Kur Kriziyle Herkesin Hayatına Giren Bazı Kavramlar
Ekonominin e'sinden anlayan, belki k'sını da gözü bir yerlerden ısıran, ama o'sundan emin olamayanlar için, aşağıdaki konular hakkında birer ikişer paragraf yazdım, sırayla birbiri üstüne inşa ederek gidiyor:
- Sabit kur, dalgalı kur, kurlar arasından gelir
- Karaborsa, devalüasyon, pegging
- Spekülasyon
- IMF
- Milli parayla ticaret
- Kur, Finansman, Borç krizleri
Sabit Kur Nasıl Sabit Kalıyor?
Bu kavramı her duyduğumda aklıma hep aynı soru geliyordu: Sabir kur diye bir şey varsa, paramızı dolara eşitleyebiliyorsak niye dalgalı kurla, krizlerle uğraşıyoruz?
"Para basabiliyorsak niye borcumuzu şak diye ödeyemiyoruz" ile aynı aileden bir soru bu. Cevabı da aynı: Her şeyin bir bedeli var...
Çocukların ölmediği ve lira ile doların 1'e 1 sabitlendiği bir gelecek hayal edin. Bu gelecekte, Katar'a 1 milyar dolarlık kayısı satıyoruz. Öyle bir kayısı ihtiyaçları var, kayısıdan olimpiyat stadyumu yapacaklar.
Sattık, 1 milyar dolar ödemeyi aldık, Türkiye'de resmi kurdan bozdurduk, 1 milyar lirayı alıp yedik içtik, birazını kayısı ağaçlarımıza bahşiş olarak dağıttık. Piyasada lira miktarı aynı kaldı (Ali'deydi, bana geçti) ama dolar bollaştı (Katar'daydı, Ali'ye geçti). Bir şey bollaşırsa değeri düşer. O zaman kur nasıl sabit kalacak?
Merkez Bankası geliyor ve elindeki lira rezerviyle, ülkeye soktuğun doların yarısını satın alıp kasasına kitliyor. Artık piyasada dolanan yeni dolar miktarı 1 milyar değil 500 milyon. Ek olarak, MB'nin saldığı da bir 500 milyon lira var. Yani yeni paranın oranı 1'e 1, kur sabit kaldı.
Şimdi de tersini düşünün: Katar'dan gidip 10 milyar dolarlık petrol alıyoruz. Bu alımı yapan kurumun bankası, Türkiye piyasasından 10 milyar dolar satın alıyor ve Katar'a veriyor. Bunun etkisini dengelemek içinse, MB'nın rezervlerini kullanıp piyasaya dolar salması lazım, yani 5 milyar dolar karşılığı 5 milyar lira satın alması lazım diğer bankalardan.
Yani "sabit kura geçtik" deyince kur kendiliğinden sabitlenmiyor, MB'nın sürekli müdahalesi lazım.
Neden Sabit Kur
Bu sistemin güzelliği ne? Ticaret yapan insan "üç ay sonra kur ne olacak, benim bugün malı kaçtan satmam lazım, ne kadar borçlanmam, nasıl yatırımlar yapmam lazım" diye kabus görmüyor. Ekonomide belirsizlik, serbest piyasa kapitalizminin en büyük avantajı olan dağınık karar verme mekanizmasını bozuyor. (distributed decision-making)
Peki zorluğu ne? Ticaretiniz dengeliyse sorun yok. Ticaret fazlanız varsa da sorun yok, ekstra gelen doları piyasadan çekmek için kendi paranızı basarsınız. Ama ticaret açığı varsa, yani 1 kayısı satıp 10 petrol alıyorsanız, piyasadan dolar eksildikçe bunu dolduracak olan Merkez Bankası'nın dolar rezervi bir süre sonra bitecek.
Bizim Zamanımızda Herkes Sabitti
Daha doğrusu bir ara herkes doğrudan altın kullanıyordu, sonra parasını altına endeksledi. İkinci Dünya Savaşı'nın en önemli sonuçlarından biri olan Bretton Woods Anlaşması sonucu dolar altına, diğer büyük paralar da dolara endekslendi.
