Özgür İrade 1: Determinizme Karşı
Bu bölümü yukardaki uzantıdan veya doğrudan Spotify gibi podcast uygulamalarından dinleyebilirsiniz. Yahut içeriğin hemen hemen aynısını aşağıdan okuyabilirsiniz. Hizmette sınır yok.
"Eğer havaya atılan bir taş düşünebilseydi, yere kendi isteğiyle düştüğünü söylerdi". -Spinoza
Bu sözü düşününce ne hissediyorsunuz? Bence özgür irade, biraz Simülasyon Teorisi'ne benziyor: Bir yandan çok rahatsızlık verici, bir yandan da çok heyecan verici. Çünkü hayatın her alanıyla alakası var:
İnsanın benlik hissi ya da ego
Genetik
Aile
Ahlak
Din
Hukuk
Siyaset
ve hatta evrenin özü
Bireysel ve toplumsal önkabullerimizi en temelden dinamitleme potansiyeli olan bir konu bu. Yani olay sadece, objektif bir fizik kanununu keşfedermiş gibi, "böyle mi değil mi" sorusundan ibaret değil, "özgür irade yoksa bu bizim için ne anlama gelir" kısmı da var. Zaten o yüzden insanlar binlerce yıldır bu konuyu konuşuyorlar, hayat değiştikçe bu konunun yeni açılımları ortaya çıkmaya devam edecek.
Kötülük Problemi Tekrar
Kötülük Problemi serisinde bu konuya din ve kısmen de hukuk açısından yaklaşmıştık. "Acı dolu bir varoluşu, bizle ilgilenen, kudretli ve merhametli bir Tanrı anlayışıyla nasıl uzlaştırabiliriz", problemin özü buydu, özgür irade de, bu ikisinin arasındaki olası bir köprüydü. Ben de buna karşı farklı argümanları, iç içe geçmiş halkalar şeklinde sunmuştum:
En tepedekine zeitgeist diyelim, zamanın ruhu. Politik, sosyolojik, ekonomik ve başka bir sürü ik-lerden oluşan bir değerler silsilesi. Bunlar bize bir çerçeve çiziyor. Mesela benim için, bugün, kadınların oy hakkını tartışmak tamamen çerçeve dışında. Hassasiyetlerimi incittiğinden filan değil, şeytanın avukatlığını bile yapmak zor, öyle anlamsız olur. Niye? Ben dedemden ninemden çok daha iyi, çok daha zeki bir insan olduğum için mi? Aristo'dan daha mı zekiyim, ahlak konusunda daha mı çok kafa patlattım? Aristo kendi çağının değerleriyle, ben de bu çağın hakim değerleriyle sınırlıyım.
Bir seviye daha alta inersek, psikolojik ölçekte neyle sınırlıyım? Ailemin beni yetiştirme tarzıyla, sosyoekonomik sınıfla, yaşadığım rastgele olaylarla, travmalarla, gittiğim okulla, seçtiğim iş koluyla.
Bir seviye alta inersek, insanın bilişsel yapısıyla sınırlıyım. Yani ananız babanız kim olursa olsun, zengin veya fakir, eğitimli eğitimsiz, kadın erkek, ne olursak olalım, belli durumlar altında gayet rahatça tahmin edilebilen belli düşünsel kısayollar kullanıyor ve belli hatalar yapıyoruz. Şimdi sizi omzunuzdan tutup, hangi hatayı yapacağınızı tahmin edemem tabii ama 100 tanenizi bir odaya toplayıp üstünüzde mesela bir batık maliyet deneyi yaparsam, aşağı yukarı yüzde 70'inizin fikrini hangi yönde manipüle edeceğimi biliyorum. Bazısı evrimsel adaptasyon olan, bazısı da muhtemelen tesadüfen gelişmiş bir sürü bilişsel kısayolun gölgesinde veriyoruz her kararımızı.
