Nesiller: İdiocracy mi, 2001 mi?
Geçenlerde bir mesaj aldım. Özel bir anı, çok ilginç bir fikir, yahut acil bir yardım çağrısı değildi. Bu şekilde gelen ilk mesaj da değildi. Ama yine de paylaşacağım (Gerisini Medium'da okumak isteyenler buraya):
"Adım Bond, 18 yaşındayım. Lise öğrencisiyim. Yazılarınızı uzun zamandır takip ediyorum. Evet, ders çalışmak yerine bunu yapıyorum. Yazılarınızın birçoğu kafamı kurcalayan sorulara cevap niteliğinde, öncelikle bunun için teşekkür ederim. Olabildiğince çok kitap, blog, dergi okumaya çalışıyorum. Benden yıllar önce doğmuş, yaşamış, tecrübeleri olmuş bir insanla aynı arayışlar içinde olmak bana haz veriyor çünkü.
Uzunca bir süredir Dünya'nın herhangi bir yerine gidip orada yeni şeyler öğrenmenin, yeni insanlar, yeni hikayeler tanımanın ve kendimi keşfetmenin hayalini kuruyorum. Fakat ailevi sorunlar ve eğitim sisteminin getirdiği iç buhran nedeniyle bunun sadece bir “hayal” olarak kalmasından korkuyorum.
Şu anda hayatımda olup biten çoğu şeye tepkisiz kalıyorum ve anlamını sorguluyorum. Üniversite sınavına girdim, ailem mutlu oldu, öğretmenlerim mutlu oldu ama ben olmadım. Hayatım boyunca her sabah istemeye istemeye kalkıp gideceğim ve emeğimin karşılığını alamayacağım bir işte çalışmak için çabalıyorum, ailem böyle istiyor çünkü. Bir iş, eşya sahibi olmak veya aile kurmak fikri bana çekici gelmiyor. Taş çatlasa 60 yıl daha yaşayıp öleceğim. Ölmeden önce “Güzel hayattı, emeği geçen herkese teşekkürler” diyerek son nefesimi vermek istiyorum hepsi bu.
Bu maili yazıyorum çünkü çok çok güzel bir iş yapıyorsunuz, bunu bilmenizi istedim. Fikirleriniz dünyaya bakış açımı genişletiyor ve hayallerimi gerçekleştirmem için bana ilham veriyor. Umarım tüm hayalleriniz gerçek olur."
(Övgülerin bir kısmını kırptım, sonra "kitabının viralini yapıyorsun" dersiniz diye. Gerçi bu notu koyduğum için de bunu dersiniz. Size de yaranılmaz ki kardeşim)
Bunu paylaşmamın nedeni, "hayatın sırrı işte budur" demek değil, orasını geçin. Daha ziyade, bu yalın yazı, bana basit bir şeyi hatırlattı: Ben 18 yaşındayken, kendimi bunun yarısı kadar dürüstçe ve düzgünce ifade edemiyordum.
O kadar da odun değildim tabii, üniversite başvurularım için fantastik kompozisyonlar yazmıştım, okuyanda "bu adam en kötü ihtimalle BM Genel Sekreteri olur" intibası uyandıran. Ama orada kişisel bir durum yok, belli bir şablona uyarak bir kuruma yazıyor, mekanik bir yaratıcılık sergiliyorsun.
Oysa birine içini dökmek, aşırı kibarlaşmadan ama yine de incelikle düşüncelerini ifade etmek başka bir şey. Daha büyük bir olgunluk ve özgüven gerektiyor. Benim çevremde bunu yapacak insan da fazla yoktu o zamanlar.
***
Dünya tarihinde yaşamış 108 milyar insanın her biri gibi, ben de sonraki nesillerden şikayetçi olmaya bayılırım. Üstelik, o 108 milyarın en az 100 milyarının aksine, çok da haksız sayılmayız, son 20-30 senedeki değişimleri düşününce.
İlkokulda altıma sıçmıştım bir gün, babam gelip beni okuldan aldı, ertesi gün bir iki arkadaş dalga geçti, o kadar. Zaten çok geçmeden onlar da aynısını yapmıştır. Şimdi olsa, herkesin elinde telefon, youtube'da en az 100 bin hit. Okulda altına sıçanların intihar oranını takip etseydik keşke.
Dakikada bir "son dakika haberi" var. Her yerde aşırı gerçekçi bir şiddet ve aşırı gerçekdışı -idealize edilmiş- çıplak vücutlar var (ben pornoya ulaşmak için resmen efor sarfediyordum, gerçek seks kadar kalori yakıyordum). Her şeyin tansiyonu yüksek, her şeye ulaşım anlık ve hepsinin yargısı kesin. Internet öncesi yetişen bizler bile garipleşiyoruz, bunun içinde yetişenler ne yapsın?
Fakat bu zamanların, bu insanların da güzel yanı şu ki, düzgün olanı gayet düzgün oluyor. Benim 28'inde ulaştığım kafa yapısına, Dünya görüşüne, özgüvene, değişik görüşlere olan açıklığıma, 18'inde ulaşanlar var. Herhangi bir konuda, Dünya'da o konunun en iyisi olanlarla iletişim halinde büyüyorlar (bu iletişim tek yönlü olsa bile).
Kendilerini bir odaya kapatıp, kültür bombardımanına tutmalarından bahsetmiyorum. Benim çarçur ettiğim zamanın aynısını çarçur etseler de, iki kat fazla geyik yapsalar da, kalan kısmı biraz bilinçli biçimde kullandıkları sürece, gelişimleri epey hızlanabilir.
***
İdiocracy filminde herkes giderek aptallaşıyordu. Bence daha gerçekçi versiyonu, %95'imizin giderek garipleşmesi, kalanın da 2001 A Space Odyssey'nin sonundaki uzay bebesine dönüşmesi. Bu beni umutlandırıyor mu hüzünlendiriyor mu, daha karar veremedim.
(Yazıyı "Ankara bebesi" ağzıyla tamamlamamdan kelli, benim o %5'lik dilim içinde olmadığım belli).