IMF de bu anlaşmayla kuruldu. Şimdiki misyonunun aksine, orijinal görevi, uluslararası sabit kur rejimini korumak için kurlar arasındaki ufak oynamaları düzenlemekti. Örneğin gereğinden fazla ucuz kalan bir para birimi varsa, o para birimine sahip olan ülkenin ihracatçısı avantajlı oluyordu. Zira ucuz maliyetle başkasına mal satabiliyordu. Bu sefer diğerleri kendilerini korumak için gümrük vergisi koyacak, serbest ticaretin avantajı yokolacak, vs.
IMF'nin görevi bu tip ticaret savaşlarını önlemek, "sizin dolar kurunuz 1'e 3 olmalı, sizinki 1'e 2 olsun" diye üretime göre ince ayar çekmekti. 70'lerde dolar aşırı değerlenince, ince ayarlar yetmedi ve Bretton Woods çöktü.
Karaborsa, Karaborsa, Dedikleri Daha Ne Olabilir Ki
Şu ana kadar anlattığım, hani yukarda "endekslendi" dediğim mekanizmaya pegging deniyor. Pegging'de, dolar veya karışık bir döviz sepeti üstünden bir hedef tutturulmaya çalışılır. Dolayısıyla euro'nun tam 6 değil de 5.95 olması, doların 5 değil de 5.05 olması gibi oynamalar normaldir. Sabit kurun yaygın hali bu zaten. Yani kuru, piyasa araçlarıyla bir noktada tutmak.
Katı sabit kurda ise piyasa miyasa hak getire, resmi kur dışında alışveriş yasaktır, o kadar. Merkez Bankası'nın ve özel sektörün yapacağı işi kanunla "olmuş bitmiş" gibi halletmeye çalışırsan, piyasa gerçekleri bunu dinlemez ve karaborsa oluşur.
Ben bunun en fantastik örneğini zamanında Burma'da görmüştüm. Başkent Yangon'un havaalanındaki resmi dolar kuru 6 kyat idi. Kimse orada bir şey bozdurmuyor, taksiye atlıyor, taksi de zaten yasak olmasına rağmen dolar kabul ediyordu. Her taksici ya karaborsacıydı, ya da bir tanıdığı vardı, sizi ona götürüyordu. Peki onların sizden dolar alabilmek için verdikleri fiyat neydi bir tahmin edin. 6 yerine 16 mı, 160 mı? Tam 4000 kyat! Devlet sopası belki 2+2'yi 5 yapar ama 6'yı 4000 yapamaz, sonunda tüm ekonomi karaborsadan ibaret olur.
Bunun bir adım ilerisi, karaborsa değiş tokuşlara da gerek kalmaması, ve herkesin pratikte dolarla alış verişe geçmesi. Yani Ali pazarda Veli'den domates alırken de dolar kullanıyor. Bazen devletler bu de facto durumu kabullenip resmen dolara geçiyorlar, yani basamadıkları bir para birimini kabul ediyorlar.
Devalüasyon
Bazense, sabit kuru tutturamayanlar devalüasyona gidiyor, yani resmi hedefleri piyasa gerçeklerine yaklaştırıyor:
- Devalüasyon: Sabit kur rejiminde devletin bilerek yaptığı değer kaybı
- Bildiğin değer kaybı: Piyasanın organik biçimde yaptığı fiyat oynaması
Türkiye'de olan teknik olarak "bildiğin değer kaybı", zira Türkiye yıllardır dalgalı kur rejiminde. Bu sistemde isteyen istediği fiyata döviz alım satımı yapar. Yani tek bir kur yok, ama referans olarak alınan fiyatlar var (Tahtakale, Kapalıçarşı, vs).
Bugün Venezüela'da olanlar ise devalüasyon. En son yaptıkları %99 küsür oranındaydı, yani bir gecede paranın değeri yüzde birine indi.
Biz günlük hayatta, devalüasyonu her iki durum için de kullanıyoruz, ki bu da gayet makul. Zira devalüasyon dediğin, ekonomide zaten gerçekleşmiş bir değer kaybının, devlet tarafından resmen tanınması.
