Westworld: Ergen Gibi Dizi İzlemeyin
"Freeze all motor functions"
Tüm teori kasma, gizem çözme fonksiyonlarınızı durdurun! Sadece öykücülük üstüne konuşacağım. Bir öykü nasıl anlatılır, nasıl takip edilir? Westworld bu konu için biçilmiş kaftan çünkü:
Kendisi kısmen öykücülük üstüne bir öykü.
Hem çok zevkli, hem de kusurlu.
1 milyonuncu "ya iyi ama bir Game of Thrones değil" yorumunu okuyunca dayanamadım.
Breaking Bad, Lost, GoT, Battlestar Galactica, The Americans'dan da dem vuracağım. Elbette hafif spoiler dolu her kısım, ağır spoilerlar içinse ayrıca uyarı olacak. "Spoiler" demişken, İngilizce terim çok, çünkü Türkçeleri daha kafa karıştırıcı.
"Have you ever questioned the nature of your reality?"
Hiç bu hikayenin doğasını sorguladınız mı?
"Westworld Cinayet ve Tecavüz Tatilköyü A.Ş."nin bir illüzyon olduğunu zaten biliyoruz: Robotların günlük hikayeleri de, onlara katılan müşterilerin burayı bir eğlence parkı sanmaları da birer yanılsama.
Ama Westworld dizisinin kendi de ayrı bir yanılsama: İlginç konuların, müthiş detaylı bir kurgunun ve kusursuz oyunculukların toplamının, iyi bir hikaye ettiği yanılsaması. (Bu noktada Inception borazanları devreye girmeli, yanılsama içinde yanılsama oldu)
Bunu anlamak için, bir hikayenin anatomisine bakalım.
"The Maze wasn't meant for you"
Hikaye yapısını bir piramid gibi değil, labirent gibi düşünün (meta-örneklerin hastasıyım):
1) En dıştaki çeper tema. "Bu hikaye ne hakkında?" Westworld için cevap benlik, bilinç, seçim, gerçeklik, evrim, ölümsüzlük, vs.
2) Labirente girince, temalar hakkındaki ana fikirlerle karşılasırız. Farkettiklerim: "Bilinç bir yanılsama ve bu yanılsamayı kendimizle konuşarak elde ederiz (bicameral mind teorisi). Asıl benliğimizi ise kendimize anlattığımız öykülerle oluştururuz. Bu öykülerdeki acılar, benliğimizi daha keskin bir kalemle çizerler (Hegel?)".
Ana fikirler, temaları bir argümana oturtuyor. Çoğu yapımda bu kadar ilginç fikirler yok, olmak zorunda da değil. Bazen nasıl işlediğin, neyi işlediğinden daha önemli.
3) Bu fikirleri işleyen şey olay örgüsü (plot). En basitinden, tek bir sahne çeker, tüm tezini bir monologla anlatırsın. Ya da uzun bir olaylar zinciriyle. Westworld'de ikisi de var. Hatta güzel bir kurgu ile bunları paralel yaptıkları bir örnek vereyim:
<Agır spoiler, dizi finali içerir>
(yedek link, ilk 90 saniyesi önemli)
Ford'un monologu, hikayenin ana fikirlerinden biri hakkında. Öykü ve benlik arasındaki ilişkiden bahsederken "Lies that told a deeper truth" dediği anda Maeve'in trendeki sahnesine atlıyoruz. Karşısındaki anne-kız ikilisine bakıyor. Kendi kızıyla ilgili öyküsünün yalan olduğunu biliyor. O ana kadar bu yalandan nefret ediyordu. Ama belki de kendi hakkındaki "daha derin bir gerçeği anlatan bir yalan".
Ford'a dönüyoruz. Monolog "seçim" temasına geliyor: "It begins with the birth of a new people, and the choices they'll have to make..."
Ekranda tekrar Maeve var, çünkü onun seçim zamanı geldi. "....and the people they will decide to become". Maeve, kaçmak yerine kendi acı dolu öyküsünü seçerek, olmak istediği insanı "yaratıyor".
