Ahlak ve Toplum 4: Duyarsızlık
Çekirdek aile, bir düzine dost, birkaç yüz tanıdık ve milyonluk şehirler
Yaklaşık 2000 sene önce insanlar milyonluk şehirler yapabilecek hale geldiler. Bu, tüm modern insanlık tarihinin %1'i. Ve bu şehirler 1900'lerin başına kadar yaygınlaşmadılar (%0.05)...
Dolayısıyla sosyal yaşamla ilgili ne tür bir genetik yatkınlığımız olursa olsun (fedakarlık, yardımlaşma, adalet, vs) bu yatkınlıklar birkaç yüz kişilik gruplar için gelişti, milyonluk gruplar için değil.
Dunbar'ın popülerleştirdiği 150 rakamı da bunu doğruluyor: Modern avcı-toplayıcılar 150 kişilik gruplar halindeler. En ufak bağımsız ordu birlikleri, Roma İmparatorluğundan Sovyetlere kadar, genelde 150 kişilik. İnsanın stabil biçimde yürütebileceği ilişki sayısı 100-200 arası (ortalama 150). Bunun ötesi bizi zorlar hale geliyor. 500 kişi, tanıdık çevremizin doğal limiti örneğin. 1500 kişiden sonra isimlerle yüzleri eşleştiremiyoruz. Fakat 10 milyonluk şehirlerde yaşıyoruz.
(Slaytları indirmek için buyrun)
Burada medya bir kritik eşik. Medya sayesinde, beraber yaşadığımız milyonlar kanlı canlı birer hikayeye dönüşüyorlar. Bir kaza haberi, bir skandal, bir ödül, bir aile fotoğrafı, bir cinayet fotoğrafı...Normalde yakınımızdakiler için hissedeceğimiz duygular, salgılanacak hormonlar, sinyalleri iletecek nöron patikaları, bu yabancılar için tetiklenmiş oluyor. Fakat kapasitemiz müsait değil. Daha suratlarını ayırdemeyeceğimiz kadar büyük bir kümeye, empatimizin etkin biçimde uzanacağını düşünemeyiz. Akıl sağlığımızı korumak için, duyarsızlaşıyoruz.
Elbette empatini bir şalteri yok, anında kapanmıyor. Bazen öyle bir hikaye duyuyoruz ki, tanımadığımız insanlar için ağlıyor, hatta bağışlar yapıyoruz. Ama bunlar istisnai dalgalanmalar. Belki günde ortalama 1 dakikamız böyle geçiyor. Kalan 1439 dakika boyunca da uzaktaki birilerinin sussuzluktan öldüklerini bilmemize rağmen tatillere çıkıyor, nişan yüzükleri alıyor, maçlara gidiyoruz. Ailemiz ve arkadaşlarımız için geri plana ittiğimiz ama hep sotede bekleyen bencilliğimiz, tekrar su yüzüne çıkıyor.
***
Bu duyarsızlığımız + bencilliğimiz, kendimize bakışımızla çelişiyor. Ufak gruplar için "optimize edilmiş" empatimiz ve yardımseverliğimiz yüzünden, iyi insanlar olduğumuza dair çok güçlü bir varsayımımız var. Çoğumuz buna inanmaya programlıyız. Dahası, empati bölümünde group selectiondan bahsederken değinmiştik: kültürümüzün "iyi biri olma" tanımı, empati sınırlarımızı katbekat aşan bir evrensellik içeriyor.
Egomuzun tüm gücü, kimliğimizin tüm katmanları, kurumlarımızın tüm dogmaları, bu kıstasa uyduğumuza inandırıyorlar bizi:
- Ailemizin namusuna leke sürdüremeyiz, atalarımız şereflidir, milletimiz asildir. Öyleyse bu ailenin, bu soyun, bu milletin fertleri de asil olmalılar.
- Dinimiz "iyi" olmamızı emrediyor, buna uymazsak ceza ile tehdit ediliyoruz. O cezayı düşünmek bile korkunç, öyleyse iyi bireyleriz.
- Modern insan olmak demek insan hakları bildirgesini içselleştirmek demek, buna uymazsak "geri kalmış" sayılıyoruz.
***
Tüm bu etkiler paralel çalışıyorlar, dolayısıyla uzaklardaki insanların acılarına yeterince hassas olmadığımızı içten içe bilmek, daha da büyük bir gerilim yaratıyor (cognitive dissonance). Medya bize bu çelişkimizi her gün hatırlatıyor. Duyarsızlaşıyoruz ama unutamıyoruz.
Beyin bu gerilimi compartmentalization ile çözmeye çalışıyor. Bu, birbiriyle çelişen düşüncelere aynı anda sahip olma özelliğimiz. Ateşle barutu karıştırmıyoruz. Mesela bir insan hem astronom olup, hem de astrolojiye inanabilir.
Fakat burada bahsettiğimiz, spesifik inançlardan ziyade, temel dünya görüşümüzün kompartımanlara ayrılması. Çok daha zahmetli bir iş. Ve Internet bunu daha da zorlaştırdı. Düdüklü tencere ötmeye başlıyor. Son bölüm....