İşçinin Kamburu, Ticaretin Savaşı
Devalüasyon, illa ticaret açığının bir sonucu değil, onu engelleyen bir strateji de olabilir. Örneğin kendi kurunu pegging ile düzenleyen Çin, yıllardır yuanın değerlenmesini önlüyordu. Yani satışlarla gelen doların hepsi vatandaşın cebine girse, vatandaşın alım gücü artacak, ithalat yapacak, hayat kalitesi artacak, insan gibi yaşayacak.
Bu kısmen oluyor tabii. Ama Çin, kendi parasını basarak, agresif biçimde piyasadan dolar da topluyor ki dolar bollaşıp ucuzlamasın, onun yerine kendi parası -ve işçisi- ucuz kalsın. İşgücü fazla değerlenmediği sürece, uluslararası piyasada malını satabilirsin.
Bu, pratikte sürekli bir devalüasyon hali.
***
Bunu, değişik derecelerde Almanya, Norveç gibi ülkeler de yapıyor. Almanya'da yıllardır işçi fiyatları (wages) gerektiği kadar artmıyor. Norveçse biliyorsunuz petrol zengini, oradan gelen paraları 1990'dan beri bir ulusal fona (sovereign wealth fund) yatıra yatıra 1 trilyon dolarlık bir birikime sahip oldular. Yani bu zenginlik, Norveçlilerin tüketimine gitmek yerine, Norveçliler adına, atıyorum Fransa'daki, ABD'deki şirketlerin hisselerini satın almaya gidiyor. Bu fon, Dünyada işlem gören tüm hisselerin %1'ine sahip.
Tabii Norveçli ve Alman her halükarda insan gibi yaşıyor, üstüne ihracat yapmaya devam ediyor. Çinli ise yarı-insan gibi yaşayarak ihracata devam ediyor, emeğinin ekmeğini sonradan yemeyi umuyor. Türk ise ne insan gibi yaşıyor, ne ihracat yapabiliyor. Yapıyor da, tükettiği kadar değil.
Asya Krizi ve Spekülatif Atak
Yukarda Çin'in az çok tutturduğu dengeyi Tayland tutturamadı ve 1997'de tüm bölgeyi saran bir yangının kıvılcımı oldu.
Tayland'ın durumu Türkiye'ye biraz benziyor: 90'larda çılgınca büyüdü ve ülkeye giren döviz ihracattan çok yabancı yatırım ve borçlanmayla olmuştu. O yatırımlar bir türlü katma değeri yüksek üretime dönüşmedi. Yatırımcılar lastiğin patlayacağını sezdi ve spekülasyon başladı.
***
Burada bir parantez açalım: Tıpkı devalüasyon kelimesi gibi bunu da teknik olarak yanlış kullanıyoruz ama boşverin. Spekülatif hareket demek, piyasa koşullarını ve hisse performanslarını inceleyip, risk almak demek, o kadar. Yani aktif olarak borsa "oynayan" herkes spekülatör.
Bunlar pazarlama deyimiyle "early adopter": Risk alıp, düşük gördükleri bir değere yatırım yaparlar, böylece gereğinden fazla düşük fiyatlar olmaz. Fiyatlar yükselince de satarlar, yani balonları indirirler, çünkü sattıkça fiyatta ufak bir düşüşe neden olurlar. Dolayısıyla düzenleyici etkileri var.
Bizim spekülasyondan kastımız ise, tam bir sinsi gibi "abi çok pis tüyo aldım, lira çökecekmiş, hemen satalım" diye sağa sola haber yaymak, durduk yere lira satışı tetiklemek ve hakikaten de değerini düşürmek. Bu tip şeylerin asıl adı manipülasyon ve yasadışı.
Tabii arada ince bir çizgi var ama işin formülü şu: Ne kadar çok spekülatör var, fiyat aralıkları o kadar dar kalır, abuk subuk fiyatlamalar önlenir, yani manipülasyon o kadar zor olur. (Law of large numbers).
Çoğumuz, bunların peşinden giden koyunlarız. kaybedince de kazanan herkesi "manipülatör", "baron", "kabalcı", "illuminati" filan sanıyoruz.
