Eşitlik ve Ötesi 2: Savaşlar, Hap, Evrim

Eşitlik ve Ötesi 2: Savaşlar, Hap, Evrim

Birinci Bölüm’de mülkiyet hakkından, antik godoşluktan ve Roma’dan bahsetmiştik. Şimdiyse modern savaşlardan, haplardan, evrimden, fırsat eşitliğinden, kampüs aktivizminden ve gelecekten bahsedelim.


İhtiyaç İcadın Anasıdır

Nasıl ki Spartalı kadınların hak sahibi olmaları, zor şartların ve nüfus krizinin bir sonucuydu, modern feminizim hareketinin başlangıcında da devasa zorluklar ve zorunluluklar var:

  1. Savaşlar

  2. Endüstriyelleşme

  3. Şehirleşme


Savaşlar hiçbir zaman olmadığı kadar "total"diler artık (Total War). Özellikle 2. Dünya Savaşı sırasında kadınların işgücüne katılımı epey artıyor. Eskinin militer kültürlerinde kadının asli görevi iyi savaşçı yetiştirmek iken, artık savaş endüstrisinin parçası olarak asker değil bomba üretiyor, üniforma dikiyorlar.

Bu ekonomik değişimlerin, kültürel değişimlere yol açmaları da kolaylaşıyor, çünkü artık "mahalle baskısı" yok. Eski mahalleler kalmamış ki. Herkes köyünü bırakıp şehirlere gelmiş. Sisteme reset atılmış gibi.

***

En az savaşlar kadar önemli bir değişim motoru olan doğum kontrol hapını unutmayalım. Kadının hamileliğini kontrol edebilmesi, insanlik tarihindeki en büyük devrimlerden biri. Bence ateşin kontrol edilebilmesiyle aynı boyutta çünkü tüm cinsiyet ilişkilerinin denklemini değiştiriyor.

Belki hap, biz halen feodal düzende yaşarken icad edilseydi, etkisi bu kadar büyük olmazdı. Zaten büyük ihtimalle “günah” diye kullanımı yasaklanırdı. Hele Sparta zamanında böyle bir imkan olsa, “vatana ihanet”ten asarlardı. Nitekim ilkel doğum kontrol yöntemlerinin herhangi bir resmi destek almamış olması bunu kanıtlıyor olmalı. Ama hap, diğer modern değişimlerle beraber gelince, etkisi katlanarak arttı.

Dolayısıyla ben modern kadın haklarının çoğunu, feminist hareketin bir sonucu olarak görmüyorum. Feminist hareketi, bu hakların bir sonucu olarak görüyorum. Daha doğrusu, kadın hakları da feminizm de, aynı kök nedenler tarafından tetiklenmişler.

pill.jpg

***

Fakat bu demek değil ki, feminist hareketin bir etkisi olmadı. Hareketler ya sebep, ya sonuç diye ayrılmak zorunda değiller. Bir hareket, daha kök değişimlerin bir sonucu olarak başlamış, belli bir kritik eşiği aşınca da, başka değişimlere sebep olmuş olabilir.

Örneğin kız okulları açılması bir zorunluluk iken, kız öğrencilerin de teknik konularda eğitilebilmeleri, bu feministlerin çabaları sayesinde gerçekleşiyor. Keza, bir ofis ortamında, kadınların sekreterlikten başka işler de yapabilecekleri anlayışının yerleşmesi… Bu feminist hareketler olmasaydı belki bu anlayış 100 sene daha sonra yerleşecekti.

Her sosyal sistemde bir geri besleme döngüsü var; bugünün sonuçları yarının sebepleridir.



Evrim ve Mülkiyet

Peki neden yakın zamana kadar, neredeyse evrensel olarak, kadınların mülkiyet hakkı yok? Neden ancak zorunluluktan doğan durumlarda hak hukuk sahibi olmuşlar? Tarih boyunca, erkeklerin de çoğunluğunun pek bir hak sahibi olmadığını söylemiştik ama hak sahibi olan herkes erkekti. Krallar, lordlar, rahipler, büyük aile reisleri…

Bambaşka çağlar ve coğrafyalarda benzer şeyler gözleniyorsa, cevabı biyolojide aramak doğal. Zira "patriyarka" deyince, sanki kültür yoluyla aktarılan küresel bir komplo imiş gibi geliyor kulağa. Halbuki Sümer’de de malsın, Japonya’da da, Atina'da da. Bu işin ardında başka bir şey olmalı.