Bundan temel ne olabilir? Kişisel biyolojimiz. Küçükken aldığım demir ve omega 3 miktarından tutun, uyku durumum, bağırsağımdaki bakteri dengesi, vücudumdaki tuz ve şeker miktarı, sürekli çevreyle etkileşime giren genlerimi, hepsi kararlarımı etkiliyor.
En alt seviyede de fizik var: Atomlarımın hareketleri üstünde bir kontrolüm yok.
Hiçbir özgür irade yanlısı, tüm kararlarını özgürce aldığını iddia etmiyor zaten. Ama farklı seviyelerde, aynı anda tezahür eden bunca etkeni görünce, asıl soru, "acaba herhangi bir kararımı özgürce alabiliyor muyum?" oluyor.
Temel İkilem
Özgür irade konusunun temelinde, şu iki gerçeğin görünürdeki uyumsuzluğu yatıyor:
Evren birtakım kanunlara göre işliyor. Bunları anladığımız ölçüde doğa üstünde hakimiyet kurduk, yani onları her gün test ettiğimiz için "kanun" diyoruz. Mesela Mars'ın yörüngesini takip ettiğimizde sadece bir olası gelecek görüyoruz. Yani geçmişte olanlara ve evrenin kanunlarına bakarak, gelecekte olacakları tahmin edebiliyoruz. Determinizmin birkaç çeşidi var ama en yaygın anlaşılan çeşidi Fiziksel Determinizm. Kırılmayan bir sebep-sonuç zinciri var ve biz bunların arasındaki ilişkileri, kanunları bilsek de bilmesek de bu zincir devam ediyor, beynimiz de fiziksel evrenin bir parçası olarak bu zincirde yerini alıyor.
Kararlarımı alırken, bir kanuna göre aldığımı hissetmiyorum. Bilakis bu kararın tek kaynağı benmişim gibi hissediyorum. Evet, kararımı etkileyen bazı etmenler olabilir ama yine de birçoğunda alternatifleri seçebilirdim. Bir seçim yaptım. Bunu derinden hissediyoruz. Kontrolde olduğumuz fikri çok temel.
Kanunlara uygun ilerlemek zorunda olan bir evrenin parçası olarak gerçekten de seçim hakkımız var mıydı, yoksa bu seçim hissimiz bir yanılsama mı? İkilem bu. Aslıda ikilem demek doğru değil. Doğru olsaydı, buna verilecek iki cevap olurdu. Oysa bunlar birbirlerinin zıttı değiller ve tüm olasılıkları kapsamıyorlar. Daha ziyade 2x2 = 4 seçenek var:
Libertarianism. Siyasi görüş olandan farklı tabii bu. Buradaki anlamı: Özgür irade vardır, fiziksel determinizm yoktur.
Bunun zıttı, katı determinizm (hard determinism): Özgür irade yoktur, yaşasın determinizm.
Sonraki seçenek: İkisi de yoktur. Evren deterministik de değil, özgür irade de yok, hadi bakalım napıyorsanız yapın.
Buraya kadarkiler, iki seçeneği uyumsuz görüyorlardı (incompatibilism). Son senaryoda ise ikisi de aynı anda geçerli (compatibilism)
Ekstra bir tanım: Katı Uyumsuzluk - Hard incompatibilism. 1. ve 3. senaryoların toplamı: Yani özgür iradeyi yok sayıyor ama determinizmin doğru veya yanlış olması farketmez diyor. Ben de bu seçenekler arasında hard incompatilisme daha yakınım. Şimdi bunları tek tek inceleyelim:
Liberteryanizm ve Epikür
Bu geleneği Epikürden başlatmak doğru olacaktır. Yani konuyu hiç düşünmeyen insanlar da otomatikman özgür iradeye inanıyorlar, zira bunun hissini yaşıyoruz demiştim ama Epikür, determinizmi açıkça reddederek bunu yapıyor. Bu bayağı ilginç, çünkü Demokritos'un eski bir öğrencisi olarak atomculuğu benimsemiş olmasına rağmen determinizmi sevmiyor. Epikürle ilgili uzun bir yazım var, linkliyorum buraya da. Oradan alıntılayarak devam:
Epikür'ün kilit noktası, Demokritos ile Aristo arasındaki anlaşmazlıkta saklı. Aristo diyor ki, "her şey atomların birbirine çarpmasından ibaretse, bunlar ilk hareketlerine nasıl başladılar?" Aristo'nun buna cevabı olan "hareket etmeyen hareket ettirici" (unmoved mover) fikrini zaten önceki içeriklerden biliyoruz. Epikür'ün alternatif cevabı ise, atomların bir ağırlığı olması idi. Ve ağırlıkları yüzünden, doğal hareketleri aşağıya doğrudur.