Bu sahne iyice kuvvetli, çünkü sezon boyu devam eden bir olaylar zincirini (narrative arc) güzelce sonlandırıyor. Neydi bu? Maeve'in özgürleşme hikayesinin bir yanılsama olduğunu, önceki bir sürprizle (plot twist) öğrenmiştik, ki bu bence hikayedeki en anlamlı twist idi. Seçim temasına damardan girdiği için anlamlıydı. "MIB'in gerçek kimliği nedir", "x kişisi insan mı robot mu" gibi şok edici olan ama ana fikirlere katkı sağlamayacak bir twist değildi.
Dahası, bu twisti izleyiciyle beraber Maeve karakteri de öğrenmişti. Ve seçimlerinin özgür olmadığını kabullenememesi güzel bir mücadele örneğiydi (conflict). O trenle kaçıp gitmesini Ford'un tasarladığını hepimiz biliyorduk. Fakat ilk defa gerçek bir seçim yaparak ve yalan öyküsünü benimseyerek, bu senaryo-içindeki-senaryo'dan sapıyor.
Sahnenin sonunda tren istasyonunda ışıkların kapanışı, Maeve'in orada değil trende olması gerektiğini iyice vurguluyor. Spot ışıkları, Maeve'in hayatını bir film setiyle özdeşleştiren semboller. Ve artık Maeve o setin dışında. Daha güzeli, Ford'un planını çiğneyerek, aslında Ford'un konuşmasında dile getirdiği hayalini de gerçekleştirmiş olması.
Tüm bu arka hikaye, bu sahnede verilen kararın gerçek gücünü arttırmış. Duygusal müzik, yaratıcı kurgu, iyi yazılmış bir monolog ve şahane bir oyunculukla birleşince de, ortaya harika bir final sahnesi çıkmış. Şuradan aldığım zevki, çoğu dizinin bir sezonluk toplamı veremiyor.
</Agır spoiler>
4) Labirentin merkezine doğru devam edelim. Önceki sahnenin bu kadar etkili olmasındaki ana faktörü halihazırda anladınız: Karakter.
Maeve'e ne olacağını merak ediyoruz, çünkü hikaye boyunca bir mücadele verip, sonunda bir değişim geçiriyor (character arc). Yaşadığı acılardan ötürü de onun tarafındayız. Eğer bu son sahne, aynı tema-fikir-olay örgüsü kombinasyonuyla, aynı plot twistlerle, daha düz bir karakterin başına gelseydi, etkisi çok daha az olurdu. "Zekice hazırlamışlar" der geçerdik ama duygusal olarak etkilenmezdik.
Buna, zor bir örnek vereyim: Dolores'in Maze'i çözüşü.
<Agır spoiler>
Zor bir örnek dedim çünkü bilerek dandik bir karakter hakkında değil, ana karakter hakkında konuşacağım. Yukardaki sahnede, yine sezon boyu devam eden bir olay örgüsünün çözümü var.
Millet bu uzun hikayelerin takibini erkenden bırakmasın diye, senaristler birtakım gizemler oluştururlar, kanca (hook) vazifesi gören. "Maze" böyle bir kancaydı. Bu kancayla, ana fikirlerden olan Bicameral Mind, güzelce birleştiriliyor:
Arnold'ın sesinden: "Do you know now, who you've been talking to?" ( Kimle konuştuğunu şimdi anlıyor musun?)
Birçok kişinin sesinden: "Whose voice you have been hearing ( Kimin sesini duyduğunu...)
Sesler teker teker çözülerek ve Dolores'inkiyle biterek: "All... this...time...." (Tüm bu zaman boyunca)
"Tanrılarla" konuşmadığını anladığı, içsesini tanıdığı an, daha ilk bölümden göz kırpılan o uyanış hikayesi sonunda gerçekleşmiş oluyor. Hem de bu bilinç yolculuğunun ilk başladığı mekanda. Senaryo açısından Ford'un ölümü zorunlu değildi elbette ama Dolores'in 35 senelik mücadelesinin catharsis sembolüydü.
