Yarım Yamalak Sicilya Rehberi 1: Düşünceler, Rezaletler, Yemekler
Podcast versiyonu (2022)
(Rota ve pratik tavsiyeler için ikinci bölüme kadar sabredin)
Bu gezegendeki en sevdiğim ülke açık arayla İtalya. Gözünüzü bağlayıp sizi en güzel 300. kasabasına götürüp salsalar, kendinize geldiğinizde "burada yaşanır ya" dersiniz. Bu bahar Sicilya'yı gördükten sonra buna iyice ikna oldum.
Sicilya aynı anda birçok şey: Toskana'nın şarap bağları, Türkiye'nin arka sokakları, Akdeniz'in turkuaz suları, Antik Yunan'ın kalıntıları, Bizans'ın kubbeleri, Arapların kemerleri, Ortaçağın kaleleri, AB'nin fonları, Afrika'nın göçmenleri, mafyanın gölgesi... Mimarisiyle, insanıyla, yemeğiyle acayip bir karışım. Tarihini özet geçmek bile insanın başını döndürüyor:
Kimler Geldi Kimler Geçti
Mültecilik adanın ruhunda var. İlk yerli halklarından biri, bizim Truva'dan kaçanlar.
Sonra Kartacalılar adanın batısına (Palermo), Yunan şehir devletleri de doğusuna (Syracuse) demir atıp, yerlileri iç tarafa ittiriyorlar. Zeytin ve üzüm geliyor adaya, nüfus artıyor, koloniler kendi kolonilerini kuruyorlar ve zamanla yerli halklar "işgalciler" arasında eriyor.
Roma adanın çoğunu ele geçiriyor ve Mısır'dan önce burayı tahıl ambarı olarak kullanıyor. Kartaca'yı ve kolonilerini harcadıktan sonra adayı Latinleştirmeye çok çalışmıyorlar. Mısır'dan sonra burası epey önemsizleşiyor.
500 sene sonra, Roma'nın kalanı gibi burayı da Germenler istila ediyor. Önce Vandallar, sonra Ostrogotlar. İlginç bir şekilde kuzeyden değil, Afrika'dan dolanıp geliyor bunlar.
6.yy'dan itibaren Bizans etkisi artıyor, zaten adada Yunan kültürü hep kuvvetli kalmıştı. O kadar ki, kısa süreliğine Syracuse Bizans'ın başkenti oluyor İstanbul'un yerine.
800-1000 yılları arasında Arap Dönemi yaşanıyor ama onların istilası bile karışık: Araplar, Berberler ve İspanya'daki Müslümanlar her beraber geliyorlar. Palermo kozmopolit bir merkez haline gelip, altın çağını yaşıyor. Adada bugün bile hakim olan yemeklerin çoğu Araplarla beraber gelmiş, özellikle şeker ve badem.
Bizans'ın etkisi halen kuvvetli ve onlara gıcık olan Papa, Araplarla ittifak kurup, adayı Norman hanedanlarına istila ettiriyor. Normanlar kim? Fransa'nın kuzeyinden gelen insanlar. Ataları Vikingler. İskandinavya nere, Sicilya nere.
Normanlar sayıca az oldukları için ada halkının yerini almıyorlar ama Romalıların yapmadığı Latinleşmeyi -ve Katolikleşmeyi- başlatıyorlar. Yunanca ve Arapça etkisini yitiriyor, her yere kaleler inşa ediliyor. Bugünkü tarihi görüntünün (barok kasabalar ve katedraller) çoğu bu dönemden.
Haçlı Seferleri sırasında "geleceğin tarih öğrencilerinin kafasını iyice karıştırmalıyız" diyen İngiliz Kralı gelip, ayaküstü Messina'yı işgal ediyor, fazla kalmayıp gidiyor.
Normanlar miras kavgalarıyla bölününce, Sicilya bir Alman hanedanı olan Hohenstaufen'e geçiyor. O hanedanın başı Kutsal Roma İmparatoru ve üstün Alman teknolojisi sayesinde adadaki her türlü hizmet ilerliyor.
