Evrimsel Psikoloji ile Ahkam Keseceklere Tavsiyeler
Bir ara Ekşi Sözlük’te The Red Pill hakkında bir tartışmaya girmiştim. Bu “kırmızı hap” meselesi tam olarak nedir, o gün de bilmiyordum, bugün de bilmiyorum. Esrarını koruyor. Zira her tartışma “gerçek Red Pill bu değil” ile açılış yapıp, “kahrolsun Meriçler” sloganlarıyla noktalanıyor, tam anlayamıyorsun durumu.
Ne yazık ki kadın-erkek ilişkileri konularını, ana akım medyada sakin sakin konuşan olmayınca, millet ister istemez bu söylevlere kayıyor. Ve merkezi bir otorite de olmadığı için, belli bir miktar kaos doğal. Öyle hatmedilecek bir kutsal kitapları yok sonuçta bu kırmızı hapçıların. Anlatana bağlı olarak, şu öğeleri değişik oranlarda içerdiğini gördüm:
Kişisel gelişim (vücut geliştirme, özdisiplin, Stoacılık, vs)
Kadın tavlama teknikleri
Kadınlardan yakınma şekilleri
Feminist yakma şenlikleri
Evrim ve ekonomi terimleriyle cinsler arası farkların açıklanması
Nafaka optimizasyonu (ilk adım: evlenmeyin)
Ben de konuya evrimsel psikoloji kanalından dahil olmuştum, çünkü çok ilginç ve bir o kadar da halka açık bir konu. Yani bir uzmanlık gerektirmeden, hikaye yazmaya açık. Kimse ehliyet sormuyor, hepimiz yapabiliriz.
Benimkiler de zamanla Ekşi’deki başlığın en popüler yazıları oldular. Bu sebeple, kırmızı hapçılığa heves etmiş birinin orada gördüğü ilk şey oluyorlar. Sizce nasıl tepkiler alıyorum?
Pek “akılcı” ve “soğukkanlı” oldukları söylenemez; hani bu arkadaşların özimajları bu ya. Hayaller Aristo, gerçekler SJW tetiklenmesi.
Neyse, şimdi o eski lüzumsuz atışmaları ayıklayarak, içeriği aktarıyorum. Buradaki amacım, tüm tartışmaları bitirecek bir “Ultimate Red Pill Eleştirisi” değil, hele hele evrimsel psikoloji eleştirisi hiç değil. Daha ziyade, her konuda karşımıza çıkan bazı hatalı düşünce kalıplarını incelemek. Red Pill işin bahanesi yani.
Bilim ve Sözdebilim
EP, fizik gibi bir bilim dalı, yani bir hard-science değil. Astroloji gibi tamamen sözdebilim (pseudoscience) de değil. İkisinin arasında bir konumda. İyi haliyle sosyoloji gibi, ekonomi gibi bir soft science oluyor.
Elbette “soft science daha kötüdür” diye bir şey yok, sadece belirsizlik fazla. EP de test edilemeyecek hipotezlerle dolu. Fakat biz evrim teorisine olan saygımızı -ve onu saldırılara karşı savunma refleksimizi- biraz abartıp, EP teorilerine hard science muamelesi yapıyoruz.
Farazi bir örnek:
“Eski avcı-toplayıcı toplumlarda erkekler gidip avlanırlar, kadınlarsa çocuklarla geride kalır, meyve toplarlar. Bu yüzden erkeğin matematiksel zekası ve rekabetçiliği gelişmiştir, kadınınsa yardımlaşma yeteneği."
Kulağa mantıklı geliyor değil mi? 18 yaşında olsam evrenin sırrını çözmüş gibi sarılırdım buna.
Burada aslında birbirinin içine geçmiş iki ayrı iddia var, önce onları ayıklamak lazım. Birincisi iş bölümüyle ilgili, ikincisi de evrimsel adaptasyonla.
İş bölümünün olduğunu nereden tahmin ediyoruz? Mesela modern avcı-toplayıcı toplumları gözlemleyerek. Veya eski mezarlarda erkekle birlikte gömülen av silahlarına bakarak. Silah kadınla değil, erkekle gömülmüşse, bunun bir anlamı olmalı.
İşin soft science kısmı bu. Soft, çünkü kanıtlar kesin değiller ve tekrar deneye tabi tutulamıyorlar. Mesela:
O avcı-toplayıcılar, bizle iletişime geçtikleri anda değişmiş olabilirler. Yani numuneyi kirlettik.