***

Burası tamamen benim spekülasyonum (zaten bu blog komple benim spekülasyonum, hepiniz deliliğime ortaksınız). En basit cevap: Kadınlar hamilelik yüzünden “mal” olmuşlar.

Fakat konu bu kadar basit olsaydı, bize benzeyen her primatta aynı sistem ortaya çıkardı. Sonuçta hepsinde dişi hamile kalıyor ve hamilelik süresi uzun, yani epey yatırım gerektiriyor. Yani üreme stratejileri farkının getireceği asgari birtakım cinsiyet rolleri farkı olacak. Ama hepsi aynı yola çıkmamış:

  • Bazılarında, fiziken güçsüz olmalarına rağmen kadınlar hakim, çünkü ittifak kurabiliyorlar (bonobolar)

  • Bazıları görece eşitlikçi, çünkü kimin çocuğu kimden belli değil, tüm grup ortaklaşa tüm çocuklara bakıyor.

  • Bazıları da patriyarka: Alfa erkek bir harem kuruyor. Kadınlar, alfadan alfaya geçiyorlar. Bu "rejim değişikliği" sırasında hamilelerse, yeni alfa bunları dövüyor, düşük yaptırıyor, tekrar kızışmalarını sağlıyor ve kendi çocuğunu yapıyor. Doğa ne kadar huzurlu değil mi?


Yani hayvanlarda çeşitli stratejiler var. Avcı-toplayıcı insan gruplarında da asgari bir eşitlik var. Elbette burada feminizmden bahsetmiyoruz ama Viktoryen ahlakına kıyasla çok daha esnek roller. Öyleyse başka bir şey tetikleyici olmalı.

Benim tahminimce, bu tetik mülkiyet idi. Mülkiyet anlayışı “icat” edildi mi, kimin çocuğu kimden, bu aşırı önem kazanıyor. Zira sadece genlerini yayma derdin yok artık, birikmiş kaynaklarını da aktarıyorsun (para, statü, ünvan). Peki neye göre miras bırakacaksın? Bir kadın, çocuğunun sahibi olduğundan %100 emindir ama DNA testleri olmadığı zamanlarda erkeğin böyle bir lüksü yok. Kadının aşırı sahiplenilmesi bunun bir sonucu olmalı.

“Öpüjem abijim”

“Öpüjem abijim”

***

Kültür, biyolojinin bir sonucu olsa da, aralarında lineer olmayan bir ilişki var. Özellikle yerleşik düzen, mülkiyet, din, hukuk, tüm bunlar bir paket halinde gelip, birkaç asırda veya birkaç bin senede, 200 bin senede olmayan değişimlere yol açmışlar. O yüzden Sümer’den beri kodifiye edilmiş kadın-erkek ilişkilerine bakarak (örneğin Roma kanunlarında tecavüze uğrayan kadının istisnasız biçimde en azından kısmen suçlu olması, yahut kutsal kitaplarda kadının şahitliğinin erkeğinkine oranının düzenlenmesi), bazı feministlerin yaptığı gibi bir "patriyarka komploculuğuna" veya bazı anti-feministlerin yaptığı gibi biyolojik determinizme kaymayı yanlış buluyorum.

(Sistem mühendisliği veya kaos teorisi gibi konuları bilenler, feedback içeren non-lineer sistemlerin nasıl tahmin edilemez sonuçlar verebildiklerine aşinadır. O terimlerle kültür-genetik arasındaki ilişkiyi anlatmak bence daha basit. Günlük konuşma dilimiz ise pek uygun değil.)

Fırsat Eşitliği

Şimdi ikinci ana başlığımıza geçelim (korkmayın, bu kadar uzun olmayacak): Fırsat eşitliği için hak eşitliği şart ama yeter değil. Yani ortalama bir kadın, 1882'de kağıt üstünde mal sahibi olabiliyorsa, pratikte aynı fırsatlara sahip olması 1982'yi bulabilir.

