Kıtlık ve Açlık Hakkında
İnsanlık tarihinin bir sabiti olan kıtlık bitme noktasında, açlık da hızla azalıyor. Bugün hayatta olan insanların çoğu, bunları hiç tanımadan yetiştiler ve hiç tanımadan ölecekler. Bu müthiş değişimin boyutu, eksik kaldığı noktalar, ve bunları tartışırken yaşadığım zorluklar üstüne ufak bir dizi yapayım dedim.
Tarihteki büyük kıtlıklar ile başlayalım. Bu listeye bakınca iki şey göze çarpıyor:
- Kıtlıktan münezzeh bir toplum yok gibi, her yeri vurmuş.
- Etkileri eskiden daha yıkıcıydı. Nüfusun dörtte birinin veya üçte birinin gitmesini geçtim, bazen topyekün uygarlıklar çökmüş (Mayalar).
Tabii eski uygarlıklarda olan bitenin çoğunu bilmiyoruz. Her yerde Roma bürokrasisi ve kayıt disiplini yok sonuçta. Bu yüzden 5000 senelik bir bakış açısı biraz yanıltıcı oluyor, sanki bir ilerleme yokmuş gibi gözüküyor. Değişimi daha iyi anlayabilmek için, iyi kayıt tutmuş bir ülkenin tarihine odaklanalım:
Japonya'nın son 700 yılında yaşanan 281 kıtlığın dağılımı. Bölgesel kıtlıklara yarım puan, genellere bir puan verilmiş ve 50 yıllık dönemlere ayrılarak toplanmışlar (20.yy'da Japonya'da kıtlık olmadığından grafik 1900'a kadar)
Örneğin 1300 ile 1550 arasında bir ilerleme yok. 1550 ile 1850 arasında da ilerleme yok. "İnsanların hayatında bu bir sabit" derken bunu kastediyordum. 10 nesil, 20 nesil boyunca, ailendeki her ferdin anlatacağı bir kıtlık hikayesi vardı.
***
Daha modern zamanlarda, kıtlığın teknik bir tanımı yapılmış:
- Hanelerin en az %20'si açlık çekiyor.
- Çocukların %30'u kötü besleniyor.
- Her 10,000 kişiden her gün ikisi açlıktan ölüyor.
Bu kriterler için gereken veriler, anca son 150 sene için toplanabilmişler. Ve bu dönemde kıtlığa bağlı ölümler şöyle:
Çok iyimser gözükmüyor ilk bakışta. İkinci Dünya Savaşı'na bağlı kıtlık çok. Rusya ile Çin'deki kıtlıkların boyutu dev. Özellikle Great Leap Forward yıllarındaki merkezi planlama ve totaliterizm yüzünden, Çin'de insanlık tarihinin en büyük kıtlığı yaşanmış (ki grafikteki gayet muhafazakar bir tahmin) İşin acı tarafı, Çin bu yıllarda net buğday ihracatçısı.
Zaten bu 20.yy kıtlıklarının öncekilerden farkı, insan yapımı olmaları. "Kader" değiller. Ve son 50 senede bu tip yapay kıtlıklar dahi azaldı. Bunu daha rahat anlamak için, ölümleri nüfusa oranlayalım:
Yukardaki grafik şunu gösteriyor: 2. Dünya Savaşı yıllarında, tüm dünyadaki her 100 bin kişiden 800'ü kıtlıktan ölmüş (senelik: 80, decade: 800).
Great Leap Forward döneminde 100 binde 500 olan bu rakam, 90'larda 26'ya, bugünse 5'e iniyor. Yani sadece iki nesil içinde 800'lerden veya 500'lerden 5'e. Bu sene, her 100 binlik kasabada "yarım" kişi kıtlıktan ölecek.