Bu sayede bir unmoved mover gerekmeden de hareket başlıyor. Fakat bu da yeni bir sorun yaratıyor: "Nasıl oldu da atomlar dümdüz aşağı düşüp, tek başlarına durmadılar da, birbirleriyle birleştiler ve büyük nesneleri oluşturdular?"
Epikürcülüğün çözümü: Sapma. Atomların doğal hareketinin düz olmadığını, başka bir atom çarpmasa bile, arada sırada rastgele biçimde sağa sola kaydıklarını hayal etmiş. Yani her atom, içinde bir rastgelelik barındırıyor. Bu bakımdan, Demokritos atomculuğun babasıysa, Epikür de kuantum fiziğinin babasıdır diyebilir miyiz? Biraz içersek diyebiliriz.
Peki irade, işin içine nasıl giriyor? O zamanlar insanlar beynin fonksiyonlarından emin değillerdi, Epikür'e göre bilinç göğsümüzde bulunan fiziksel bir organdı ve her şey gibi atomlardan oluşuyordu. Uydurduğu o "rastgele sapma" ile, bu atomları -yani düşüncelerimizi- sonsuza kadar geriye giden katı bir neden-sonuç zincirinden kurtarmış oldu. Buradan da irademizin özgür olduğu sonucunu çıkardı ve ahlaki seçimlerimize anlam kazandırdı.
Özetle şöyle deniyor: Bazı şeyler zorunlu olarak gerçekleşir, bazıları tesafüden, bazılarıysa bizim özgür seçimlerimiz sonucu. Dolayısıyla ta Epikür bile, özgür irade diye bir şey olması için her kararımızın özgür olması gerekmediğinin altını çizmiş.
Günümüzde de filozof Robert Kane'in getirdiği SFA (self-forming actions) kavramını buna benzetiyorum biraz. Bunlar, ciddi ikilemlerde kalmış insanların o anda verdiklier ve insanın karakterini inşa eden kritik kararlar. O karakter daha sonraki kararlarını büyük ölçüde etkileyecek. Yani nasıl ki Epikürcülükte atomlar nadiren saparlar, Kane için de özgürlük, bu nadir anlar üstüne inşa ediliyor.
Ama bu ayrımı yapmamız ikisini de kurtarmıyor: Kane için konuşursak, ona karşı en basit savunma, ya insanlar böyle bir an yaşamazlarsa? O zaman tüm hayatlarını özgür iradesiz mi geçirecekler? Epikürcülük için konuşursak, evrendeki determinizmi azaltınca, özgür iradeye yer açtığını varsaymışız. Ama atomların yaptığı sapma, şans faktörünü ön plana çıkarıyor, seçimi değil. Halbuki determinizmin zıttı, özgür irade değil. 1, 2, 3 diye sırasıyla sonsuza kadar giden deterministik bir sayaç düşünün. O sayaca bir random number generator ekliyorsunuz, arada sırada rastgele bir sayı üretiyor. O zaman bu yeni sayacın özgür iradesi mi var? Sayılarını bilerek seçmiş mi oluyor?
Kuantum Bizi Kurtarır mı?