Değişmeseler dahi örneklem çok ufak. Binlerce mezar, binlerce avcı-toplayıcı toplum yok ortada.
Yahut bize ulaşmış bu numuneler, olağandışı oldukları için hayatta kalmış olabilirler. Yani modern zamanlara kadar tarım devrimini yaşamamış olmak için çok izole olmak lazım. Bu şartlara adapte olmak için geliştirdikleri iş bölümleri, diğer avcı-toplayıcılarda olmak zorunda değildi.
***
Peki ikinci iddiayı, yani adaptasyon kısmını nasıl biliyoruz? Orası işin hikaye yazdığımız kısmı. Bunları doğru-yanlış diye kesin ayrımlara tabi tutamıyorsun. Onun yerine kuvvetli-zayıf ayrımı olabilir. Mesela yukarıda, ilk bakışta kafanıza yatan örneği biraz daha sakince düşünün:
Erkeklerin avlanması da yardımlaşma gerektiriyor. İnsan tek başına avlanmıyor sonuçta.
Hasılat da ortak. “Yani en büyük ceylanı getiren erkek en güzel dişiyi düdükler” gibi bir sistem yok. “Bu ceylan benim” diye diretsen, elinden alırlar zaten.
Avlanma toplam hayatın ufak bir kısmı. Her gün 9-5 ava çıkmıyor topluluklar. Hatta bazı coğrafyalarda hemen hiç çıkmıyorlar, av yok zira. Kalorinin çoğu toplayıcılıktan geliyor.
Demek ki evrimsel baskılar, ilk anda sandığımız kadar farklı değilmiş.
Ortalamanın Yanıltıcılığı
Yazdığımız hikayelere devam. Bazen de hikayenin başlangıç noktası modern toplum oluyor. Şu örneği düşünelim:
"Ortalama bir erkek, kadında gençlik ve güzellik arıyor, ortalama kadın da zengin ve başarılı erkek arıyor. Neden?"
Anketler böyle diyor hakikaten. Ama bu tam olarak ne demek?
Her şeyden önce, ortalama yanıltıcı bir kavram. Belki erkeklerin %30'u güzelliğe öncelik verdi, ikinci şık ise %28 oy aldı. Asıl önemli olan şey dağılım. Bu dağılımların eğitime ve gelir grubuna göre değişimi var. Ama varsa yoksa ortalamadan hareketle yapılan genellemeler.
Dahası, aynı gözüken cevapların özü de epey farklı: Mesela benim için de güzellik en önemli şey ama bir noktaya kadar. Atıyorum, 10 üzerinden 6 güzellik sağlandığı anda güzelliğe önem vermeyi bırakırım. Bir başkası için bu sınır 3 olabilir. Bir başkası 10/10 geldiği anda şalterleri indirir, nerede olduğunu unutur.
Bu detayları aktarabilecek deneyler yapılamıyor. Çünkü çok pahalı. Bu işlere kim para yatırır ki? Ürünleştirebileceğin bir şey yok işin sonunda. Yapsan bile, ne yazık ki çoğumuzun aklında kalan bilgi yine de şu tek satır olacak: “Erkek güzellik ister, kadın da zenginlik."
Sosyal Öğrenme Teorisi
“Erkek güzellik ister, kadın da zenginlik."
Bu aşırı basitleştirilmiş önermeyi doğru farz edip, örneğin üstüne inşa edelim. Niye kadınlar zengin erkek istiyorlar?
“Çünkü kadınlar senede en fazla bir çocuk yapabilirler. Onu da büyütme süreci zahmetli iş. O süreçte kendilerini güvenceye almaları lazım. Erkeklerinse çocuk sınırı yok, her kadına sarkabilir ve hiçbirine bağlanmak zorunda değiller."
Bu hipotez doğru olabilir, derdim o değil. Odak noktamız düşünme metodumuz ve çoktan ikinci yanlışı yaptık: Kültürler-ötesi her trend (mesela Japon kadının da Afganın da hep zengin erkek tercih etmeleri) illa evrimsel kaynaklı olmak zorunda değil. Social learning theory kapsamında geçen şu alternatif açıklamayı düşünün:
"Kadınlar yakın zamana kadar köleden hallicelerdi. Zira tarım toplumu ile birlikte katı hiyerarşiler oluşuyor ve takip eden 12 bin yılın 11900'ü boyunca kadınlar eğitilmiyor, tarla dışında çalıştırılmıyor, mal sahibi olamıyorlardı. Bu düzende kadının tek kurtuluş şansı, daha üst birini bulup sınıf atlamak (hipergami). Yani hipergami, kadının doğasından gelen bir özellikten çok, bulunduğu "sosyal kast"ın bir sonucu. Dolayısıyla eş seçimindeki tercihler ve stratejiler, biyolojiden ziyade sosyoekonomik yapıya bağlı. Kadınlar öyle davranmayı öğrenmişler.”
