Bloomberg'e Çıkınca Ne Dememek Lazım

Bloomberg'e Çıkınca Ne Dememek Lazım

Karmaşık şeylerin tek bir nedeni olmaz. Sırf kafaya anayasa kitabı fırlatıldı diye ekonomik kriz çıkmaz mesela. Yahut Erdoğan bir röportaj verdi diye insanlar bir haftada %20 fakirleşmezler. Bu tip olaylar bardağı taşıran damlalar olabilirler. Türkiye'de o damlalar yağmur olmuş yağıyorlar.

Bakın 2016'nın sonunda, yine %20 civarında değer kaybederken, "Ne Olacak Bu Memleketin Hali" serisinde şunları demişim:
 

"Türkiye kısa vadede 160 milyar dolar borç ödeyecek. Vatandaşın mevduatlarındaki döviz ise bu rakamdan az. MB rezervleri de 100 milyarın altında. Hesap belli. (Dolar alacaklarını hesap etmedim basit olsun diye ama zaten sürekli cari açık veren bir ülkenin alacakları yeterli olmaz.)"

"Yanan kuru ot yığını cari açık, kibriti çakan ABD'deki gelişmeler, yangına körükle giden de Erdoğan. Hem de ne körük! Söylenmemesi gereken ne varsa söyledikten sonra halka dönüp, son kalan tükürükleriyle yangını söndürmelerini istiyor." (Dolar bozdurma seferberliği)
 

2. bölümde biraz daha ekonomi konuştuktan sonra:

"...Medya da günah keçisi bulmada yaratıcılığın sınırlarını zorlayacaktır (siyonist kertenkeleler?) ama artık kabile devleti gibi yönetilmenin sonuçlarını maskeleyecek ucuz para kalmadı. Hesabı ödeme vakti."


Bunları 1.5 sene önce değil de 1.5 hafta önce yazsam da olurmuş. Zaten arada pek değişen bir şey olmadı ki, aynı tespiti her hafta her hafta yapmanın manası yok. Örneğin, 21 Kasım 2017'daki Reuters başlığı gayet standart: "ABD ile gerginlik esnasında lira rekor düşüşte" (dolar 3.97).


veya Bloomberg'in 9 Nisan'daki başlığı sanki dün atılmış gibi (dolar 4.07): 
 


Düzenli olarak, bir sürü benzer haber çıkıyor farklı kaynaklarda. Ortak tema, altını çizdiğim gibi, Merkez Bankası'nın bağımsızlığı ve faiz arttırımının gerekliliği. Yani Erdoğan, kırk yılda bir yabancı bir TV'ye röportaj verirse, kesinlikle ne söylememesi lazım?

  1. "Faiz haramdır"
  2. "Faiz sebep, enflasyon neticedir."
  3. "Merkez Bankası bana daha çok bağımlı olmalı."


Peki 15 Mayıs'taki Bloomberg röportajında ne söyledi?

  1. "Faiz sebep, enflasyon neticedir"
  2. "Merkez Bankası bana daha çok bağımlı olmalı/gözükmeli, çünkü vatandaş hesabı bizden soruyor."

Biz "bir tanesini söylememiş en azından" diyerek üçün biriyle mutlu olurken, yatırımcılar "bunca zamandır kendi halkına rol kesiyordur diye umuyorduk ama ciddi galiba" diye korktular ve bardak taştı. Ne kadar taştı? 

2008'deki global krizde, lira 1-2 ay içinde değerinin üçte birini kaybetmişti. Bu seneki düşüş ise %20 civarında, çoğu da röportajdan sonra oldu. Zaten Mart'ta da lira dolar karşısında en çok değer kaybeden para birimiydi, Mayıs'ta hem dolar genel olarak kuvvetlendi, hem de özellikle Japon emlak yatırımcıların stop-loss'ları devreye girdi (korkup kaçtılar) ve bir çığ başladı. Okuduğum her analiz "faiz yardımcı oldu ama lira daha da düşecek" diyor. Bir faiz arttırımı daha gelecek muhtemelen.