Sonrasında biraz uyuklamışım, uyandığımda Papa Sicilya'yı komple İngiltere Kralı'na satmış. O da adayı 8 yaşındaki oğluna hediye ediyor. Zengin çocuğu olmak başka bir şey.
Bir sonraki Papa "çocuklar böyle şımartılmamalı" deyip, adayı kendi gibi Fransız olan bir hanedana veriyor: Angevin. Bu herifler feci bir baskı rejimi kuruyorlar, ada halkı bıkıyor ve Sicilian Vespers denen bir isyanla Fransızları katlediyorlar. Oluşan otorite boşluğunu kim dolduracak?
İspanyollar tabii ki. Bir onlar eksikti zaten. Önce Aragon hanedanı üyeleri yönetime geliyor ve vassal gibi yönetiliyor ada. Pratikte bağımsız, kendi başına bir krallık oluyor.
Aragon ve Castille birleşince, ada doğrudan İspanyol yönetimine geçiyor ve işler boka sarıyor. Hem engizisyon başlıyor, hem de Sicilya unutulmuş ve izole edilmiş bir hale geliyor. Zaten o aralar İspanyollar Amerika kıtasını keşfetmişler, dertleri çok. Üstüne büyük yanardağ patlamaları ve veba salgınlarıyla ada perişan oluyor.
Bir ara tempo yükseliyor, Osmanlı'ya bağlı korsanlar adaya musallat oluyorlar. Onların çıkarma yaptıklara yere bugün Türk merdivenleri (La Scala Turchi). Daha önemlisi ada Habsurgların İspanyol kanadından, Avusturya kanadına geçiyor, sonra Bourbon'lar geri alıyorlar İspanya adına. O sıralarda Napolyon coşmuş, Napoli'ye kadar gelmiş. Bu tehdide karşı İngilizler bölgede etkin hale gelerek kendi rejimlerini empoze ediyorlar. Napolyon yenilince İngilizler adayı tekrar Bourbonlara bırakıyorlar. Yaptıkları reformlar kalıcı olmuyor. Yönetimin ve altyapının zayıf kalması, mafyanın temellerini atıyor.
1860'ta Garibaldi, İtalya'yı birleştirmek için buradan yola çıkıyor ve popüler bir halk ayaklanması sonucu, İspanyol devri bitiyor. Sicilya yeni ilan edilen İtalyan Krallığına bağlanıyor. Sanayileşen kuzeye göç başlıyor.
Sicilya, yeni krallığın emperyalist düşleri için bir üs oluyor ve Kuzey Afrika çıkarmalarında önemli bir rol oynuyor. Bugünkü göçmenlerin dedelerini işgale gitmişler aynı limanlardan.
Mussolini rejimi sırasında ada iyice militarize oluyor ama İkinci Dünya Savaşı'nın ortalarında müttefikler adayı işgal ediyorlar. Tam 500 bin müttefik askeri geliyor ve tarih boyunca orada dalgalanmış bayraklara bir de Amerikan bayrağı ekleniyor.
Ada, Normandiya çıkarması provaları için bir üs olarak kullanılıyor. Yani asırlarca buraya hükmetmiş Norman krallarının memleketine, denizci ataları Vikinglerin hayal bile edemeyeceği kadar büyük bir amfibik çıkarma yapılacak ve bu kısmen Sicilya sayesinde olacak.
Savaş sonrası kurulan cumhuriyette, Sicilya otonom bir bölge oluyor. Toprak reformu geliyor ama önce kuzeyin, sonra da AB'dekilerin endüstrisiyle başetmenin imkanı yok, taa 90'lara kadar görece geri bir yer olarak kalıyor ada. Ancak sonrasında yapılan yatırımlar ve turizm geliriyle kalkınıyor.