Bu iki açıklamanın hangisi ne kadar doğru bilmiyorum. Orası uzmanlık işi, detay işi. Asıl önemli nokta şu: EP, duygusal olarak daha çekici bir seçenek. EP bazlı bir açıklamaya kafamız daha kolay yatıyor ve kafamız yattığı an, alternatif aramayı bırakıyoruz. Çünkü bu daha "bilimsel" geliyor.
***
Halbuki ironik olarak bu ikinci teori, evrimsel hikayeden daha bilimsel, çünkü daha yanlışlanabilir. Şöyle bir test hayal edin:
Kadın-erkek eşitliği arttıkça, eş seçilim tercihleri benzeşiyor mu, benzeşmiyor mu? Başka bir deyişle, sosyal kastı yükselen kadın, erkekte zenginliğe daha mı az önem veriyor?
Böyle bir korelasyon yoksa, seçilim yakınsamıyorsa, sosyal öğrenme bazlı teori zayıflar (yakınsadığı bulunmuş). Ama EP hipotezini yanlışlamak çok daha zor.
Arabesk Yorumlar
Tüm bunlar yine işin görece iyi kısmı. Asıl şarampole yuvarlanılan yer, bir EP hipotezinden ahlaki yargı türetmek.
Hipergami hakkında konuşuyoruz diyelim, yani sınıf atlamak amacıyla eş seçimi yapma kavramı hakkında. Belki bu durumu sosyal öğrenme açısından, belki üreme stratejisi açısından değerlendirdiniz, neyse artık. Fakat kısa sürede muhabbet şuna dönüşüyor:
“Kadınlar nankördür, iyisini buldu mu sizi bırakır, bu karı milletine güven olmaz"
Ne oldu? Bilimsellik, rasyonellik vs diye başlayıp, iki dakkada arabeske bağladık. Bir garezi, bir kompleksi bulunan herkes buraya destek veriyor.
Dışardan bakınca komik tabii. Ama onca karşı örnek varken bunu yapmaları trajik. Yani dünya, daha genç ve güzel kadını bulunca ailesini bırakıp giden erkeklerle dolu olmasaydı, o arabesk yaklaşımla yine dalga geçerdik ama biraz daha anlaşılır olurdu. Lakin işler öyle değil. Hipergami yüzünden “nankörlük” yapan bir kadın başına, ikinci baharını yaşamak için yuvadan uçan kaç erkek vardır acaba?
Bu şartlar altında erkekler için mağduriyet çıkarabilen biri varsa, gitsin başvursun, yarın AKP il başkanı yaparlar.
Çok Değişkenli Götürgeç
Hipergami, zaten tek başına çok yetersiz bir model. Hasta eşine yıllarca bakanların, tekrar evlenmeyen dulların motivasyonu nedir mesela? Beyinlerinin bir köşesinde "tekrar evlen, kendini güvenceye al, alfa erkek bul, bir çocuk daha yap" komutları çalışıyor olabilir. Ama belli ki en kuvvetli komut bu değil.
Bu da bizi bir başka tuzağa getiriyor: Bir EP hipotezi geçerli olsa bile, bu onu tek faktör yapmaz.
İnsan, çok değişkenli davranış modellerini işleyemiyor. "Ayşe neden Mehmet'i seçti? Arabası yüzünden tabii" diyoruz. Yoksa "%20 arabası, %15 kendisine çiçek alması, %129 Beşiktaşlı olması" diyemiyoruz.
***
Dahası, bu çok boyutlu güdüler, zamana göre de değişiyorlar. Herkes 365 günün 24 saati aynı değil.
Kız arkadaşım arada gaza gelip tecavüz fantezisi yapmak isteyebilir. Ama o %1'lik zaman dilimindeki davranışlarına bakıp "işte kızım, sahiplenilme ve hizmet etme arzusu senin doğanda var, asıl halin bu, özüne dön. Şimdilik de mutfağa dön" demek bir acayip. Öyle bir denklem ki bu, kalan %99 zamanda yaptıkları onun "gerçek" halini yansıtmıyor ama o %1 yansıtıyor.
