Antik Yunan ve ilk filozoflar
Batıdaki ilk filozofların önemi, gelecek kuşaklara bıraktıkları bilgi birikimi değildi. Bu çok önemsenmiyordu, çünkü şimdikinin aksine, bilginin sürekli arttığı yönünde alışılagelmiş bir dünya görüşü de yoktu. Hatta bilgi bazen unutuluyor ve toplumlar geriye gidiyorlardı. İlk filozofların mirası, gençlere özgürce, akılcı ve esnek biçimde düşünmesini öğretmekti. Her biri birbirinden fantastik teorilerle çıkagelmişti.
İlk bilinen filozof Thales M.Ö. 6. yüzyılda Batı Türkiye’de doğdu. Bir güneş tutulmasını doğru tahmin ettikten ve Lydia kralının geçmesi için Kızılırmak’ın yatağını değiştirdikten sonra meşhur oldu. Ama o zamanlar meşhur olunca yapacak fazla bir şey olmadığı için, Milet Okulu'nu kurdu. Thales en çok maddi dünyanın özü hakkında kafa yormuş ve sonunda her şeyin sudan yapıldığına kanaat getirmiş. Hayvanların vücudu da, kıtalar da zamanında sudan oluşmuştu ve her şeyi su tutuyordu.
Thales’in Anaksimandros adlı öğrencisi ise bu görüsü reddetti. Eğer yeryüzünü su tutuyorsa suyu da başka bir şey tutmalıydı. Buna cevap olarak öküzün boynuzu demeyecek kadar akıllıydı. Daha fazla bilgi edinmek için bilinen dünyanın haritasını yaptı -ki bu bir ilktir- ve dünyayı boşlukta asılı duran bir silindir olarak düşündü. 2600 yıl önce, dünyanın düz olmadığını fark etmişti. Bununla da kalmayıp canlıların evrilmesi fikrini, pek bilmeden de olsa, kaba haliyle ortaya atan ilk insandır.
Bunlar epey radikal düşünceler olduğundan, öğrencisi Anaksimenes tarafından hemen reddedildiler. Belki Anaksimenes biraz daha adamakıllı biri olsaydı, dünyanın düz olduğu inancı kısa sürede son bulabilirdi. Hocasına kıyasla daha yanlış teoriler ortaya atmış olmasına rağmen, kuşaklar boyu çok daha etkili bir filozof olarak kalması, felsefenin geri de gidebildiğine güzel bir örnektir.
Bu Miletlilerden daha da ünlü bir filozof olan Herakleitos aynı yüzyılda Efes’te doğdu. En önemli mirası “Her şey akar” ve “Aynı ırmağa iki kere girilmez” sözleridir. Evrenin özü değişimdir. Bir denge, bir durağanlık söz konusu olamaz. Bu geçicilik öğretisi, ölümsüzlük ideali pesinde kosan, mükemmel ve durağan bir temele inanan insanları epey sarstı.
Tam bu sıralarda, Herakleitos’tan da ünlü olacak bir filozof Sisam’da dünyaya geldi. Felsefe terimini icat eden bu matematik dehasının adı Pisagor’dur. Leibniz, Descartes ve Russell gibi matematikçi filozofların ilkidir. Bütün evrenin matematikle modellenebileceğine ve sayıların her şeyin temeli oluşturduklarına olan inancı Platon'un idealar evreni fikrine temel teşkil etmiştir. Aynı zamanda bu fikirleri yüzünden, Pisagor’un adı gizemcilik tarihinde de sıkça geçer. Babil’de ve Mısır’da epey zaman geçirmiştir ve İtalya’ya dönene kadar tam olarak ne haltlar karıştırdığı pek bilinmemektedir.
Bu sıralarda Ksenophanes, çok tanrıcılıkla ve insanın tanrıları tasviriyle epey dalga geçiyordu: "Trakyalılar tanrı mavi gözlü ve sarışındır der, hâlbuki ineklerin atların ellerdi olsa da çizebilselerdi. O zaman atlar at gibi çizeceklerdi tanrılarını, inekler inek gibi." (Adam şu anda hayata dönse ve Ortadoğulu İsa'nın, Batı'da bembeyaz tenli biri olarak tasvir edildiğini görse, "hiçbir şey değişmemiş sanırım" diyerek tabutuna geri dönerdi).
Ksenophanes, bu geniş bakış açısından yola çıkarak, düşüncelerimizin kesinliği olamayacağını belirtir. Onun şiirlerinin çevirilerini de Karl Popper’ın yapması sürpriz değildir. Aralarında 2500 sene olan bu iki insana göre, bilgilerimiz aslında sanıdan ibarettirler. Her an yerlerini gerçeğe daha yakın bir versiyonuna bırakabilirler, lakin tümevarım kesin bir bilgi sağlayamaz.