Göç
Saydığımız topluluklara bakın: Truva, Yunan, Fenike (Kartaca), Roma, Germen, Bizans, Arap, Berber, Norman, Avusturya, Fransız, İngiliz, İspanyol, İtalyan milliyetçileri, müttefikler, Avrupa Birliği...
En son olarak da çoğu Kuzey Afrika'dan gelen bir sürü göçmen. Genetik o kadar karışık ki, çoğu ülkedekinin aksine kim yerli, kim birinci nesil göçmen, kim daha dün tekneden inmiş, anlamak zor.
Biraz şanslı olan göçmenler, yukardaki gibi merkezlerde tutulmak yerine şehirlerde işportacılık yapıyorlar veya atölyelerde sigortasız çalıştırılıyorlar. Tarlabaşı'nı andıran yer çok. Yalnız devir değişmiş, incik boncuk yerine power bank satılıyor artık. Çin'deki bir işçinin üretip, buradaki yasadışı göçmenin sattığı fason power bank'le, 900 dolarlık iPhone'larını şarj ediyor insanlar.
Turistle mültecilerin arasındaki çizgi o kadar ince ki burada. Nasıl oluyor da o restoranların arasında dolanırken, ellerindeki power bank'leri, Instagram'a ördek suratını göstermekle uğraşan bir tipin kafatasına gömmüyorlar? Hiç birisinin mi canına tak etmez merak ediyorum.
Aynı şey Katar'da da aklıma gelirdi hep. Dünya'nın kişibaşına en zengin yeri, her yer lüks içinde ve o zenginliği bizzat elleriyle inşa eden göçmen işçiler kuzu kuzu dolanıyorlar. ABD'de en azından "bir gün siz de bu hayata sahip olabilirsiniz, Amerikan Rüyası herkese açıktır" avuntusu var, buralarda o da yok. Geride kalanlara para göndermek için katlanıyorlar.
Fırından Taze Taze
Tüm bunları, bizi Palermo'nun batısındaki Del Golfo'da ağırlayan elemanla konuşuyoruz. Bahçe içinde, gürültüden uzak bir ortam, pide fırınını da yaptırmış ortaya, ohh, taze zeytinyağını bocaladığı pizzaları pişiriyor.
Birazdan ailesini ağırlayacak, biz de davetliyiz. Ama göçmenlikten konu açılmışken dedikodularını yapmadan geçemedi: "Burası güzel de insanlar çok tutucular, benim ailem bile biraz öyle" diyor. Ailenin kadınları bu nesilden önce çalışmıyorlarmış. Yarısı başka ülkelerde yaşamış ama İngilizceleri kötü ve halen abuk subuk yerel haberleri dinleyip gaza geliyorlar.
O yüzden Barcelona'ya hayran bizimkisi. Bana garip geliyor bir İtalyan'ın başka bir yere hayran olması. Tabii tüm hayatını ufak bir yerde geçiren ve her hafta yeni bir yabancıyı ağırlayan biri için, oralar dar geliyordur.
Her yerde aynı hikaye. O yüzden aynı kafadakiler belli merkezlerde toplanıyorlar. İnsanlığın ortalaması pek değişmiyor belki de, o merkezler çok hızlı değiştiklerinden öyle sanıyoruz.
Aile gelince bu muhabbetler bitiyor, geyik başlıyor. Herkes kakara kikiri. Resmen ağaçtan tabağımıza düşen ayva benzeri meyveleri açıp yerken onları izliyorum ve aklıma tek bir şey geliyor: "Ulen sen tutucu aile görmemişsin"
Bir Türlü Başlayamayan Yolculuk
Ziyafetten önceki gün gelmiştik Sicilya'ya. Palermo'ya iner inmez araba kiralamayı planlamıştık ama tabii Italya'ya yakışacak şekilde, rezerve ettiğimiz otomatik araba ortada yoktu. Rezerve etmediğimiz otomatik arabalar da yoktu, sadece manuel vardı ellerinde.