Zaten bu insanın özü muhabbeti, kültür ile birlikte epey karıştı…
İnsanın Doğası Ne?
Ben kültürün, genetik ve doğal şartlar sonucu oluştuğuna inanıyorum. Ama bu deterministik bir biçimde olmuyor. Nasıl ki kimyanın özünde fizik var, ama fizik kimyayı deterministik biçimde belirlemiyor (bir başka deyişle, ancak kimyasal düzeyde anlaşılacak bir sürü fenomen var), kültür-doğa ilişkisi de öyle: Bir noktada kültürün kendine has dinamikleri, kuralları oluyor. Onu evrime indirgeyemiyorsun.
Ve bu sistem sürekli kendini besliyor. Kültür, bir sonraki neslin kültürünü de şekillendirdiğinden, bir geribesleme döngüsü var (feedback loop). Kısa sürede sistem acayip sonuçlar vermeye başlıyor.
***
Örneğin en temel evrimsel güdüyü düşünün: Hayatta kalmak. Yani bir şey için evrimleşmişsek, bir özümüz varsa, o da hayatta kalmak, değil mi?
Peki insan niye bir başkası için kendini riske atar? Hadi bunu geçelim, niye kedi köpek için canını tehlikeye atar?
Akrabanızı kurtarmak için risk almanız yine anlaşılır, kin selection diye bir teori var: Akrabanın genleri kısmen senin de genlerin, o yüzden o kurtulunca ve Almanya kazanmış olunca biz de kazanmış sayılıyoruz. Ama köpek kurtararak gen yaymak mümkün değil. Ona rağmen kurtarıyoruz. Olayın heyecanı yatıştığı zaman dahi, insanlar gidip hayvan kurtarma dernekleri kuruyor, gönüllülük yapıyor, para harcıyorlar. Bir kültür oluşuyor. Bir süre sonra hayvan hakları diye bir kavram icad ediyor ve buna gönülden inanıyoruz.
Şimdi kalkıp "siz özünüzde hayvanları o kadar umursamıyorsunuz, kültürün bu dayatmalarını boşverelim, doğal halimize dönelim, daha mutlu oluruz" diyebilir miyim? Bu size saçma geliyorsa, kadın-erkek ilişkilerinde “doğal halimize” dönme isteği niye makul?
Sosyal Hayvanlar ve Evrim
Son argümanımda “doğal ayarlarımız” diye bir şeyin olduğunu ve bunları bildiğimizi farz ediyordum. Halbuki, gerek ırk olsun, gerek cinsiyet olsun, birçok insanın doğal ayar dediği şey, tarım toplumuyla ortaya çıkmış.
Yani 200 bin sene, ufak gruplar halinde, bir kast sistemi olmadan yaşaman her nasılsa “doğal ayar” değil, ama çoğu toplum için en fazla 2-3 bin senelik bir macera olan yerleşik hayatın kalıplaştırdığı -ve kültür ile acayip yerlere gitmiş olan- roller doğal. Böyle bir şey olabilir mi?
Kadının, erkeğin kaburgasından yaratıldığı gibi bir öğretiyi, hangi genlere, hangi “doğal” cinsiyet rolüne indirgeyebilirsin mesela? Doğurma gücü olan kadın, ama kültür öyle bir şey ki işte, onu “doğurulmuş” konumuna itekleyebiliyor. Yahut alfa bir erkeği, gönüllü olarak bakir kalmaya itebiliyor (ruhban sınıfı).
***
Ama benim daha da temel bir sorum var: İdeal toplum, “doğal ayarlarına” dönmüş toplum mudur?
Evrim, mutlu ve sağlıklı yaşayanı ödüllendirmiyor. Genelde çocuk yapmayı ve o çocuklar doğurganlaşana kadar onlara bakabilmeyi ödüllendiriyor. Dolayısıyla kadınların 10 tane çocuk yapıp 30 yaşlarında öldüğü bir toplum, 2-3 çocuk yapan ve sağlıklı bir biçimde 80 yaşına kadar yaşayan insanların toplumunu nüfus olarak ezer. (Tabii çok basitleştiriyorum, başka etmenler de var. Mesela bir toplulukta yeterince ihtiyar yoksa, bilgi aktarımı aksıyor). Evrim bir optimizasyon değil, bir best effort hizmetidir. “Olduğu kadar be abi”. Yani evrime en uygun şekilde toplumu düzenlemek otomatikman iyi bir şey değil.