Ksenophanes’in öğrencisi olan Parmenides, Sokrates’le bağı olan ilk filozoftur. Ondan iki kuşak önce, büyük hocası konumundadır. Parmenides, her şeyin bir, bozulmaz, başlangıçsız ve hatta zamansız olduğunu düşünüyordu. Hiçbir şey yoktan var edilemez veya yok edilemezdi. Bu yüzden, Herakleitos’un aksine, o değişimin evrenin doğasında değil, sadece görünürde olduğuna inandı. Temeldeki kurallar hep aynıydı. Zaman bile değişim için kanıt değildi, çünkü şimdi kavramı sadece kişiye özeldi.
Taa Einstein’ı bile etkileyen bu görüşlere, çok çılgın bir kişilik olan Empedokles karşı çıktı. O, duyularımızın bize gösterdiği değişimden yanaydı. Ama Parmenides tarafından da kısmen ikna edilmişti. Sonuçta her şeyin değişmez olan dört element (hava, su, toprak, ateş) tarafından oluştuğunu fakat bunların etkileşiminin epey dinamik olduğunu ileri sürdü.
Empedokles buraya kadar bahsedilen filozofların aksine sadece maddenin doğasıyla değil, siyasetle de epey ilgiliydi. Demokrasiyi şiddetle savunuyordu. Epey deliydi ve sonunda Etna Yanardağı’na atlayarak -evet resmen içine- intihar etti.
Parmenides’in öğrencilerinden biri olan Elealı Zenon (Stoacılığı kuran Zenon’dan farklı olarak) paradokslarıyla tanınır. Achilles ("aşil tendonu"ndaki aşil) ve kaplumbağa paradoksu ile Dikotomi paradoksları ünlüdür. Geriden başlayan ama daha hızlı olan yarışçının, aradaki mesafeyi kapatamayacağından bahsedilir. Arkadaki, aradaki mesafenin yarısını katedene kadar, öndeki biraz ilerleyecektir. Arada kalan yeni mesafenin yarısını katedene kadar, öndeki bir gıdım daha ilerleyecektir. Böyle sonsuza kadar sürer.
Matematiksel açıdan bir paradoks değildir, zira cevabı var (oysa bir paradoksun asla cevabı olamaz, "şu anda yalan söylüyorum"daki gibi): Evet, sonlu bir zaman dilimi içinde, arkadakinin yetişmesine imkân yoktur. Fakat sonsuz zamanda, asimptotik şekilde yetişebilir.
Bu "paradoksların" katkısı şu: Kusursuz bir mantıkla adım adım ilerlesek bile yanlış sonuçlara varmak olanaklıdır. Öyleyse çevremizde olan bitenle ilgili her türlü akıl yürütme çabası bizi yanıltabilir. Mantığımıza güvenemezsek nasıl gerçekten öğrenebiliriz?
Bu soru cebimizde kalsın, cevabı epey sürecek. Bu esnada Demokritos ve kankaları (atomcular) ortaya çıktı ve “Madde nedir?” sorusuna epey doğru bir cevap verdi (Gerçi atom kelimesi Yunanca “parçalanamayan” demek ve elbette parçalanabiliyor ama arkadaşları mazur görelim). Fikirleri: Atom yaratılmamıştır, yok edilemez ve evrendeki değişim (Parmenides'in bahsettiği) bu atomların hareketlerine göre deterministik biçimde oluşur.
Atomcularla Sokrates arasındaki kısa zamanda, ortalık sofistlere kalmıştı. Meslekten öğretmendiler ve para karşılığı hitabet dersi vererek geçiniyorlardı. İdeal bir "doğruyu" önemsemiyorlardı, "haklı çıkmak" onlar için önemli olan şeydi. Bu pragmatist ve "saf olmayan" öğretileri muhafazakârlar tarafından çok eleştirildi, gençlerin ahlakını bozdukları ileri sürüldü.
Sofistlerin en ünlüsü Protagoras, felsefenin odağını evrenin doğasından yavaş yavaş insan doğasına çevirmeye başladı. Zira haklı çıkmak için, başkalarının sana hak vermesi gerekiyor, bu da insanları anlamayı gerektiriyor. Onların motivasyonları nedir, değer verdikleri şeyler nedir, tutarsızlıkları nedir?
Bu değişim, gelecek bölümün konusu Sokrates’a, "al da at" dercesine verilen bir pastı...