Fakat bu sahnenin duygusal ödülü, olması gerektiği kadar büyük değil. Dolores, Maeve'in aksine, o ana kadar değişen ve gelişen bir karakter değil. Yine Maeve'in aksine, arkaplanı da muğlak (flashbackler). Çünkü Dolores, hikayenin gizemlerine çapalanmış karakter. Değişimi ve derinleşmesi, bu hikayelerin açıklığa kavuştuğu ana (reveal) kadar gecikmek zorunda.
Tüm sezon tek satırla anlatılacak bir karakterken, karmaşık kurgu iplikleri en sonda çözülünce, bir anda Wyatt ve William ile bir tarihçeye (backstory), bicameral mind sahnesi ile bir değişime (character arc) ve Ford'un konuşma sahnesi sayesinde bir çözüme (resolution) sahip oluyor. "Vaay, ne kadar zekice". Ne yazık ki karaktere o ana kadar yeterince bağlanmamışız.
</Agır spoiler>
Benim de ana fikrim bu aslında: Hikaye denen "labirent" ne kadar ilginç temalardan, ne kadar orjinal tezlerden, ne kadar karmaşık olay örgülerinden oluşursa oluşsun, ortasında kuvvetli bir karakter kısmı yoksa, onu çözme hevesimiz kuruyor.
Westworld, birçok karakterinin tek boyutluluğunu, statikliğini ve genel hikayeyle çelişkilerini, müthiş oyunculuklar ve gizemlerle kapamaya çalışmış, neredeyse de başarmış. Neredeyse...
Peki iyi bir karakter için ne lazım?
"Analysis!"
Oturaklı bir metin ve karakter analizi yapacak eğitimim yok ama beni bir karaktere bağlayan iki şeyden bahsedeyim: derinlik ve değişim.
Karakterin amacı belliyse ve tarihçesi zenginse, bir derinlik kazanıyor. Ve hikaye sürecinde geçirdiği değişim de o oranda etkileyici oluyor. Burada değişimden kasıt, "işini kaybetmek" gibi birinin başına gelen bir olay değil. Karakterin dünya görüşündeki bir değişimden bahsediyorum.
Elbette her karakterin bir değişim hikayesi (arc) olmak zorunda değil. Bazıları sadece olay örgüsünü ilerletmek için (plot device) kullanılırlar, programcı Elsie karakteri gibi.
Gerçekten güzel bir değişim örneği olarak aklıma ilk gelen dizi Breaking Bad:
Geleneksel arc'larda karakter ya düşer, ya yükselir ya da değişmeyi beceremez. Walter White ise önce yükselip sonra düşüyor (belki de ta en baştan beri batıyordu). Karakterin harçlarından olan amaç (motive) de buna paralel olarak değişiyor: "Her şey ailem için" samimi bir amaçtan, kedine söylediği bir yalana, sonra da bir itirafa dönüşüyor. Dostoyevski romanı gibi, 5 sezonluk bir insan tahlili.
Elbette Breaking Bad'in oyunculuğu, dekoru, diyalogları veya sinematografisi de kusursuz ama ben dahil ezici çoğunluğumuz bir dereceden sonrasını anlamıyoruz. İyi bir sanat eğitimi olmadan bunu izlemek, retinamızın algılayacağının ötesinde bir çözünürlükteki ekrana bakmak gibi. Oysa karakter değişiminin güzelliğini hissetmek daha kolay. Bu yüzden hem eleştirmenlere, hem de milyonlara hitap eden bir eserdi Breaking Bad.
Tek bir kişi yerine bir çifte odaklanan The Americans, bence devam eden diziler arasında en iyisi. Bir yandan çok iyi bir casusluk hikayesi ama bundan ibaret olsaydı, kimsenin favorisi olmazdı. The Americans'ı üst seviyeye taşıyan şey, heyecan veya twistler değil, temeldeki aile draması. Ana karakterler kanlı canlı birer insan. Hem iş nedeniyle alter-egoları var, hem sürekli zıt etkiler altında mücadele eden kimlikleri. Bir aksiyon olduğunda da gerilimi yükselten unsur, karakterleri iyice tanıyor oluşumuz.