Evrimsel olarak ideal erkek nedir? Geniş omuzlu, çene kemiği kuvvetli, kaslı? Eh, tüm diğer şartlar sabitse neden olmasın. Ama o diğer şartlar önemli işte. Biz eşleşmeye meyilli hayvanlarız (pair bonding). Türümüzün stratejisi, gorillerdeki gibi alfanın harem kurması değil. Veya bonobolardaki gibi, kadın erkek herkesin önüne gelenle yatması, bunun sonucu hangi çocuğun kimden olduğu belli olmadığı için tüm çocuklara ortaklaşa bakılması da değil. Ana stratejimiz eşleşme (daha doğrusu seri monogami). Dolayısıyla bir kadın açısından, çocuğuna bakacağı %100 garantili olan “vasat” eş, bu garantiyi vermeyen über-erkeğe kıyasla daha değerli.
Bir topluluk açısından da başka şeyler değerli: Alfaoğlualfa da olsan, çok iyi bir eş de olsan, toplulukla uyum sağlayamadığın sürece soyunun devamı imkansız. Sosyal hayvanlarda bireysel genetik üstünlüğün değeri, uyum ve ittifak kurabilme yeteneklerinin değerinden çok daha azdır. Bir sürü insan, sanki kaplanla aynı evrimsel dinamiklere sahipmişiz gibi EP yorumları yapıyor.
Dehanın Yanıltıcılığı
Eğer sindire sindire okuyorsanız zaten anlamışsınızdır, tüm bunları “kadın-erkek aynıdır, hatta cinsiyet diye bir şey yoktur, tüm farklar kültürel birer inşadır” gibi şeyler demek için yazmıyorum. Kadın ve erkek arasında doğuştan gelen nörolojik farklar var. Ama bu farklar sanıldığından ufak (birazdan değineceğim) ve her fark, evrimsel bir adaptasyona işaret etmez. Yani bazı genetik farklar tesadüf eseri kalıcı olur, zararlı değillerse filtrelenmezler. Hatta "darboğaz etkisi" (bottleneck effect) yüzünden nüfusa iyice yayılabilirler.
***
Bu noktayı değişik bir açıdan örneklendirelim: Hemen her alanda, en başarılı insanların çoğu erkek. Neden?
Bunun en kolay açıklaması ayrımcılık veya patriyarka. Ama bu aslında, fazla düşünmeden konuyu kapatmak demek. Çok daha ilginç nedenler de var. Mesela, bir işte çok başarılı olmak için gerekenler ne, bir düşünelim:
Deha / yetenek
Zaman (o işe ayırabileceğiniz toplam saat)
Obsesiflik (o işe ayırabileceğiniz toplam dikkat)
Erkek nüfusunda bunlar daha bol bulunuyor. “Her erkekte hepsinden daha çok var” demiyorum, dikkat edin. En basitinden çocuk yapmayıp -veya yapsa bile- işine odaklanma imkanı, tek başına devasa bir fark yaratır. Yani dünyanın en iyi aşçısı olabilecek 1000 kişilik bir yetenek havuzu varsa, bir ayrımcılık olmasa ve hatta herkesin doğuştan yeteneği eşit olsa dahi, zamanla o havuzun atıyorum 900’ü erkek olacak.
Piramidin tepesine çıktıkça, yani en büyük şirketlerde yönetici olmaya, en iyi avukat olmaya, en iyi ressam olmaya çalıştıkça, çok ufak bir zaman veya obsesiflik farkı, sonucu epey değiştiriyor. Piramidin tepesinde bir kez erkek çoğunluk oldu mu da, onlar da kendi kültürlerini yaratıyorlar ve kadınların işini iyice zorlaştırıyorlar. (Örnek: Silikon Vadisi “bro kültürü” veya ters yönde bir örnek için, hemşire olmak isteyen bir erkeği düşünün)
***
Ama ben biliyorum, sizin dikkatinizi asıl deha çekmiştir. Ne demek daha fazla erkek deha var? Ve bu bilgi, nasıl istismar ediliyor?
IQ gibi basit bir parametre kullanalım (başka özelliklere de uyarlanabilir diyeceklerim).
Kadın-erkek ortalamalası aynı, fakat uçlardaki erkek yoğunluğu daha fazla. Kısacası, doğal yatkınlığımız öyle ki, dehaların ve moronların çoğu erkek.