(Bu arada genel bir tavsiye vereyim: Borsa tahminleri üzerine dünya kadar araştırma var, zira dünya kadar para dönüyor. Ve profesyoneller bile istikrarlı biçimde piyasayı yenemiyorlar. %1-2 daha iyi getirileri olsa bile, o da sizden aldıkları fon yönetimi parasına gidiyor. Yani %99'unuz için yapılacak iş index-fund'lara yatırmak, bunlar genel borsa performansını takip ederler. Kaynak: Freakonomics, "Incrementalism" bölümü.)
Tayland'ın Batışı
Tayland'a dönelim: Bizden farkları, sabit kur uygulamalarıydı. Lastik patlama aşamasındayken, 1 dolar 25 baht'a sabitlenmişti.
Özel sektör borç ödemeleri geliyor, MB rezervleri az, ihracat az. Bunu gören yatırımcı kaçmaya başladı. Kaçmak ne demek tam olarak? Yatırımlarını satıyorlar iç piyasada (lirayla), sonra o lirayı bozdurup döviz alıyorlar. Adamın gideceği yerde lira geçmiyor, dolar euro geçiyor. Dolayısıyla her kaçan yatırımcı sayesinde, döviz iyice revaçta oluyor, kuru sabit tutmak daha da zorlaşıyor.
Buna spekülatif atak denilebilir. Rakamları okuyabilen herkes Tayland'ın batacağını anlamış, onla birlikte batmamak için önceden kaçmaya çalıştıkça, olacak krizi daha da erkene çekmiş oluyorlar.
***
Tayland'ın devalüasyona gitmesi lazımdı, reddettiler. Bunu yapınca alımgücünün düştüğü kabak gibi belli olacaktı, e politikacılar da faturayı ödeyen, fişi çeken olmak istemiyorlar.
Sonunda döviz rezervi bitince, zorla dalgalı kura geçildi ve hükümetin yapmadığı devalüasyonu piyasa yaptı: Tayland'ın baht-dolar kuru 25'ten 40'a düştü (56'da dip yapmış), doğal olarak ülkenin en büyük finans şirketi battı.
Niye batıyorlar? Atıyorum, 25 bahttan 1 milyar $ kredi almış dışardan, vatandaşa dağıtmış, ev kredisi, iş kredisi, vs diye. Şimdi geriye faizle 1.1 milyar dolar ödemesi lazım. Ama artık doların tanesi 40 baht. Nereden bulacak o kadar parayı?
Sonunda bunları IMF kurtardı, 15-20 milyar dolar borç verip. Şimdi gelelim IMF'nin modern zamanlardaki rolüne...
IMF
Bunu AKP'liler de, muhalif tayfa da pek anlamıyor. 10 kişiden 9'unun diyeceği "emperyalist kapitalist ağababaları". (kalan 1 kişi de Tom Cruise zaten).
IMF'nin orijinal rolünü görmüştük. Bugünse kabaca iki tip krizi önlemeye çalışıyorlar: İlki, normal dalgalanmalardan ileri gelen krizler. IMF buralara dev bir kredi kartı gibi çalışıyor.
Yani diyelim 5000 dolar maaşın var ama düğün yüzünden bankada paran kalmamış ve tam da o sırada araban bozuluyor. Tamir edecek paran yok. İşe gidebilsen bir sürü para kazanacaksın ama gidemediğin için tamir parasını kazanamıyorsun, çıkmazındasın (catch-22).
Yukardaki bu senaryo, insanlığın neden binlerce sene mal gibi yerinde saymış olduğunu ve kapitalizmin neden bu kadar başarılı olduğunu, tamamen değil ama önemli bir dereceye kadar açıklıyor. Kolayca bulunan krediden -ve kredi kartından- önce, üretken insanlar bile böyle saçmalıklarla boğuşuyordu. Fakirlik verimsizdir. Yani fakirin emeğinin büyük kısmı, kredi sayesinde kolayca çözülecek şeylere gider.
Halk İçin Halka Rağmen
İkinci tip kriz ise, "geliyorum" diye bangır bangır bağıran krizler. Yani ekonomi politikaları yüzünden ortaya çıkan krizler. Buna sebep olan iktidarlar aynı ülkeyi aynı dönemde 10 kez yönetseler, 10'unda da krize sokarlar. IMF bunlara bazı reform şartları karşılığında para veriyor ancak. Yani hem finansman, hem makroekonomik danışmanlık hizmeti.