"Şöyle biraz geçmişe gidiyorum", benzer bir çift dinamiğinin içine biraz gizem katınca X-Files'ı görüyorum. "Haftanın canavarı" hikayeleri ile "mitoloji" (o eserin içinde varolduğu evreni inşa eden, uzun soluklu hikayeler) arasında güzel bir denge yakalamıştı. Denge noktasını da başroldeki ikilinin ilişkileri kaplıyordu (aralarındaki duygusal gerilim, birbirilerini tamamlayıcı özellikleri, vs). Bu dinamik eskiyince ve haftalık hikayeler kuruyunca, mitolojiye odaklandılar ve altından kalkamadılar. Buradaki kritik nokta: Her olay örgüsünü bağlamış olsalardı bile şov etkisini yitirmişti, karakterleri tükettiği için.
Gizemden devam edelim ve Westworld'ün asıl öncülü olan Lost'a bakalım. Ondan beri hiç bir diziyi "çözmek" için Internet böyle seferber olmamıştı.
Lost, "sonradan çok bozması" ile hatırlanıyor ama ilk sezonları, gördüğüm en iyi hikayecilik örneklerinden. Her bölüm, adadaki yeni olaylar 1-2 karakteri merkeze alarak anlatılıyordu. Bununla paralel yürüyen flashbackler de, o karakterin arkaplanını oluşturuyordu. İki hikaye sonunda birbirine bağlanırken, karakter bir mücadele-değişim sürecinden geçmiş oluyor. Bu şekilde, her bölüm bir karakterin altı dolduruldukça, bir noktadan sonra ilginç olaylara ihtiyaç olmadan, sırf karakterlerin etkileşimlerini izlemek yetiyordu.
Elbette her karakter böyle değildi. Mesela Jacob, olayları ilerleten bir plot device idi. Daniel Faraday gibileri de çok karışan senaryoyu seyirciye açıklıyorlardı (exposition). Özellikle işin içine zamanda yolculuk girince, Faraday karakteri seyircinin en büyük yardımcısı olmuştu. Ama bu karakteri ilginç yapan bu değil. Bana ne zaman yolculuğu paradokslarını %100 çözüp çözmemelerinden, fizik konferansında değiliz ki. Faraday'ı hatırlıyorum çünkü sonradan ona da bir hikaye verildi, ona da bir can üflendi. Herkes exposition karakteri yazabilir ama sağlam bir karakter yazmak zor.
Diğerlerini düşünün: John Locke, Sawyer, Kate, Jack, Sayid Jarrah, Desmond, Hurley, Ben Linus, Juliet, Jin, Sun, Charlie, vs...Kaç sene geçti, IMDB'ye bakmadan hatırlıyorum. Başka hangi romandan, filmden, diziden 10-15 tane karakteri şak diye saymak mümkün? Bunlar "adadaki gizemi" anlatmakta kullanılan şablonlar değillerdi. Tam tersine, adadaki gizem, bu karakterlerin hikayeleri için bir bahaneydi. Lost, labirentin merkezini bulmuştu.
Tabii internetin zeka yaşı ortalaması belli, Lost'un koparttığı gürültü patırtının %90'ı bu gizemler üstüne oldu. Ve kısa süre içinde Lost da, X-Files gibi kendi mitolojisinin ağırlığı altında ezildi. Hatta bazı yan hikayeleri (subplot) dımdızlak ortada bıraktılar, pes ettiler (Walt denen medyum bebe).
Bir mühendis olarak, Internetin kollektif ergen beynine "biraz daha az analitik olun" demek komik ama ağaçlardan ormanı göremiyor insanlar.
"Doesn't look like anything to me"
Westworld de aynı dertten muzdarip: "Bu sahne bana bir şey ifade etmiyor. Acaba bir işaret mi kaçırdım, şarkı sözlerini mi takip edemedim, sağ altta gözüken kitabın başlığını mı okuyamadım...."