Tam ben adamlara kızmaya hazırlanıyordum ki, Sicilya'ya yakışacak şekilde, adamlar bana manuel kullanamadığım için kızmaya başladılar. Hem suçlu, hem güçlü, hem de yakışıklı.
Aslında kullanıyorum manuel ama volkanik bir adadayız, ben biliyorum başımıza gelecekleri: O daracık ve dimdik yokuşlarda giderken ters yönden araba gelecek, girecek cep yok, mecbur geri geri tırmanmak gerekecek, arabayı 50 kere stop ettirdikten sonra çıkıp yolunu tıkadığım adamdan yardım isteyeceğim, hatunun gözünde spermim iki paralık olacak... Gerek yok bunca strese.
Zaten ben de tam bana yakışacak şekilde ehliyetsizim. Hatunun adına alacağız arabayı, sonra ben kaçak kullanacağım. Ama o da ona yakışacak şekilde kredi kartını unutmuş (Aklınızda olsun, debit kart kabul etmiyor çoğu yer).
Tam bir açmaz. Sonunda bizi havaalanına geri götürüp "başka şirketlerden otomatik bulursanız kiralayın, farkı biz öderiz" dediler. Bir düzine şirket var ve daha ilk sorduğum yer "var galiba, bir bakayım" deyince cesaretlendik ama cevaplar hızla kötüleşti:
"Sadece BMW zart zurt serisi var, günlüğü 300 euro (çüş!). Yalnız sizin kart limitleri bunun sigortasına bile yetmez, yandakine sorun".
"Vardı ama sonuncusunu demin kiraladık, yandakinde vardır."
"Yok, tüm otomatikler günler öncesinden kiralanmış, yandaki..."
"Bizde zaten hiç otomatik yok, şirket tarihi boyunca da olmadı."
"Otomatik manuel farketmez, hiç araba kalmadı. Nasıl bir turist akını anlamadım. Benim kişisel arabam bile bir şekilde gitti. Yandakine sormayın, o bilmez."
"Adam haklı, daha biz araba nedir onu bilmiyoruz, yeniyiz bu işte"
"Biz zaten yokuz, hayal görüyorsun"
Yandakine gide gide kendimi terminalin dışında buldum. Piste çıkıp pırpır uçak sormama az kalmış. Geri döndüm, aynı filmlerdeki gibi tam umudumuz tükenmişken, sormayı unuttuğumuz bir şirkette araba çıktı. Cüzdanımı olduğu gibi adama fırlattım, ne gerekiyorsa alsın. Tek sorun şu: Araba dana gibi.
Başka yerlerde, aynı fiyata daha büyük araba alırsanız upgrade sayılır, sevinirsiniz. Sicilya'da tam tersi, ne kadar ufak o kadar iyi (that's what she said?). Otoyollar düzgün olsa da kasabalara girdiğiniz anda veya sahil yollarına saptığınız anda şükredeceksiniz ufak arabaya.
(Motorcular: Kıbrıs'tan daha büyük bir ada burası, Vespa kesmez, olursa ciddi bir motor olmalı.)
Mafiosi
Birkaç saatlik gecikmeyle Del Golfo'daki eve geldik yorgun argın. Ev sahibi dedi ki "gidin yakındaki Scopello köyüne, kılıç balığı buralarda meşhurdur, güzel bir akşam yemeği yiyin".
Hayhay, gittik. Ortam rahat. Açık havada, ortasında dev bir Banyan ağacı olan bir avludayız. Şortlarımızla zibidi gibi oturduk bir yere ama yan tarafa bir baktım ki çizgi romanlardan fırlama bir grup var: Çizgili takım elbiseler, cart renkli gömlekler, kırmızı cep mendilleri, ay kadar parlak biryantinli kafalar... Al Capone'un silah arkadaşları resmen.
Eşli yemekteler ama arada sırada çevreden esnaf gelip el pençe divan hürmet ediyor, bunlar da pek kafa çevirmeden "bene bene" diyorlar. Film seti gibi. Hani etrafta bunlardan çok olsa anlarım ama yok, Sicilya mafyası hakkındaki tüm stereotipler toplanmış, bu tek masadaki karakterlerde birleşmiş, adanın kalanı normal. Konsantre mafya sistemi.