Bu bilgiyi duyduğunuzda ilk verdiğiniz tepkiyi analiz edin. Kadınsanız savunmaya mı geçtiniz? Erkekseniz bundan böbürlendiniz mi? Nedense kimse kendini moronlarla özdeşleştirmiyor, hemen dehalara kayıyoruz.
İşin açıkçası, bundan kendinize pay çıkaramazsınız, zira epey uç örneklerden bahsediyoruz. Yani ancak 10 binde birlik kısımda cinsiyet farkları önemli oluyor. Kalan 9999'umuzda bir numara yok. O 10 bin kişi içindeki 1 kişi olma ihtimaliniz de, evet hesaplıyorum, 10 binde 1.
Daha ilginci, piramidin tepesindeki IQ farkları da zamanla erimiş. In the 1980s, there were 13.5 boys for every girl in the top 0.01%, now there are only 3.8. Yani 80’lerde, %0.01’lik o elit kesimde her 13.5 erkeğe bir kız düşerken, bugün oran 3.8’e 1’e gerilemiş. Sadece 30-40 senede, oranların 3-4 kat değişmesi neyi gösteriyor? Ya elitler arasında IQ dağılımı çok değişti, ya da IQ ölçümünün ciddi bir kültürel-eğitimsel bileşeni var. Kadınların fırsat eşitliği arttıkça, elitler arasındaki bu fark da eriyor.
Çıkarılacak En Önemli Ders
Aklınızda tek bir şey kalacaksa, şu olsun isterim: Hemen her türlü deneyde grup içi farklar, gruplar arasındaki ortalama farklardan büyüktür.
Yani rastgele seçilmiş iki Afrikalı arasındaki IQ farkı, Afrikalı ve Avrupalı ortalaması arasındaki farktan büyük. Rastgele iki Türk arasındaki hafıza yeteneği farkı, ortalama bir Japon ile Türk arasındaki hafıza yeteneği farkından büyük.
Benzer şekilde, iki erkek arasındaki fark (matematiğe yatkınlık veya hafıza), ortalama erkek ve ortalama kadın arasındaki farktan fazla. Hem de katbekat fazla. Dolayısıyla "kadınların doğası budur", "erkekler şöyledir" gibi çıkarımlar, %100’lük genellemeler yapmıyorsanız bile yanıltıcı olmaya mahkumlar.
Çok uç bir örnek vereyim: Özel harekat mensubu işe alacaksam, kadın programına reklam vermem tabii. Ama sadece erkeklerin yapabileceği şeyler o kadar özelleşmiş oluyorlar ki, erkeklerin de çok büyük kısmı bunları yapamıyor. Dolayısıyla ırk, cinsiyet, din gibi büyük gruplar hakkında kullanılan bu tip zihinsel kısayollar (heuristics) pek işe yaramazlar. Ancak ve ancak, başka hiçbir veri yoksa elinizde, hiç yoktan iyidirler. Fakat pratikte elimizde başka veriler de olduğundan, öncelikle ve özellikle cinsiyet gibi dev gruplara odaklanmak yanıltıcı oluyor, hiç yoktan da kötü oluyor.
Lakin, bunu bir ahlakçılık ile ayıplamak istemiyorum. Zira bu eğilimden kurtulamıyoruz. İlla ki hemen her grup hakkında zihinsel kısayol oluşturacağız, bilinçaltımızın bir parçası bu. Ama:
zekanı ve bilgini, bu verimsiz kısayolları rasyonalize etmek için kullanıyorsan,
EP’yi de kendi güzelliğinden ziyade sırf bu uğurda bir araç olarak görüyorsan,
kendini de “kırmızı hapı aldım, artık koyun değilim, Matrix’in kodunu görüyorum” diye gazlıyorsan,
olaya fazla ideolojik yaklaşıyorsun demektir. Fazla ideolojinin de sonu ya ölüm ya da lüzumsuz stres.
Üstünüze rahat bir şeyler giyinip “ben neden deli gibi bunları kanıtlamaya çalışıyorum ve bu kadar tek yanlı sorguluyorum” diyerek kendi kendinize psikanaliz yapın. Egonuza bir delik açın ve bırakın bu lüzumsuz stres oradan akıp gitsin. Sonra Red Pill’in veya başka bir ideolojinin, hayattan alacağınız huzuru arttıran taraflarını alır, kalan kısmını unutur gidersiniz.