Her sahne bir dedektiflik bulmacası, her öğe bir ipucu değil. Her halükarda bazı reddit fareleri gizemleri üç bölüm öncesinden çözecek. Bu olduğunda, geriye izlenecek çok bir şey kalmıyorsa, ayvayı yediniz. Karakter yapımı bu yüzden önemli.
Bu soruna en bariz örnek Ed Harris'in oynadığı Man In Black (MIB):
Ed Harris, 45 dakka tuvalette ıkınsa izlerim, o derece seviyorum. Ama tüm MIB sahnelerini arka arkaya izleyin bakın. Son bölüme kadar hep aynı (replikler dahil) ve iki satırda özetlenebilir: "Oyunun en derinindeki manasını kavramaya çalışan zengin ve sadist pro-gamer".
<Agır spoiler>
Bu "mana" tabii ki muğlak tutuluyor, çünkü Dolores gibi, MIB karakterinin arc'ı da en sonda çözülecek gizemlere çapalanmış. O ana kadar bir çok "cool" sahnede yer alıyor ama karakter hiç ilerlemiyor. "Derindeki manadan" kastını ancak en sonda öğreniyoruz.
(Millete acı çektirmesindeki amaç, sadizmin ötesinde, robotların bilinçlenmelerini sağlamak. Zamanında Maeve'in "kızını" öldürünce, onda gördüğü parıltıyı arıyor. Bu fikir acı->bilinçlenme tezine de uygun).
Yani burada "MIB'in başına ne gelecek" sorusunun taa en sonda cevaplandığından yakınmıyorum. Ama daha karakterin ana amacı (internal motive) nedir onu bilmiyoruz. Bu olmadığı için de character arc patlıyor.
Bakın bu taktik Memento'da işe yaramıştı. Orada hikayenin sonunu bilerek başlıyorduk ve asıl plot twist, karakterin ana amacı hakkındaydı. Burada patlamasının nedeni ise, seyirciye geç sunulan amacın, karakterin o ana kadarki mücadelesini manasız kılması.
(Ford ile olan çekişmesinin altını oyuyor. Sebepleri farklı olsa da, meğer ikisi de aynı şeyin peşindelermiş. Ve Ford'un haberi hep vardı. İşte bu ucuz bir hile hissi yaratıyor).
Örnek olarak, Ford (Hopkins) ile MIB (Ed Harris)'in barda karşılaştıkları sahneyi tekrar ziyaret edin. Güzel bir sahne. Zaten bu iki aktörü nereye koysan mükemmel olacaklar. En baştaki piyanistin Ford olması gibi ufak incelikler var. Diyaloglar da güzel geliyor kulağa. Fakat iki karakter hakkında bu sahne sonunda ne öğrendiniz? Sıfır. Genel hikayede ne manası var? "Gereksiz"den de kötü. Karakter tutarlılığı pahasına, gizemi ve kancaları uzatmaktan ibaret.
</Agır spoiler>
Bu hissi en sık yaşadığım dizi Game of Thrones sanırım. Çok iyi aktörlerin oynadığı, çok eğlenceli karakterler sürekli bir araya gelip, mükemmel diyaloglara giriyorlar ve %95'inin sonucunda ne karakterler, ne de olay örgüsü derinleşiyor. Mesela Tywin Lannister ve Olenna Tyrell ananesinin beraber olduğu sahnelere bakın. En karizma iki karakter, fakat tek satırda anlatılabilirler. Ve kaç sezon boyunca tek gram değişim olmadı. Bir çok önemli karakter böyle: Stannis, Ned Stark, Littlefinger, hatta Cersei, Varys ve benim favorim Lord Friendzone.