Bu argümanın modern izdüşümüne bakalım. Bir özgür iradecinin izleyeceği iki genel yoldan ilki, tıpkı Epikürün yaptığı gibi fiziki dünyanın deterministik olmadığını düşünmek. Bunu genelde nasıl yapıyor? Kuantum fiziğine işaret ederek. Modern izdüşümü dediysem, bunun da neredeyse bir 100 senesi vardır. Hatta Niels Bohr, bu argümanlara karşı, doğadaki belirsizlik ile özgür irade arasında bir bağlantı kurulamayacağını söylemişti.
Kuantum fiziği, Mars'ın yörüngesi gibi NŞA alternatifi ve sapması olmayan bir sebep-sonuç ilişkisinden ziyade, her adımda olası sonuçların ihtimallerini hesaplar. Ve yorumuna göre, bir gözlemci yoluyla bu ihtimallerden biri gerçekleşene kadar, evrenin gerçek hali de belirsizdir, ihtimallerden oluşur. Yani bu belirsizlik bizim deney düzeneklerimizin yetersizliğinden kaynaklanmıyor.
Tüm bunlar özgür iradeyle nasıl bağlantılı? Hatırlarsanız, bir tanımımız, bir şeyin alternatifini de seçebilecek olmamdı. Bunları yazmak yerine şu anda koltuğa yığılıp uyuklayabileceğime inanmamdır özgür irade. Kuantum fiziğine göre, yazıyor olmam, milyonlarca sene öncesinden zorunlu kılınmış bir sonuç değil. Uyuklama ihtimalim sıfırın üstündeydi. Ama özgür irade kavramının ikinci yarısı olan “kararlarımın benden kaynaklandığı” fikrine yer olmuyor. "Ben" deyince kastettiğim o bilincin akıl yürütmesi sonucu değil, atomaltı parçacıkların birtakım rastgele hareketleri sonucu kayıt yapıyorum şu anda. Yani ortada bir irade varsa o bana ait değil, bu parçacıklara ait. Dahası, işin içine biraz şans/belirsizlik/rasgelelik girdi mi, hiçbir kararınızı tamamen kendinize mal edemiyorsunuz.
Burada diyebilirsiniz ki, "kuantum fiziği özgür iradenin varlığını zorunlu kılmıyor ama en azından ona bir alan bıraktığını kabul etmen lazım. Determinizmde bu alan hiç yoktu." Evet, bu alanı bırakıyor gibi ama burada atladığımız iki nokta daha var:
İlkin, gizli bir varsayım yapıyoruz: Atomaltı parçacıkların hareketlerindeki belirsizliğin, karar verme süreçlerimize etki edeceğini varsayıyoruz. Halbuki belki karar verme, kuantum etkiler için fazla makro bir süreç. Nasıl ki Mars'ın binlerce senelik yörüngesini, klasik fizikle tahmin edebiliyoruz, bizim beynimiz de, nöron ağlarımız da, bir elektrondan ziyade Mars gibi davranıyordur, o derece bir kesinliğe daha yakındır. Nörobilime devam bölümünde ayrıntısıyla dalacağız zaten.
Dahası, Kuantum fiziğinde farklı yorumlar var, bir tanesi çoklu dünyalar teorisi (many worlds interpretation). Yani olabilecek tüm ihtimaller zaten gerçekleşiyor, her ayrımda yeni evrenler yaratılıyor. Bu teorinin temelinde deterministik bir formül yatıyor ama asıl sorun, her türlü kararı verdiğiniz bir evren varsa ve hepsi de eşit oranda gerçekse, o zaman "seçim" yapmış olabilir misiniz? "Alternatifleri de seçebilmek" demiştik özgür irade için, oysa burada "alternatifleri seçememezlik edememek" var, illa hepsi gerçekleşecek, farklı farklı evrenlerde.