Ben "bu hafta dolar alayım, haftaya satarsam kar eder miyim" gibi kısa dönem hesaplarla uğraşmıyorum. Birkaç senedir her şeyim yurtdışında, öyle de kalacak. Arada Türkiye'ye getirsem faizden veya emlak balonundan belki para kazanırdım ama bu strese değecek gibi değil. O ufak hesapları bırakalım, gelelim faizin ve fasülyenin faydalarına...

(Erdoğan'ın röportajının İngilizce videosu aşağıda ama çok ölü zaman var, Türkçe transkripti daha iyi)

 

Tavuk mu Faizden, Enflasyon mu Tavuktan...

"Eğer bir ekonomide maliyet enflasyonu ağırlıklıysa, faizin yükseltilmesi enflasyonu artırabilir. Çünkü faiz de finansman maliyetinin bir parçasıdır. Buna karşılık, talep enflasyonu ağırlıklıysa, o zaman faizin yükseltilmesi talebi frenler, dolayısıyla enflasyonu da frenler.
Bizde, talep ve maliyet enflasyonu birlikte yaşanıyor. Zaten bu iki enflasyon türü birbirini besleyen bir yapıya sahip, yani net çizgilerle ayrılması tam olarak mümkün değil. Fakat ağırlık talep enflasyonunda, yani enflasyon daha çok sebep olarak etki yapıyor."


Mahfi Eğilmez, yukardakileri 2014'te yazmış (önceki dönemler için). Ertesi sene ise, 2014 performansı için, talep enflasyonunu düşük bularak daha ayrıntılı bir inceleme yapıyor. Sonuçları ben özetleyeyim:

  1. 2014'te enflasyonun ana nedeni talep değil, yüksek kur ve petrol fiyatının yarattığı maliyet artışları.
     
  2. Faizin toplam maliyetlerdeki payı sadece %3. Yani faiz ikiye katlansa bile, maliyet enflasyonu çok az oynuyor.
     
  3. Peki faizi neden arttırmak lazım? Cari açığı yüksek ülkeler dışardan para bulmak zorundadır. Bu ülkeler riskli ise (açık büyükse, siyasal krizler varsa, vs) gereken parayı çekmek için yüksek faiz gerekir.
     
  4. Aksi halde o para gelmez, hele ki daha risksiz ülkelerdeki faizler de yükseliyorsa. Ürettiğinden fazlasını tüketmeye devam etmek için dolar gerekiyor ama dolar girişi yok. Talep var, arz yok. Bu da kurların yükselmesi demek. 
     
  5. Yüksek kur, petrol gibi ithal kalemleri arttırır. İlk maddede anlatıldığı gibi bizim enflasyon bu kalemlere çok bağlı. Riskli bir ülkenin enflasyonu artarsa, risk iyice artar ve yeni finansman bulmak iyice zorlaşır. Yenisini bırak, ülkedeki yabancı para da dışarı kaçar.
     
  6. Bu fasit daireden çıkmak için faizlerin yükseltilip dışardan yeni para çekilmesi gerekir. Bu sayede kur, risk, finansman sorunu ve enflasyon hep birlikte dizginlenir. Merkez Bankası da 2014 başında bunu yapmış, faizi %4.5'tan %10'a çıkarmıştı. Bunu yapmasaydı enflasyon çok daha büyük olacaktı.

 

Bağımsızlık Meselesi

Bu neden-sonuç zinciri, Merkez Bankası bağımsızlığına açılıyor: Her şeye hakim bir iktidar niye faizleri gereğinden düşük tutmaya çalışır?

  1. Rasyonel iktidarlar için bile bu cezbedici çünkü büyümeyi yavaşlatmak istemezler. PR yani. "Türkiye %7 büyüdü" diyebilmek ister her iktidar ama bu işin maliyeti sorgulanmaz.
     
  2. Bizde rasyonellik de yok, çünkü İslam yüzünden faiz ideolojik bir mesele. Bu Erdoğan'ı ne kadar etkiliyor ben bilmiyorum, umrumda da değil. Çünkü tabanını etkilediği sürece onu da etkiler.
     