İlk düşüncem "çok fazla karakter olduğundan bunun doğal olduğu" idi. 60 saniye sahne zamanı alabiliyorlarsa ne ala. Fakat yine şöyle bir geçmişe dönüyorum ve düzinelerce karakteri olan The Wire'ı görüyorum. Diğer örneklerin aksine, bu dizi bir şehir ve bir toplum hakkında, yani karakterlerin yüzeysel olmasını bekleriz. Ona rağmen, karakterlerin çoğu diziyi başladıklarından farklı bitirdiler. Onlar cool replikleri birbirine söyledikten sonra ortadan kaybolmuyorlardı, sahne değişse de hayatlarına devam eden kanlı canlı insanlardı.
Bu bakımdan GoT çok kaliteli bir pembe dizi (soap opera). Hemen her bölümünü zevkle izliyorum ama bitince geriye bir şey kalmıyor. (Bu arada, geriye bir şey bırakması için illa büyük temalar işlemesine gerek yok, The Americans buna bir örnekti)
<Agır spoiler, dizi finali içerir>
GoT molasından sonra MIB'i incelemeye geri dönelim. Elbette MIB konuşurken William hikayesini atlayamayız. Zaman akışı (timeline) hileleri sayesinde William, bir anda MIB'in arka hikayesi oluverdi. Güzel. Fakat William'ın bir "beyaz şapka" karakterinden "siyah şapka"ya geçişi, öykünün en zayıf noktası olabilir. Nedeni basit: 8–9 bölüm aynı giden iki düz karakteri, bir voiceover ile birbirine ekleyince otomatikman güzel bir character arc elde etmiyorsunuz.
Aslında bu voiceover sırasında, yaklaşık 3. dakikada çok iyi bir kare vardı: Bu sahnede, William uzun arayışlardan sonra Dolores'i buluyor. Tam gidip "yav nerelerdeydin, seni bulacağım diye 500 kişiyi kurşuna dizdim, günlük 40 bin dolar harcadım" diyecekken, dizideki en iyi yardımcı oyuncu olan konserve kutusu düşüyor, Dolores onu yerden alan bambaşka birine aşık oluyordu. William'ın yaşadığı senaryoyu yaşayacak başka bir müşteri. Ve Dolores farkında bile değil. Müzik değişiyor, rahatsız edici bir ton, William'ın o anda Dolores hakkındaki illüzyonundan kurtuluşunu ve bunun yarattığı bulantıyı hissediyoruz: "You were nothing...if not true". ("O müşteriye karşı da, bana olduğun kadar gerçek ve samimiydin" manasında).
Etkileyici fakat bir de hikaye açısından bakın: Bu sahne, William'ın değişiminin tetikleyicisi (catalyst) olarak sunuluyor. Halbuki zaten William o sırada çoktan siyah şapkayı takmıştı (kötü biri olmuştu). Üstüne, William sonraki ziyaretlerinde Dolores'i görmeye ve aynı loopları yaşamaya devam ediyor. Hatta daha öncesinde, MIB’in karısı ölünce parka dönüp sırf meraktan bir şeytanlık yaptığını da biliyoruz (Maeve’in bebesini kesmesi). E bu karakterin dönüşüm noktası nedir kardeşim?
Kısacası voiceover zaten bu denli büyük bir değişimi seyirciye yedirecek bir araç değil, fakat burada ekstra kötü kullanılarak, William ile Dolores'e işkence eden MIB arasındaki geçişi iyice bulanıklaştırıyor. Şu sahneyi hiç yapmasalar, karakter arc daha tutarlı olacaktı. Tüm bunların kök nedeni de karakterlerin baştan kofti oluşu.
</Agır spoiler, dizi finali içerir>
Ya herkesin favorisi Ford? Tek satırlık tanım: "Tanrı kompleksi olan ve robotları kontrol altında tutmak isteyen biri". 9 bölüm boyunca böyle anlatıldı ve bu karakterin hikayesinde kanca olarak, meçhul "New Narrative" kullanıldı.
(Bazı öykülere bir aciliyet kazandırılır. New Narrative kancasına aciliyet kazandıran şey de, "Delos şirketinin yönetim kurulunun baskısı" idi. Theresa ve özellikle de Hale karakterleri, bu aciliyeti temsil etmekten ibaretler).