Son olarak, diyelim seçim alanımız var. Ben şu anda bu yazıyı yazıyorum çünkü deterministik olmayan bir evrende, bir şekilde, bunu istemişim. Peki bu istek nereden geliyor? Bu genel bir soru: Herhangi bir kararın alternatifi seçebileceğimi nasıl gösterirdim size? Sırf size özgür olduğumu kanıtlamak için, koltuğa yığılmayı seçtiğimi düşünün. Size özgür olma kanıtlama isteğim nereden geldi? Onun da alternatifini seçip, "size bir şey kanıtlamama gerek yok" diyebilir miyidim? Schopenhauer bu konuyu güzel özetlemiş:
“İstediğiniz şeyi yapabilirsiniz, ama istediğiniz şeyi isteyemezsiniz.”
Ve bu da, deterministik olmayan bir evrende dahi, özgür irade için büyük bir engel. Zira biz bu prensibi, bilinçdışıyla ilgili çalışmalarda sık sık görüyoruz. Yani atomaltı seviyede determinizm olmasa bile, hatta zihin seviyesinde de bir determinizm olmasa bile, size iki kısa soru sorayım: Kararlarınız bilinçdışınca etkileniyor mu ve bilinçdışını ne kadar kontrol edebiliyorsunuz? Başka sorum yok sayın yargıç.
Özgür iradeyi savunmak için fiziki dünyanın deterministik olmadığını düşünmek tek yol değil. İkinci bir yol da beyninizin, daha doğrusu karar alma mekanizmanızın, fiziksel evrenin bir parçası olmadığını iddia etmek. Bunu dini bağlamda, ruh ile açıklayabilirsiniz. Yani ruhun varlığı, sebep-sonuç ilişkilerinin ötesindedir, onlara bağlı değildir, irade de gücünü ruhtan alır gibi bir şeyler. Aslıda bu argümanın farklı versiyonları, compatibilistlerce de kullanıldığı için, oraya bir köprü olarak kullanıp, oradan devam edeceğim. Yani determinizmi reddetmeyenlerin dahi, bu şekilde özgür iradeyi savunmaları mümkün.
Uyumculuk ve Stoacılar
Özgür iradecilikte yaptığımız gibi, işe antik dönemden başlayalım, bu sefer Epikürcülüğün kuzeni Stoacılıktan konuya gireceğiz.
Stoacıların determinizmi had safhadaydı, zira Kader dedikleri olaylar örgüsünün birebir aynısının, evrenin bir sonraki döngüsünde de yaşanacağını savunuyorlardı. Yani evren sürekli yokolup yaratılıyor ve her versiyon bir öncekinin kopyası.
Stoacılar compatibilist (uyumcu) idiler. Bunu temellendirmek için, sebep-sonuç zincirinde bulunan iki tip sebepten bahsettiler. Biri dışsal, diğeri içsel sebepler. Chrysippus'un Silindiri, bu farkı açıklamaya çalışır:
Bir silindirin yuvarlanması için onu itmeniz lazım. Bu itmeyi yapan kişi, dış sebeptir. Ama silindir daha sonra kendi kendine yuvarlanmaya devam eder, çünkü şekli buna müsaittir. Silindirin şekli, yani insanın karakteri, doğası, aldığı eğitim, akıl yürütmesi vs de içsel sebeplerdir. Eğer o cisim silindir değil de küp olsaydı (kötü bir eğitim almış ve aptal bir insan olsaydı), yuvarlanmaya devam etmezdi.
Yıllar sonra, Chrysippus'un bu içgörüsü hakkında yazan Cicero: "Eğer kaderimde hastalıktan kurtulmak varsa kurtulurum, ölüm varsa da ölürüm, öyleyse doktorlarla filan boşuna uğraşmaya gerek yok."
Stoacılar bu görüşü reddederler, çünkü doktoru çağırmaya karar vermem, ilaç kullanmayı kabul etmem ve sonunda iyileşip iyileşmemem, hep beraber paralel giden kader ağlarıdır. İyileşmek için hepsinin olması lazım. Bu bana, bir sel sırasında mahsur kalıp kurtulmak için dua eden, ama kendisine yardım teklif eden tekneyi, helikopteri vs reddedip "Tanrı bana yardım edecektir, size gerek yok" diyen adamın hikayesini hatırlatıyor
Bu tembellik argümanının önemi, "her şey kaderse Stoacı bir öğretmeni neden dinleyeyim ki, kendimi neden geliştirmeye çalışayım ki, nasıl olsa kaderimde varsa doğruyu yapacağım" düşüncesini çürütmek. Doğruya ulaşabilmek için, o Stoacı'yı dinlemeye karar vermen de kaderin bir parçası. Yani bir sonuca çıkan yolda, hem içsel sebepler, hem dışsal sebepler gerekiyor.