***
Tabii mafya (bunlar kendilerine "onurlu adamlar" derlermiş, halk ise onlara "mafiosi" diyor), her turistin aklında olan ve her yerliye de muhtemelen illallah dedirten bir muhabbet konusu. Epey cılkı çıkmış. Mesela The Godfather'ın meşhur ettiği Corleone köyüne mafya turları var ama duyduğum kadarıyla dandikler. (Godfather'daki Corleone ailesi uydurma ama gerçekten de büyük mafya babaları çıkarmış bir köy).
Bana ilginç gelen kısmı şu konunun: Mafya kültürü, tıpkı bizdeki ağa sistemi ve çeteleri andıracak şekilde, yolsuzlukla içiçe geçmiş bir feodal yapının getirisi. Her türlü toprak reformuna karşı olmaları da bu yüzden.
Mussolini döneminde bu herifleri eziyorlar. Koskoca "Lider", yerel ağaların korumasına muhtaç olacak değil. Mussolini'nin atadığı vali, bunların çocuklarını, ailelerini rehin alarak, ailenin ortak mallarını mülklerini yakarak adamları dize getiriyor. Ve mafyanın ayağının kırılışı, faşizm için büyük bir propaganda kaynağı oluyor. Tıpkı o günleri anan yaşlıların "ama en azından trenler zamanında çalışıyordu" demeleri gibi. Tıpkı Nazilerin autobahn ile övünmeleri gibi. Faşizm bizim için baskı ile özdeş ama o insanlar için aynı zamanda düzen demekti.
Fakat müttefik işgali sırasında ve sonrasında mafya tekrar canlanıyor. Zira hem faşistlere karşılar (kağıt üstünde siyasi mahkumlar), hem de toprak reformu karşıtlığı yüzünden sosyalistlere, ve dolaylı olarak komünizme karşılar. Müttefiklerin derdi sadece Hitler'i yenmek değil, Stalin'in de yayılmasını engellemek. O yüzden bu mafyoz tipler faşistlerden boşalan koltukları devralıyorlar.
Savaş sonrası dönemde mafya büyük bir değişime uğruyor. Nüfus artık şehirlere göç ettiğinden, ekonomi değiştiğinden, bir kısmı ABD'ye "ihraç ediliyor" ve oradaki yeni kokain/eroin kartellerini oluşturuyorlar. Bir kısmı da, İtalya içinde inşaat sektörüne el atıyorlar. Belediye, ihale, rüşvet, taşeron...bildiğimiz denklem, uzun uzun anlatmaya gerek yok.
Mafyayla mücadele şiddetli biçimde devam etmiş. Yani büyük davalar (Maxi davası), intikam olarak suikaste kurban giden yargıçlar, savcılar, vs. 90'ların sonuna kadar dizginleyememişler resmen. Şimdi bakınca "Avrupa işte" filan diyoruz ama ancak çok yakın zamanda işler düzelmiş, yatırımlar artmış ve ada turizmi açılmış.
Güney Akdeniz'in tamamı böyle, geç gelişmişler, ama sanırım belli bir kültürel ve beşeri sermaye olduğu için, maddi sermayenin getirileri kalıcı olmuş ve kısa sürede bizim gibi yerlere fark atmışlar.
Arife Tarif
Yemekten dönünce ilk sabahımıza ve pizza fırınının kokularına uyanacağız ama bu kadar düşünce baloncuğu yeter, buradan sonrası adanın batısını ve güneyini keşif: Bizimkine benzer ama daha ideal bir rotayı ikinci bölümde anlatacağım.
Şimdilik son söz olarak, ev sahibinin bize verdiği tarifi bırakayım. Google'dan çevirmeye üşendim ama İtalyanca bilen ve kötü elyazısı okumada uzman olanlarınıza afiyet olsun.