Bu karakteri Anthony Hopkins gibi herkesin sevdiği, mükemmel bir aktörden başkasının oynadığını düşünün. Sadece "acaba gerçek planı ne?" sorusu için izlediğinizi daha rahat göreceksiniz.
Son bölümdeki twist, en başta belirttiğim gibi, kurgu sayesinde gayet zevkliydi. Karakteri biraz daha trajik ve sempatik bir figür yaptı gözümüzde. Fakat bu twist iki karakter sorununa yolaçtı:
Çelişkili motive: Theresa ile yaşadıkları malum sahnede ("the hosts are free...here...under my control") seyircide bırakılan intiba, Ford'un şeytani bir karakter olduğu ve Tanrı kompleksine sahip oluşu. Seyirci bunun gerçek olduğunu düşünecek, çünkü o sahnede karakterin yanıltıcı davranması için bir neden yok. Fakat sondaki twist tam da bunu gösterdi. Bu ucuz bir ters köşe. "Katil kim" öykülerinde bir kural vardır: Okurun bilmesinin imkansız olduğu bir plot twist geçerli değildir. Bu da ona benziyor.
Karakter zaten değişimini hikaye başlamadan bitirmiş. Dizinin zaman çizelgesindeki Ford hep aynı, planı hep aynı ve her şey o plana uygun. Bu onu dinamik/interaktif değil, statik bir karakter yapıyor.
Ford'un her monologunu severek izledim, zaten Anthony Hopkins'i almışsın, monolog vermeyip de ne yapacaksın. Ama hikayecilik açısından Ford'un en iyi kısmı, kayıtdışı yarattığı "aile" idi. Bu, gayet orjinal bir backstory oluşturma çabasıydı ve aynı zamanda Bernard-Ford arasındaki özel ilişkinin de altını çiziyordu. Ne yazık ki bu tip güzellikler arada kaynadı gitti.
Artık Bernard ve Arnold'dan bahsetmeyeyim, MIB ve William için söylediklerime paralel şeyler olacak. Gerçi Jeffrey Wright'ın kendini kabullenemediği sahneleri çok iyiydi ama bunları kısa kesmişler.
Bernard'la alakalı bir övgü notu olarak, "kim host, kim insan" tuzağına fazla düşülmemesi iyiydi. Halen en sevdiğim sci-fi dizisi olan Battlestar Galactica, bu ucuz numarayla finale kadar yalpalamıştı. Halbuki hatırlarsanız, önceleri flashbackler sayesinde karakterlerin altını doldurmuşlardı. Ve X-Files'daki "haftanın canavarı" formatını, siyasi eleştiri yapmakta kullandılar: işkence, sendikalar, askeri darbe, köktendincilik, tekelcilik, ırkçılık... Ne ararsan var. 11 Eylül sonrası Bush Amerika'sı hakkında, Westwing kadar politik bir şovdu bazen. Sonra ne oldu? "5. Cylon kim, azzzz sonraaaa". Yahu kimse kim, sen otur işini yap, sendika çalışmalarına devam et, ödüllerini kazan. Şimdi sadece birkaç ergeni memnun etmişliğinle kaldın, onlar da seni çoktan unutup gittiler.
"These violent delights have violent ends"
Vahşet içinde bitti Westworld. Tüm kusurlarına rağmen, çoğu parçası bir saatin dişlileri gibi birbirine uyan, zevkli bir hikayeydi. Daha ilk bölümden, robotların farkındalık kazanacaklarını biliyorduk. Bu bir sürpriz değil. Fakat hikayenin bu noktadan sonra nereye gideceği meçhul. Ford'un "yeni öykü"sündeki tematik zenginliğin ve işlenecek ana fikirlerin sınırı yok. Mesela, robotlar insanların zulmünü hatırlayarak, onlar kadar acımasız mı olacaklar? Kendi yalan öyküleriyle barışacaklar mı, benliklerini tanımlamak için? Bilmiyorum ama Maeve'i seviyorum merkez. Neredeyse iyi bir hikayeyi sevdiğim kadar...
"Mozart, Beethoven, and Chopin never died....They simply became music"