İnsanın Fethi: Buğday, Tavuk ve Bakteri Tarafından Evcilleştirilen Tek Tür
12 bin yıl önce ekmek diye bir şey yoktu. Süt içmiyor, patates yemiyor, ata binmiyor ve muhtemelen Netflix izlemiyorduk. Birçok dine göre sözde insanlar için yaratılmış olan bu Dünya'da, nedense hemen her hayvan ve bitki "kullanılamaz" haldeydi.
Halen de öyle gerçi. Sayısız seçenek arasında, sadece birkaç düzine türü evcilleştirebildik. Buğday, mısır, patates, arpa ve niceleri, 6000 yıllık deneme-yanılma sürecinin meyveleri. Bizim açımızdan, bu süreç zorlu bir "fetih" süreciydi. Peki buğdayın açısından?
***
Göçebelerin Fethi
Eskiden, Türkiye'nin güneydoğusu etrafındaki ufak bir coğrafyaya sıkışmış olan buğday, sayemizde şimdi her yerde. 220 milyon hektarlık ekim alanı diyor Wikipedia, yani 6 tane Almanya'yı yanyana koyun, her karışının buğdayla dolu olduğunu düşünün.
İnsanlar bunları suluyor, zararlı hayvanlardan koruyor, hastalıklarını iyileştiriyor. Tüm bunları yapabilmek için, göçebe hayatı bırakıp "evlendik". Bürokrasiler, mülkiyet hakları, kolluk kuvvetleri yarattık.
Buğdayla aramızdaki ilişki, köpeğinin peşinden koşturup bokunu temizleyen insanların durumunu andırıyor: Yarın bir uzaylı gelse, kimi daha üstün görecek belli değil, tüm galaksiye rezil olabiliriz.
***
İmparatorlukların Fethi
Buğday, sadece bir ailenin günlük programını, yahut bir kasabanın senelik kanunlarını değil, koca bir imparatorluğun asırlık stratejisini etkiliyordu. Julius Caesar dönemi Roma'sının, her sene yarım milyon ton buğday ihtiyacı vardı örneğin. Nil deltasının bereketini ve bekaretini sunan Cleopatra, bu ihtiyacın tam üçte birini karşılıyordu. Dünya tarihinin en etkin siyasi ve askeri organizasyonuna, belki de her şeyden çok buğday ve ilgili lojistik yön verdi.
Bugünkü rakamlar ile kıyaslayınca her şey komik kaçıyor elbette: Sadece Çin, 250 tane Antik Roma besleyecek kadar buğday üretiyor artık. Özellikle 1960'lar önemli bir kırılma noktası olmuş. Mesela İngiltere'de, aynı ekili alandan alınan verim üçe katlanmış.
***
Bu değişimler Mısır'ı nasıl etkiledi? Antik Çağ'ın tahıl deposu, bugün Dünya'nın en büyük buğday ithalatçısı. Zamanında Roma'ya verdiklerinin neredeyse 100 katını ithal ediyorlar. Onlara en çok yardımı yapan da, yeni Roma'nın içinde olduğu Avrupa Birliği.
Son bir ironi olarak, Mısır, sübvanse edilmiş bu buğdayı vatandaşına yardım olarak dağıtıyor. Tıpkı 200 bin vatandaşına yardım yapan popülist Roma imparatorlarının dediği gibi: "Ekmek ve oyunlar".
Ya buğdayın anavatanı Türkiye? İthalat listesinde 4. sırada. (İşin komiği, ihracat sıralamasında da 9. sırada)
***
Zekanın Fethi
Sapiens kitabında da bahsi geçen bu "buğdayın bizi evcilleştirmesi" fikri, insana paradigma kayması yaşattıracak cinsten. Zira insan-merkezli düşünmeyi bıraktırıyor. Nasıl mı?
Evrim piyasasında değerli olan şey, zekanı kullanarak çevreni değiştirip kendine uydurmak değil. Tek geçer akçe, genlerini yayabilmek. Buğday bu işi gayet iyi başarmış ve bu daha başlangıc. Her on senede bir, 1 milyar yeni insan geldikçe bu gezegene, buğday üretimi daha da artacak.