İyi de hala özgür irade işin içinde yok! Yani tembellik yapmam, yapmayı düşünmem, düşünüp sonra vazgeçip Stoacı öğretmenimi dinlemem, bunların da hepsi zaten önceden belli. Bu noktada Stoacılar biraz kafa karıştırıcı bir şey yapıyorlar. Bizim kullandığımız özgür irade terimi yerine birden fazla kavram kullanarak, seçim ve sorumluluğu ayırıyorlar. Yani evet, bizim başka bir alternatifi seçmemiz mümkün değildi ama yine de hayatımızdan sorumluyuz, zira önemli konularda verdiğimiz kararların büyük kısmı, dışsal değil, içsel sebeplerden etkileniyor. Bir başka deyişle, eğer özgür iradeyle karar verdiğimiz sanrısı varsa, bu kararlardan mesuluz.
Dolayısıyla, davranışlarımızdan sorumlu olma anlayışının temelinde, bir alternatifi seçebilme ihtimali yatmıyor (kaderin dışına çıkılamadığı için). Onun yerine karmaşık iç faktörlerin, basit dış faktörlere olan oranı VE o faktörler hakkındaki farkındalığımız yatıyor. Buna çok benzer bir yaklaşımı Spinoza da göstermişti: İnsan sadece kendi isteklerinin farkındaysa köledir. Ama o isteklere sebep olay faktörleri anlayabilirse, deterministik bir evren içinde dahi özgür olabilir.
Bu bana çok yanlış ama bir o kadar da ilginç geliyor. Zaten Safsatalar Ansiklopedisi kitabımın ana fikri de buna benziyordu. Yani safsatalar çoğu zaman bir semptom idiler, hastalığın kendisi başkaydı. Farkında olmadığınız dürtülere, amaçlara, bilinçdışınıza ışık tutacak bir fenerdi safsatalar, çünkü saptanmaları görece kolaydı. Benim farkım, insanın kendini tanıma sürecinin ödülü olarak "özgür irade" vaadi yapmamış olmamdı. Tam tersine, ilk bölümlerdeki hikayeleri hatırlarsanız, arabamızın sürücü koltuğunda olmadığımızı vurguluyordum. Aklın mesaisinin çoğu, zaten yapacağımız davranışların rasyonelize edilmesiyle geçiyordu. Yani "ben" dediğimiz şey, insanın bir yan sanayi ürünüydü. Bu genel tabloyu anlamak, bana zevk veriyor ve kendimle barışık olmamı sağlııyor. Yani tam özgürlük olmasa da iyi bir şey, insanın kendisini tanıması.
Modern Uyumculuk
Modern diskura dönelim. Compatibilistler, iki tür nedensellik olduğunu savunuyorlar.
Mars'ın yörüngesiyle sembolize ettiğimiz dış olaylar (event causation)
O zincire bağlı olmayan, kendi sebep sonuç ilişkisini kendi içinden yaratan şeyler (agent causation).
Bu ayrım bana epey ters geliyor, çünkü akli durumumuz, beynin durumuna, yani biyolojiye, yani fiziğe bağlı. Beynin hasar gördüğünde, karar mekanizmaların da ona göre değişiyor. Tümör yüzünden bir anda pedofili olan, tümör alınınca eski haline dönen meşhur bir hasta var mesela literatürde. Şimdi bu kişinin pedofili istekleri içten kaynaklı mı, yoksa belli biyoloji prensiplerine bağlı gelişen tümörü dış bir sebep olarak mı görüyoruz. Tümör yine bariz bir faktör, genel olarak bu kadar bariz bir sebebi olmayan akıl hastalarını düşünün. Onların kararları içtense, özgürler midir?