Peki fırsat eşitliği niye önemli? Benim için cevap basit: İsraf edilen potansiyel.

"Kadın dediğin çocuğunun anası olur, o kadar" kafasını düşünün. Kaynağı ne olursa olsun (evrim, kültür, veya bir kombinasyonu), diyelim ki kadınların %90'ı için en doğru şey bu. Yani böyle mutlu oluyorlar, doğanın kanunu bu, vs. Nasıl meşrulaştırırsanız artık. Fakat yine de bu kalıplara uymayan %10’un dışlanması, inanılmaz bir kayıp. Hem sayı olarak çok, hem de nitelik bakımından: Çünkü tam da değişim getirecek tiplerin, tam da en ilginç tiplerin önü tıkanıyor.

***

Doğanın getirdiği çözümler genelde baştan savmadır, yani "yeterince isabetli" çözümlerdir.  Fakat biz çok daha iyisini yapabiliriz. %80-90 için uygun olan ama kalanı heba eden bir sistemle yetinmek zorunda değiliz. Bu yüzden fırsat eşitliğini sağlamak önemli.

Bir biyolojik determinist iseniz bile, her beyazın, her Asyalının, her kadının, her erkeğin x veya y olmasına inanmıyorsunuzdur. Biyolojik determinizm de ortalamalar ile konuşur. Dolayısıyla tasarladığımız sistemler, dağılımın uçlarındakileri de en verimli şekilde değerlendirmeli, onları “düşük çözünürlüklü” kategorilere hapsetmemeli.



Sonuç Eşitliği

Bu da bizi son kısma, yani “bildiğin" eşitliğe getiriyor. İnsanların önündeki grup-bazlı yapay bariyerleri (Yahudiler giremez, Japonlar çıkamaz gibi) olabildiğince kaldırmış bir toplum nasıl olur? Siyasetçilerin %50'si kadın mı olur mesela?

Bence olmaz. Olmasına gerek de yok. Eşitliği sonuçlar üzerinden kurmaya kalkarsanız, evet, belki ilk dönemlerde ilerleme kaydedersiniz. Zira epey yerleşik ve sistematik sorunlarla başediyorsun, öyle sihirli değneğini sallayınca bir anda meritokrasi gelmiyor, bir fırsat eşitliği oluşmuyor. Kadın hakları anlayışı oturmamış bir coğrafyada, yarısı kadınlardan oluşan bir hükümet kabinesi, önemli bir semboldür mesela. Tabuları yıkar, kızları cesaretlendirir, ebeveynlerin ve öğretmenlerin gözünü açar. (En çok eğitime muhtaç kesim öğretmenler.)

Ama "illa şu mesleğin yarısı kadın, %13'ü zenci, %4'ü gay, %0.01'i trans olsun, aksi takdirde hala ayrımcılık var" diye kota bazlı düşünmenin sonu yok. Sonu olmadığı gibi, fizik kanunlarına uygun olarak, karşı yönde ve eşit kuvvette bir tepki gelmesi gecikmez: "O zaman maden işçilerinin de yarısı kadın olsun. Kör olası çöpçülerin ve lanet olası federallerin de yarısı kadın olsun. Rapçilerin %87'si beyaz olsun…”

Bir başka deyişle, pozitif ayrımcılık, bir hareketin başarıya ulaşması için başlarda gerekli, fakat bir noktadan sonra zararı faydasını geçiyor, astarı yüzünden pahalıya geliyor. Hem toplumun diğer kesimlerinde nefret oluşturuyorsun, hem de her hareket gibi bu da kendi ekonomisini, dogmalarını, ruhban sınıfını yaratıyor.

***

Bu “ruhban sınıfı”, varlıklarını, hareketin bir türlü başarıya ulaşmamasına borçlu. Bunun safsata bilimindeki yansıması moving the goalpost: İddialarını ve tartışmanın merkez noktasını sürekli değiştirmek yani.