Biz zeki olduğumuz için, zekaya ve yaratıcılığa fazla önem atfediyoruz. Eğer köpekbalığı olsaydık, koklama duyularına göre hiyerarşiye sokacaktık hayvanları. Ve kimse de bunu sorgulamazdı. Ne de olsa köpekbalıkları 400 milyon yıldır genlerini başarıyla kopyalıyorlar, var bir bildikleri.
***
Bağırsaklarımızın Fethi
Tavuk, inek gibi aptal hayvanlar da gayet başarılılar. Buğdayın aksine, bizi sabit bir yere çakıp evcilleştirdikleri söylenemez ama bizi iyi kullandıkları kesin. 25 milyar tavuğun her biri mutsuz dahi olsa, tavuk türü gezegene hakim. Burası tavukların ve horozların çöplüğü. Belki de o yüzden uzaylılar gelmiyor.
(Burada kedilere özel bir parantez açmak lazım: Tam da kendilerinden beklenecek şekilde, kendi kendilerini evcilleştirmişler. Çoktan evcilleşmiş olan insanların tarlalarında takılıp, zararlı hayvanları kovalamış, kovaladıkça ödül almış, ödül aldıkça Pavlov'a teşekkür edip tarlalarda takılmaya devam etmişler. Hem insanların evi içinde, hem de dışında bu kadar rahat edebilen başka bir hayvan yok).
***
Ama en haini bakteriler, bizi gayet güzel kullanıyorlar.
Vücudumuzdaki DNA'ların %90'ı bize ait değil, yabancı organizmaların. Ağzınızın ve bağırsaklarınızın içine bakın mesela. Orada bulunan her 10 canlı şeyden 9'u sizin hücreniz değil, insan hücresi dahi değil.
Bunlardan bazıları doğrudan insana yardım ediyorlar, sindirim konusunda mesela. Belki de onlara en çok yarayan "host"ları hayatta bıraktılar, onlarla kavga edenlerde ise iltihapa neden oldular.
Bağırsağı uygun her yeni insan başına, milyarlarca yeni bakteri hayata gelecek. İnsan, o yabancı genler açısından bir araç, insanlık da hostları üreten fabrika. İnsanlığa faydalı bir bakteri olmak en iyi strateji.
***
Yıldızların Fethi
Genetik mühendisliği açısından düşünün: Bir başka türün genlerini elimizle değiştirecek kadar o türe hakim olmuşuz, fakat tam da bunu yaptığımız için, bizle beraber tüm gezegene ve ilerde tüm Güneş Sistemi'ne yayılacaklar. Yani o türün -bilinçsizce de olsa- gösterdiği esneklik, daha geleneksel ve agresif evrimsel stratejilere kıyasla (örneğin insan yiyen bir buğday türüne kıyasla) çok daha başarılı.
50 sene sonra Mars'ta veya Jüpiter'in bir uydusunda buğday da, tavuk da, bağırsak bakterilerimiz de yaşıyor olacaklar.
***
Tabii kimse bir skor tutmuyor, "kaç gen kopyanız, ona göre devletten buğday yardımı alacaksınız" diyen olmuyor, devlete genvarlığı beyannamesi yapmıyoruz. Manasız, amaçsız, kör bir yayılma bu. Kaynak bolken, sonsuza kadar üreyecek ve yayılacak bir virüs gibi davranıyor hayat. Doğanın dengesi diye romantize edilen şey, bu tip nüfus patlamaları, soykırımlar ve onları takip eden açlık / yokoluş dönemleridir.
Bizi “evcilleştirmiş” olan türlerle birlikte, kendi ekosistemimizin dışına taşabildiğimiz için -hatta yakın zamanda yıldız sistemimizin ötesini de tüketmeye başlayacağımız için- bu döngüyü geciktiriyoruz sadece. Ama evrenin kendisi, çok daha büyük bir ölçekte, geri dönüşü olmayan bir yokoluş sürecinde ilerliyor: entropi’nin artışı.
İnsan zekasının üstünlüğü, doğanın dengesi, evrenin ebediyeti…hepsi güzel birer masal.