Evet, balkondan itilmekle atlamak arasında bir fark var, sırf düşüyoruz diye ikisi de aynı şey değil. Ama sorun şu: İtilirsem sebebine işaret edebiliyorum, tıpkı tümöre işaret edebildiğim gibi. Kendim atlarsam ise, sebepleri "benden kaynaklı" olmuyor, sadece daha karmaşık bir şekilde ve daha fazla seviyede dışa bağlı oluyor. Hatırlayın, compatibilistler de determinizme inanıyorlar. Dış dünyayla sürekli etkileşimde olduğun bir düzende, yeterince geriye gidersen tüm kararlarının da dışsal sebeplere bağlanmadığını nasıl garanti edebilirsin?
İnsanı veya bilinci böyle ayrı bir kefeye koyan açıklamalara doğal bir alerjim var zaten. Her şeye etki eden fizik kanunları, iş bize gelince kendilerine çeki düzen veriyorlar sanki, kafatasımızın içinde bize hörmet ediyorlar.
Stoacılara geri döneyim, onların bir benzetmesi daha var. Diyorlar ki, biz kendi yolunda gitmek zorunda olan bir arabaya bağlı köpekler gibiyiz. İpimiz biraz uzun olduğu için biraz hareket alanımız var. Arabanın arkasında kalırsan sürüklenirsin, çok önde gitmeye çalışırsan da boğulursun. İnsanlar, köpeklerin aksine arabanın gidişatına göre kendilerini ayarlayabilirler. Yolumuzu değiştiremeyiz ama olan bitene karşı tavrımızı her zaman seçebiliriz, ki zaten buradan da stoacılığın ahlak felsefesine bağlıyor. Halbuki bu konuyu ıskalıyor: O tavrı takınmanı sağlayacak özgürlük nereden geliyor. Tavır dediğin şey de, çok daha temel bir seviyede bir sürü faktör tarafından belirlenmiyor mu?
İplerden bahsetmişken, Sam Harris'in sevdiğim bir lafı var:
Bir kukla da özgürdür, iplerini sevdiği sürece.
İki özgür iradeci yaklaşıma baktık, sıra geldi özgür iradeyi reddeden yaklaşımlara bakalım. “Çarşı yaklaşımı” olarak adlandırabileceğimi senaryoda her şeye karşıydık hatırlayın. Özgür iradeye de, determinizme de. Bunu anlamak kolay, çünkü eğer evrenin özünde rastgelelik varsa, bu rastgelelik makro ölçeğe sirayet ediyorsa, makro ölçekte yaşayan insanların da bu rastgeleliği anlamlı bir şekilde değiştirmeleri mümkün değilse, özgürlükten de bahsedilemez.
Diğer alternatif olan katı determinizm, biraz daha ilginç. Determinizmin mantıksal olarak özgürlüğü yok ettiği fikrine dayanıyor. Seçim yok, alternatif yok. Bunun kadercilikten farkı ne diye sorabilirsiniz. Farkı, kaderin belli kuralları kanunları olmaması. Yani geleceğin belirlenmiş ama o geleceğini fiziksel kanunlara bakarak tahmin edemezsin. Determinizmde böyle keyfekederlik yok, herkes aynı kurallara göre oynuyor oyunu.
Umarım ikinci sorunuz da şudur: Kuantum çağında katı determinizmci kaldı mı?
İşte bunu ve konuşmadığımız pek çok şeyi sonraki bölümlere sakladım.
Ahlaki sorumluluk ve özgürlük ilişkisi
Nedensellik tam olarak nedir
Neden özgür irademiz varmış gibi hissediyoruz, yani neden öyle geliştik
Bu işin nörolojisi nasıl?
Özgür irademiz varmış gibi yaşamaya devam mı etmeliyiz.