“Her zamankinden de çok” seksizm oldukça, bu profesyonelleşmiş aktivistlere de hep “her zamankinden daha çok” ihtiyaç vardır. Miyadını doldurmuş bir oluşum, bir türlü ölemeyen bir zombi gibi, sürekli dolanır, varlığını meşru kılacak bir bahane arar. Önce geride kalan ufak sorunları büyütürler, onlar da bitince olmayan sorunlar yaratmaya başlarlar. Tüm hareketlerin rotası aşağı yukarı bu, feminizm de bu dinamiklerin üstünde değil.

future.jpg



Gelecekte Erkeğin Değeri

Elbette her toplum bu pozitif ayrımcılık -ve bildiğin düz ayrımcılık- eğrilerinin değişik noktalarında. Hatta toplum genelinde de tek bir eğri yok, her kesim ayrı. San Francisco'da yaşıyorsanız farklı bir denklem, Ohio'da farklı bir denklem. Türkiye içinde de Cihangir ile Yozgat bambaşka denklemler. Internet yüzünden sanki hepimiz, hep aynı sorunlar hakkında, aynı parametreler üzerinden konuşuyormuşuz gibi bir yanılgı oluşuyor. Halbuki bambaşka gerçekliklerdeyiz.

Bu farklar yakın gelecekte daha da bariz olacak. Zira geleneksel olarak erkekler ile özdeşleştirilen özelliklerin giderek değersizleştiğini düşünüyorum. Yeni sağcılar bunu, “Hollywood liberalleri”ne bağlıyorlar ama yine sebep ile sonucu karıştırıp, kök nedenleri görememek bu. Hollywood’un -veya suçladığınız kültürel kurum neyse- geleneksel masküleniteden uzaklaşması ve bunun da “satıyor" olması, daha derindeki değişimlerin bir belirtisi. Bunu anlamak için birkaç adım geriye gidelim…

***

Evrimsel olarak, ortalama erkeğin değeri, ortalama kadına göre hep düşüktü. Zira erkeği feda etmek, topluluğun doğum hızını etkilemiyor. Ancak ve ancak, hiç savaşçın kalmayacaksa erkeğin marjinal değeri fazla olur. Yani erkeklerin daha çok risk almaları ve daha harcanabilir olmaları, yine hamile kalmamalarının bir sonucu. Cinsiyetler arasındaki değer farkı, sperm ile yumurtanın değer farklarını yansıtıyor bir nevi.

Fakat çağımızda bu farkı iyice arttıran trendler var. Bunların en büyüğü olan devlet, "güven sağlayıcı" etken olarak, 20.yy’da aile reisinin yerini aldı. İstikrar arttığı, savaşlar azaldığı için (kavga etmek bile çoğu yerde istisna) erkeğin “koruyucu” rolü de kalmadı. Kimi kimden koruyorsun?

Ekonomik açıdan da sosyal devlet, kadının statü kazanmak için evli olması gerektiği çağları bitirdi. Kocası olan da olmayan da asgari ihtiyaçlarını giderebiliyor. Evrensel Temel Gelir yayılınca, bu etki iyice belli olacaktır.

Kısacası "çene kemiği ve cüzdanı kalın erkek" bulmak o kadar önemli değil. Bu roller artık devletin bünyesinde

***

menwomenintelligencedistribution.jpg


Erkeklikle özdeşleştirilen iki önemli özellik daha var: Deha ve risk.

Dehalar ve en başarılı insanlar arasında erkek oranı fazla. Bu kısmen "fırsat eşitsizliği" yüzünden. Kısmen aileye ayrılan zamandaki dengesizlik yüzünden (ki bu da biyoloji ve kültür karması bir etki). Kısmen de biyoloji ağırlıklı bir durum yüzünden: Erkekler hem daha aptal, hem daha zekiler.

(Linkteki makaleyi yanlış yorumlamamanız için bir parantez açayım: Cinsler arası belirtilen IQ farkları, en tepedeki %0.01’lik kesim için sadece, hemen üstünüze alınmayın yani. Bir başka deyişle, 10 bin kişi içinde en yüksek IQ sahibi insanın erkek olma oranı 3’e 1 ama kalan 9999 kişi için pek fazla bir şey fark etmiyor. Dahası, bu oran 1980’lerde 13.5’e 1 imiş. Kısa zamanda farkın çoğu erimiş. Dolayısıyla ya zamanında ciddi bir ölçüm problemi vardı, ya da IQ ölçümlerinde de ciddi bir kültürel bileşen var.)