IMF'ye muhtaç olmak kötü, ama IMF şeytan olduğu için değil, sen beceremediğin için. Başka kimsenin vermediği parayı veriyorlar, çünkü başka kimse sana inanmıyor. Kendi vatandaşın dahil. Yani IMF de zorla bir şey vermiyor, şartlarını beğenmiyorsan alma, git başkasını -kendi vatandaşın dahil- ikna et sana yatırım yapmaya.
Bu kadar beceriksizin bu kadar zenginliği çarçur etmesini sineye çeken, ama elin teknokratının tavsiyelerini duyunca milliyetçi damarı kabaran insanları bu konularda eğitmeye çalışmaktansa, belki de onları karar süreçlerinden uzak tutmak, futbolla filan meşgul etmek daha iyi. Halk için, halka rağmen.
(Bu "halk sorunu" Türkiye'ye özgü de değil, ABD'nin ekonomi politikası ve ortalama Amerikalı'nın bu konulardaki cehalet-özgüven oranı hakkında çok doluyum. Ama en azından orada %20-25'lik bir kesim var yeterince bilgili olan, bir de kurumlar düzgün, sistem ite kaka çalışıyor. Türkiye'ye ise tam bir bakkal defteri usülü hakim.)
Kurtarıcı Katar
Bizimkilerin "IMF'ye ihtiyacımız yok" böbürlenmeleri bir noktaya kadar haklı, piyasadan borç bulabilmek daha sağlıklı bir ekonomiye işaret eder, ama her zaman değil.
Son günlerde Katar'dan gelecek bir 15 milyar dolar konuşulmaya başlandı. Halkın yarısı bu parayı hibe sanmıyorsa ben de ne olayım. "15 milyar geliyor" diye tekrar duya duya, bu paranın şartını şurtunu düşünmemeye programlanıyorlar. Katar devleti ve işadamları, sana hangi şartlarla o finansmanı sağlıyor? Hangi kaynağını, malvarlığını, vs ne kadar ucuza veriyorsun? Belki IMF daha mantıklı olacak.
Senelerdir alt tarafı birkaç milyar dolarlık IMF borcu ödemekle övünürken, bir yandan da 400+ milyarlık dış borç stokuna eriştik. Bunca milliyetçi siyasi retorik sonrası, şimdi IMF dönüş daha mantıklı olsa bile yapamayacağız.
Gerçi belli olmaz bu işler. Nasıl olsa iktidarın uzantısı olan bir medyamız var (o yüzden bunlara omurgasız demek de yanlış aslında, organizma iktidarla aynı organizma, "onlara karşı dik durması" diye bir şey yok), ansızın fantastik bir u-dönüşü yapabilirler, izleriz.
Milli Para
Peki Tayland dolarla değil de bahtla ticaret yapsalar ne olurdu? Hani bizimkiler "espri" yapıyorlar ya, "dolar güvenilirliğini yitirmiştir" diye, biz de doları bırakıp Rusya'yla ruble ve lira kullanarak ticaret yapamaz mıyız?
Yapamayız. Bunun arkasında emperyalikler filan yok, bilakis kendi emekçin, veya Ortadoğu'daki, Afrika'daki kardeşlerin, Güney Amerika'daki yoldaşların yüzünden yapamayız.
***
Geçenlerde Mahfi Eğilmez bu konu hakkında yazmıştı: Biz Rusya'dan 25 milyarlık mal/hizmet alıyor, onlara 6 milyarlık mal satıyoruz. Bu 6 milyarlık ithalat-ihracat kısmı için istediğin parayı kullan, zaten aramızda kalıyor. Aslında onun için para kullanmana bile gerek yok (teoride), doğrudan takas yapabilirsin. 6 milyarlık turizme karşılık 6 milyarlık petrol.
Ama kalanı ne olacak? Onlardan alacağımız ekstra 19 milyar dolarlık mal var. Ve Rusya'nın bizden alacağı bir şey yok. Adam işin o kısmı için lira kabul etmiyor. Çünkü Rusya, lirayı baska yerde kullanamaz, Meksikalı, Afrikalı, Ortadoğulu lira istemiyor. "Güvenilirliğini yitirmiş" dolar istiyor, euro istiyor, biraz da yuan, sterlin ve yen istiyor, kısacası rezerv parası istiyor, o kadar.