Fakat genel istatistikler yerine bölge bölge bakmak daha anlamlı olacak:
Grafikteki dairelerin büyüklüğü, ölümlerle doğru orantılı. Kuzey Amerika, Güney Amerika ve Ortadoğu kıtlık nedir unutmuşlar. SSCB'yi çıkarırsak, Avrupa'da da yok. Hindistan'da 100 sene öncesine kadar kıtlık gayet normalken sonra bitmiş. 21.yy'da ise birkaç Afrika ülkesi ve Kuzey Kore dışında bir örnek yok.
Kuzey Kore demişken, rejimlere göre dağılıma bakınca büyük bir sürpriz(!) ile karşılaşıyoruz:
Demokrasiler bariz biçimde üstün. Uzak kolonilerde olan kıtlıkları da o kolonilerin sahibi olan demokrasilerin hesabına yazsak bile üstünler. Hele son 70 senede, yani koloniler bağımsızlaştıktan sonra, tablo açık. Kıtlık = Otokrasi. Özellikle SSCB ve Çin tabloyu domine ediyor. Yani otokrasiler arasında da en kötü sicil otokratik sosyalizmde.
Fakat tüm bunları "büyük resme" oturtmakta fayda var. Bu kıtlıkların etkisi ne kadar? Neden eskisi gibi ülkeler, hatta tüm uygarlıklar yıkılmamış?
Tıpkı savaş ölümleri gibi, kıtlık ölümleri de sonradan "düzeltiliyor". 18-55 milyon arası Çinliyi öldüren, tarihin en büyük kıtlığının ertesindeki doğum oranlarına ve nüfus sayımına bakın:
1960 ertesinde doğum oranları zirveye çıkmış ve sadece 10 sene içinde, kıtlık öncesi nüfus trendine dönülmüş. Milyonlarca birey açısından korkunç bir acı, topluluk açısından, hele insan türü açısından ufak bir hendek. Sanki hiçbir şey olmamış gibi.
Açlık
Kıtlık bitme noktasına geldi çünkü
- Savaşlar ve aptalca yönetim biçimleri azaldı
- Kuraklığa dayanıklı ekinler yayıldı
- Ticaret ve lojistik kolaylaştı (bu sayede tek bir ürünün hasadına bağlı değil kimse)
- Sosyal devlet kuvvetlendi (toplam yemek yeterli olsa bile payını alamayanlar için)
- Uluslararası kuruluşlar yaygınlaştı (bölgedeki toplam yemek yetmediği zamanlar için)
Fakat kıtlık, kronik açlığın bir alt-kümesi sadece. Ve bugün tam 800 milyon aç insan yaşıyor. Şimdi açlığın tarihine bakalım...
Yukarda, son 750 senenin enflasyona oranlanmış buğday fiyatları çizilmiş. Fiyatlar, Sanayi Devrimi ile gelen nüfus patlamasına paralel olarak yükseliyor, sonra 1900'lerde tarihi ortalamaya geri dönüyor, 2. Dünya Savaşı ertesinde de üretim patlamasıyla dibe vuruyor. Bugünkü reel buğday fiyatı, Kanuni döneminin beşte biri.
Bu düşüş iyice müthiş çünkü aynı dönemdeki değişimler tam ters yönde:
- Beslenecek ağız katbekat arttı
- Tarım alanı o oranda artmadı
- Tarımla uğraşan nüfus oranı epey düştü (%90'lardan, gelişmiş ülkelerde %3-5 seviyelerine. Yani bir çiftçi 30 kişiyi doyurabiliyor, kalan 29'u da sosyal medya uzmanı veya yaşam koçu oluyor)
Buğday fiyatı dolaylı bir ölçü. Daha direkt bir ölçü ise kalori:
1960'tan beri, her bölgede kişi başına düşen kalori artmış. Bu miktar, o bölgede tüketime hazır olan toplam kalori üstünden hesaplanıyor. Peki bu kalorinin dağılımı nasıl değişmiş?