  3. Bir de İslam'ın ötesinde, Türkiye'ye özel bir durum var: İktidarın etrafındaki patronaj ağı. Bu çevre krediyle iş yapanlarla dolu. Devlet sana ihale veriyor, düşük faizle kredi çekip işi bitiriyorsun, teşekkür olarak da para kaybeden medya şirketlerinden iktidara güzelleme yapıyorsun, model bu. Faizlerin artması, doğrudan bu çevrenin cebinden para çıkması demek. Oysa enflasyonun artması, herkesin cebinden para eksilmesi demek. Bir başka deyişle, cari açığın maliyetini saklamak için sadece senin arkadaşlarını mı "vergilendirirsin", herkesi mi?

Yani hem her iktidara özgü bir pazarlama sorunu, hem İslam'a özgü bir ideoloji sorunu, hem de Türkiye'ye özgü bir ittifak sorunu var faiz konusunda. Merkez Bankası'nın bağımsızlığı bu yüzden önemli.

Yoksa Dünya'da "halkına hesap vermesi gereken" tek lider Erdoğan değil (hele ki liderinden çok muhalefetinden hesap soran bir halksa bu). Bu mantıkla her demokratik ülkenin Merkez Bankası, Ekonomi Bakanlığı'na bağlı olurdu.

Merkez Bankası bağımsızlığı yüksek ülkelerde (x-ekseni), ortalama enflasyon düşük oluyor (y ekseni). Allah'ım, tüm bunlar bir tesadüf olabilir mi?

Merkez Bankası bağımsızlığı yüksek ülkelerde (x-ekseni), ortalama enflasyon düşük oluyor (y ekseni). Allah'ım, tüm bunlar bir tesadüf olabilir mi?

 

Felç ve Korku

Yabancıların tepkisi korku olurken, benim tepkim bir nevi felç. Yani "ben demiştim"cilikteki gibi bir kibir değil, "beter olun"daki schadenfreude de değil, daha ziyade bir hissizlik hali.

Tüm bu olaylardan sonra çıkıp "Yok kurmuş murmuş, bunların hepsi hikaye" dendiğini duyunca, insan bu absürdlük karşısında gülmeyi veya sinirlenmeyi unutuyor.

“Ne kuru ya. Hepsi hikaye bunların. Biz George Soros’un kulu kölesi değiliz. Biz Allah’ın kuluyuz. İşimizi gayet iyi biliyoruz. Aynı Gezi Olayları'nda olduğu gibi Faiz Lobisi üzerimize yükleniyor. Avucunuzu yalayacaksınız. Ben yalnız bir şey söylüyorum. Yastığının altında doları olan, avrosu olan kardeşlerim. Gidin paranızı TL’ye yatırın. Bu oyunu hep beraber bozacağız.”


Buna ne diyebilirsin ki? "Best of Turkish Siyasal İslam" yapmış tek paragrafta, tüm hitler var.

***

Çok alakasız bir referans olacak ama The Good Fight diye bir hukuk dizisi izliyorum (The Good Wife'ın devamı). Ana karakter, Trump Amerika'sında yaşanan garipliklerle paralel olarak gerçeklikten giderek kopuyor: Önce olanlara inanamıyor, sonra sinirleniyor, sonra işi dalgaya alıyor, sonra da bu bahsettiğim gibi bir "felç" geçiriyor (Kübler-Ross modelindeki aşamalar gibi) ve hayalle karışık bir dünyaya kendini bırakıyor.

Ama bu felç, entelektüel düzeyde sınırlı kalmalı. Olayları mantık çerçevesine oturtmaya çalışırken yaşanılan bir mavi ekrandan ibaret olmalı. Yoksa bedenimiz halen çalışıyor, kıçımızı kaldırıp seçimlere katılmamanın bahanesi yok. Ben Türkiye'nin düzelebileceğine uzun zamandır inanmıyorum ama tamamen batmasının durdurulabileceğine halen inanıyorum.

Yarım Yamalak Sicilya Rehberi 1: Düşünceler, Rezaletler, Yemekler

Yarım Yamalak Sicilya Rehberi 1: Düşünceler, Rezaletler, Yemekler

Doğumgünü Çocuğu Bertrand Russell

Doğumgünü Çocuğu Bertrand Russell