da dua etmeye harcıyoruz.
Bir noktadan sonra kendinizi test etmek için öğrendiklerinizi başkalarına öğretmeye çalışın. Bu yüzden çalışma grupları iyidir, birbirinize anlatırken asıl kendiniz öğrenmiş oluyorsunuz.
Hani hep denir ya "bir şeyi 6 yaşındaki bir çocuğun anlayacağı şekilde anlatamıyorsan, o şeyi gerçekten anlamamışsındır", hah işte sizde dinleyecek birini bulamıyorsanız gidin bir ilkokula, hap satacakmış gibi sinsi sinsi yaklaşın, sonra bir anda Fransız İhtilali'nin aslında bir burjuva ihtilali olmasından başlayın. Ben denedim, başarı oranı yüksek, %80 ihtimalle hapse girmiyorsunuz.
Hafıza Sarayı: Peki ya ezber? Wikipedia (Türkçesi: Wikizero) çağında kuru bilgi ezberlemek saçmalık. Ama bu saçmalığa en çok isyan edene madalya vermiyorlar, bir şekilde sistem içinde başarılı olmanız lazım. Yani o fotosentez formülü illa ki ezberlenecek.
Kafanızda abuk subuk bir sahne canlandırıp, ezberleyeceğiniz şeyleri o sahnedeki şeylerle ilişkilendirin, birkaç kez sahnenin üstünden geçin, işiniz bitti.
Bunları yıllar önce televizyonda Melik Duyar anlatıyordu, daha modern zamanlarda Sherlock dizisinden hatırlayabilirsiniz. Ama bu metodun ardışık versiyonu olan Method of Loci aslında bayağı eski, Cicero bile bahsediyor. Ardışık, çünkü şeyleri sırayla hatırlıyorsunuz. Bunun için iyi bildiğiniz bir rota bulun (evin girişinden yatağınıza kadar olan yol), oluşturmak istediğiniz anıları sırasıyla bu yol boyunca yerleştirin. Mesela evin girişinde paspas var, "pas ver pas ver" diye bir adam geliyor aklıma, Kobe Bryant ona pas atmayıp şut zorluyor. 20 sene boyunca hiç pas atmadı adam. İçeri girince mutfakta bir şefle karşılaşıyorum, köri sosuyla tavuk pişiriyor. Aha, Curry de burada. Sonra yatak odasına girince ne göreyim, hatun başka bir herifle. Ama beni görünce utanacaklarına, aynen devam ediyorlar. "Yok artık Lebron James!" diye bağırıyorum ve işlem tamam.
Gerçi herkesin bildiği üç basketçinin adını hatırlayıp ne yapacaksınız ama aynı yöntemi Osmanlı padişahlarını sırasıyla ezberlemek için kullanabilir, bu süpergücünüzle yerel siyasete atılabilirsiniz. Yalnız "loci" olarak benim tek odalı evi kullanmayın, koca hanedanı sığdıramayız.
Bu tip görsel metodların işe yaraması sürpriz değil. Öyküler de aynı kök nedenden ötürü çok etkililer. Birine vereceğin dersi, kural veya kuru bilgi şekline değil de öykü şekline sokarsan, bu insanı, beynin görsel tarafını kullanmaya zorluyor.
(Her ezber için kendinize sanal bir Dünya yaratmanıza gerek yok tabii. Daha dandik şeyler için kısaltmalar ve kafiyeler de iyi işliyor. Bugüne kadar binlerce vida sıktım (hayatta başardığım şeyler #57), hala her seferinde "righty tighty, lefty loosey" aklıma geliyor da ancak öyle hatırlıyorum sola doğru çevirmenin vidayı gevşeteceğini.)
Uyku: Tanıştığım her mimarlık öğrencisi -nedense özellikle mimarlık- proje yetiştirmek için ne kadar az uyuduğuyla övünüyor. Bir noktada muhabbet Monty Python'ın o mükemmel Four Yorkshiremen skecine dönüyor: "O da bir şey mi, ben 3 gece üstüste uyumadım, tam projeyi teslim ettik, meğer binayı da kendimiz yapacakmışız, bir hafta da uyumadan onunla uğraştık".
Arkadaş, sen SAS komandosu musun, ne lüzumu var böyle işkence çekmenin. Yeterince REM uykusu olmadan hafızanız çalışmaz. "Yeterince uyku" kavramı da iki yönlü işliyor: Hem bir şey öğrenmeden önceki gece, hem de öğrendiğiniz günün gecesi uykunuzu almanız lazım, yoksa hatırlama şansınız düşüyor.
Çalışma Odası: Jordan Peterson hakkındaki Önce Odanızı Toplayın yazımda, çevremizin davranışlarımız üstündeki etkisinden bahsetmiştim. Çalışmak istemediğin için masanın üstünü toplamıyorsun, masanın üstü dağınık olduğu için de çalışmak istemiyorsun. Yahut o masaya oturunca aklına binbir türlü şey geliyor. Bu tip tuzaklara düşmemek için, belli ortamları belli fonskiyonlarla özdeşleştirmek gerek.
Mesela uykusuzluk çekenlere ilk önerilen şey yatakta çalışmamak veya film izlememek. Yatak sadece uyumak için. Çalışma odası da sadece çalışmak için. Eğer ayrı bir oda yoksa, hoca şu tavsiyeyi vermiş: Ufak bir masa lambası alın, üstüne "çalışma lambası" etiketi yapıştırın, o lambayı masaya koyup yaktığınızda odanız "çalışma odası"na dönmüş olacak.
Kısacası yaptığınız şey kendinizi şartlandırmak. Bu deneyde hem Pavlov, hem de köpek sizsiniz. İyi şanslar.