Yukardaki veri çok geriye gitmemesine rağmen (1991), yetersiz kalori alanların oranındaki değişime bakın. En iyi durumda başlayan Ortadoğu hariç her bölgede ilerleme var. Afrika'nın en fakir kısmında (Sahra'nın güneyinde kalan tüm ülkeler), 20 sene önce her üç kişiden biri yetersiz besleniyorken, bugün beş kişide bir (%18). Hem de o dönemde nüfusu en hızlı artmış olan bölge burasıyken. Belki de tarihin en hızlı "toplu hayat kalitesi artışı" bu olabilir.
(Bu grafikte gelişmiş bölgeler yok, oralarda yetersiz kalori alan nüfus %5'in altında. Zaten ABD gibi ülkelerdeki fakirler, daha ucuz olan junk food'a yöneldikleri için, fazla kaloriden obez oluyorlar.)
Sonuç
Elbette 800 milyon aç insanın olduğu bir Dünya yeterince iyi olamaz. Hele ki bazı ülkelerde yemeklerin %50'si çöpe gidiyorken. (O yemeği uçakla açlık çeken ülkelere taşımak mümkün değil tabii ama yine de bu dengesizlik insanı gıcık ediyor.)
Ama geçmiş -yakın geçmiş bile- çok daha kötüydü. Bu yüzyılda yaşadığımız için şanslıyız. Açlık sınırı veya yoksulluk sınırı altında yaşayan insanların oranı her sene düşüyor. Örneğin, Dünya Bankası'nın yoksulluk limiti olan günlük $1.90'ın altında yaşayan nüfus, 1990-2010 arasında yarıya düşmüş. Hedeflenenden 5 sene önce. (Bu fiyatlar PPP cinsinden, yani enflasyona oranlı).
Bunun daha salgın hastalıkları var, savaşları var... Onlarda da trend aynı: Eskiden herkesi ve her nesli etkileyen bu belalar, şimdi daha nadir ve daha bölgeseller.
Fakat ilerlemeye bu hızda devam edeceğimiz garanti değil. Normal şartlar altında bile kalan açların ilk 100 milyonunu doyurmak, ikinci 100 milyonunu doyurmaktan daha kolaydır. Zira bir yardımın getirdiği marjinal yarar, harcanan her dolarla düşer (diminishing returns). Diğer bir deyişle, kalan iş, yeni biten işten daha zordur.
Hele yoksulluk konusuna bakarsak sorun daha da zor, çünkü şartlar "normal" değil: 4. Sanayi Devrimi geliyor. Kısmen outsourcing sayesinde kalkınmış olan 3. Dünya ülkelerinin ucuz işçilik avantajları eriyecek, servet adaletsizliği daha da artacak (2030'da, en zengin %1, toplam servetin üçte ikisine sahip olacak). Normalde pasta hep büyüdüğü için, pastanın dilimlenmesi pek sorun edilmiyordu, hemen herkes doyuyordu. Bu devrimler sırasındaysa pastanın paylaşımı, büyümesinin önüne geçecek gibi.
***
Endüstri 4.0 konusunda ufak bir yazı dizisi yapacağım yakında zaten, hem ilgili teknolojiler hem de sosyokültürel etkileri üstüne. Gelir ve servet adaletsizliği hakkında bol bol atıp tutarız o zaman.
Şimdilik, şu yoksulluk, açlık, gelir adaletsizliği gibi konuları tartışırken düştüğümüz bazı tuzaklardan devam edeceğim. Özellikle de sosyalizm-kapitalizm bağlamında geçen tartışmalar ilginç. Zira Dünya'nın aslında sanıldığından daha iyi olduğunu ve sanıldığından daha hızlı geliştiğini anlatmak, alternatif sistemleri savunan insanlardan büyük bir direnç görüyor.
Devam yazısını beklerken kafanızı serin tutun, eskiye özlem duyarken kendinizi fazla kaptırmayın.