"Rusya'ya ruble öderim" de diyemiyorsun, onu da bir yerden bulman lazım. E kim senin liran karşılığında sana ruble satsın? Lira ihtiyaçları yok. Sen çok mal satan bir ülke olsan olurdu, derdin ki "benden mal alırken lira kullanırsınız".
Yani doları bırakıp rubleye, yuana, mars bilmemnesine geçmek bir çözüm değil, bu bir makyaj sadece, temelde yatan şey üretim yetersizliği. Bu da bizi son kısma getiriyor...
Türkiye'ye Operasyon
Kur krizi denilen şey genelde bir semptom. Bunu anlamak için, baştaki kavrama döneyim: Bu durumumuzla, sabit kur uygulasaydık ne olurdu?
Cari açığımıza bakıp, devalüasyon olacağını öngören spekülatörler (yani bilgili, aktif ve risk alabilen yatırımcılar) dövize hücum ederdi. Resmi kur 5 liraya çıkmadan, 3 liralık sabit kurdan dolar alırlardı, hem de bankadan kredi çeke çeke, tüm paraları bitene kadar.
Bu kuru 3'te sabit tutmak için MB'nın tüm dolar rezervleri biterdi ve normalden aylar önce devalüasyona zorlanırdı. Bizim dalgalı kurda bu şekilde bir atak çok daha etkisiz. Çünkü "her Allah'ın günü 3'ten dolar alayım, devalüasyon olur olmaz da 5'ten satarım" diye bir şey yok. Millet dolar aldıkça, otomatik olarak doların fiyatı yükseliyor, olası kar marjın düşüyor.
Dolayısıyla bizim durumda bir "operasyon" suçlaması iyice manasız.
Kriz İçinde Kriz
Gelelim krizin tabakalarına. Kur krizine semptom demiştim. Altında ne var? Yüzeyden derine:
- Kur: Yeterince döviz yok
- Finansman: Döviz yok çünkü direkt yatırım (iyi) veya sıcak para (daha az iyi) gelmiyor ve siyasi baskı yüzünden MB'nın kolu kesilmiş vaziyette, faiz aracını kullanamıyor.
- Borç: Para gelmiyor çünkü bu finansman açığının geçici bir dalgalanma değil, yapısal bir sorun olduğu belli. Özel sektörde ödeyemeceği kadar borç birikti ve bunlar döviz bazlı oldukları için, kur kriziyle bir fasit daire oluşturuyorlar. üstüne devlet de deliler gibi harcıyor ama bu harcamaların bir geri dönüşü yok.
- Ticaret Açığı: Ürettiğimizden 60 milyar dolar fazlasını tüketiyoruz. Böyle bir dengesizlik olmasa, borçlanmamız sorun olmazdı.
- Üretkenlik: Türkiye'de işgücüne katılım az (özellikle kadınlar), katılıp iş bulabilen daha da az, o işlerde katma değeri yüksek üretim yapan iyice az. ABD de iPhone'un bir sürü parçasını Çin'den tedarik ediyor ama asıl mesele, sentlerle ölçülen o plastiğin ve çiplerin üstüne, 200-300 dolarlık işletim sistemini koyabilmekte. Hatta çoğu katma değerin hiçbir fiziksel işle alakası yok, mesela danışmanlık hizmetleri böyle. Beton şirketi yerine emlak danışmanlığı şirketin olsa 10 kat fazla kazanırsın (örnek olarak verdim yoksa ne bileyim beton piyasasını, üstüme çimento dökmeyin).
Velhasıl, derindeki katmanlar sağlam olsalar, "finansal operasyon", "ekonomik savaş" gibi egzotik şeyler -yapılsa bile- etkisiz kalırlardı.
Neyse, Türkiye hakkında felaket tellallığına gerek yok, önceki yazıda dedim diyeceğimi, umarım bu yazıda ele alınan kavramlar kafanızda biraz daha oturmuştur. Açık olmayan bir yer varsa yorum yazın, ekleme yaparım.