***

Detayların içinde kaybolmadan asıl soruyu sorayım: Bırak %75’i, diyelim ki eşitliğin ileri olduğu bir toplumda bile, dahilerin %99.9’u erkek olsun. Bunun günümüzde değeri nedir, asıl soru bu.

Eskiden tek bir dahi, bir alanı kökten değiştirebilirdi. Bu yüzden daha fazla polymath (birden fazla alanda devrimci olmuş insanlar) vardı zaten. Ama artık ancak ufak tefek katkılar yapabiliyorlar. Toplam birikim ve problem karmaşıklığı arttıkça, bir dahinin marjinal katkısı düşüyor. Kepler bir teleskopla devrim yaratmıştı, bugünse sıradan bir NASA projesi için düzinelerce, hatta yüzlerce insanın beraber çalışması lazım. Deha veya risk almak bir birim önemliyse, sakin olmak, düzgün iletişim kurabilmek, disiplinli olabilmek 10 birim, 50 birim önemli.

(Bu demek değil ki “dehaya ve riske gerek yok”. Burada marjinal değerden bahsediyorum. Soyut matematik gibi bir alanda uçlardaki insanların önemi daha fazla olur ama projelerimizin ezici çoğunluğu böyle değil.)

Gelecekte İnsanın Değeri

Tüm bunları, "future is female" (“gelecek de bir gün gelecek”) sloganını haklı çıkarmak için söylemiyorum. Bu sloganın, sadece yakın gelecek için doğru olduğunu düşünüyorum. Yakın gelecek için doğru, zira erkeklerin değerlerinin düşmesine paralel olarak, kadınlar ortalamada daha çok eğitiliyorlar ve daha disiplinliler. Benim verdiğim ve geleneksel olarak erkeklerle özdeşleştirilen mantık, tartışma, karar verme psikolojisi derslerinde dahi katılım oranı yarı yarıya ve ödevlerin çoğunu kadınlar yapıyor. En iyi öğrencim erkek olsa bile, en iyi 10 öğrencimin 7'si kadın oluyor mesela.

Gorillerden çok, giderek bonoboloro benziyoruz yani. Lakin bu etkiler tam kök salmaya başladıklarında, ilişkilerin doğasının teknoloji yüzünden kökten değişeceğine inanıyorum. Sırf doğumların azalması bile bu kadar etki etmişken, dijital bilinçlerin etkisini düşünsenize: Tek bir saniye içinde, kodunda ufak tefek değişiklikler yaparak, binlerce “doğum” yapabilirsin.

Böyle bir dünyada, alıştığımız çizgideki tartışmalar tamamen değişecektir. Yine aynı şekilde, bir saniye içinde, biraz daha feminen veya maskülen yüzlerce varyasyonumu yaratmak mümkün olabilir. Her türlü karakter ekseni boyunca (anaçlık, fedakarlık, risk alma, agresiflik, vs) olabilecek her kombinasyonda bilinçler yaratmamız mümkün olursa, kadın-erkek sınıflandırmasının tamamen manasız kalması kaçınılmaz. Yani gerçek anlamda cinsiyetsizlik, bugün kampüslerde aktivizm yapan bazı LGTBQ++ (takip edemiyorum artık harfleri) gruplarından ziyade, dijital bilinç ve yapay zeka teknolojilerini geliştirenler sayesinde olacaktır.

Böyle bir dünyayı, Endüstri 4.0 serisinin sonunda ufaktan hayal etmiştim, burada ise diyeceğim daha basit:

Future is not female.
Future is not human.
Future won’t be written in Eng
01101100 01101001 01110011 01101000

Dr Jekyll ve...

Dr Jekyll ve...

Eşitlik ve Ötesi 1: Antik Dünya'da Kadın Olmak ve Mülkiyet

Eşitlik ve Ötesi 1: Antik Dünya'da Kadın Olmak ve Mülkiyet