Kahramanlık, Milletçe Övünülecek Bir Özellik Değil
"Kahvehane genetikçileri", milletlerin bazı özellikleri olduğunu savunurlar:
Türkler tabii ki kahramandır, yiğittir. Ruslar çilekeştir. İtalyanlar korkak, Fransızlar götlek, hele hele İsrailliler tam kaypaktır. Onlar genetik olarak anca münafıklığa, faizciliğe, lobiciliğe yatkınlardır. Elfler nasıl okçuluğa ve kuaförlüğe yatkınlarsa, Orklar nasıl piercing işini biliyorlarsa, bu da öyle. (kaynak: 23andMe)
İnsan, normalde söylemeyeceği bir takım ırkçı beyanatları, yarı-bilimsel bir dilin kılıfı altında bülbül gibi şakıyor.
Peki acaba, tartışmasız biçimde kahramanlıkla özdeşleştiğimizi kanıtlayabilseydik bile, bu övünülecek bir şey olur muydu? Belki de kahramanlığa muhtaç kalacak kadar büyük yanlışlar yapıp, insanların hayatlarının ucuzca harcandığına işaret ederdi bu sadece.
Alman tankla, topla, tüfekle, "ağır sanayi hamlesi"yle gelirken, Rus bunları ilk anda durduracak tekniği bulamadığı ve akılcı bir yönetime sahip olmadığı için, bir sonraki destanına istatistiki meze yapacağı -8.7 milyonu üniformalı- tam 25 milyon oğlunun ve kızının gövdelerini kullandı.
İngiliz, o ufak adasından yola çıkardığı zırhlı gemileriyle 500 yıllık başkentine girerken -hani zamanındaki mevcut en büyük dökme toplarla fethedilmiş olan başkentine- o gemileri püskürtmeye yetecek kadar top cephanesi bile üretememiş bir imparatorluğun, şehitlik mertebesine ulaştıracağı cahil köylü bedeni konusunda kaynak sıkıntısı yoktu (Alman yapımı demiryolları sevkiyatı hızla yaptıkları sürece tabii).
Kendini imkansız bir fetih görevine göndermiş olmasına rağmen, sırf şerefine leke düşmemesi için asla teslim olmayı kabul etmeyen kahraman Japon, Tanrı olarak taptığı bu imparatorunun, kısa bir süre sonra kayıtsız şartsız teslim olduğunu görünce ne düşündü acaba? Belki de "Amerikalıların genlerinde şeref yoktur, delikanlılarsa atom bombalarını, uçak gemilerini, radarlarını bırakıp da gelsinler" diye kendini avutmuştur.
Atalarımızın yaptığı bir fedakarlığa duyulan minnet, resmi bir kahramanlık miti haline getirildiği anda istismar edilmeye başlanıyor. Bu istismarın arkasındaki siyasi-askeri otoritelerin, hatalarının bedelini ödetecekleri gönüllü gövdelere olan ihtiyaçları hiç bitmez. Kendi kendini, hep bir sonraki felaketle besleyen bu sistem, her yerde işe yarıyor:
İsrailli okul çocukları, çölün ortasında Masada denen bir kayalık tepeye götürülürler, 2000 sene önce Romalılara teslim olmak yerine önce ailelerini, sonra birbirlerini öldürmüş bin kadar Yahudinin hikayesini dinlemek için. Sicarii denen bu grup, kuşatma sırasında aç kaldıkları için değil, şerefleri için topluca intihar ettikleri belli olsun diye tahıl deposu dışındaki her binayı ateşe vermişler. Tıpkı ertesi gün içeri giren Romalıların tanıklık ettikleri gibi, bu "kahramanlığa" ben de orayı ziyaret eden çocuklarla birlikte yeniden tanıklık etmiştim. Oysa Sicariilerin o sırada savundukları tepenin eskiden bir Roma karakolu olduğu, ele geçirdikleri tüm Romalıları kılıçtan geçirdikleri, akabinde diğer Yahudileri "yeterince Yahudi" bulmadıklarından onları da yağmaladıkları gibi bilgileri oradayken öğrenmemiştim.
Bambaşka hayatlar yaşamış bu körcahiller ile 2000 sene sonra internet çağında doğan çocuklar arasında zorla bir bağ kurulmaya çalışılıyor, o çocuklara "kadim" İsrail ordusunun askeri olma kimliği aşılanarak.
Destanlar, en başlarda masum ve hatta yararlı olsalar da, eninde sonunda yüzleşilmemiş beceriksizliklerin, hesabı ödenmemiş vahşetlerin üstünü örtmekte kullanılırlar... ve bir sonraki kuşağın beceriksizliklerine, vahşetlerine, ayrımcılıklarına zemin hazırlarlar.
İşin kötüsü, bizde bu destanlaştırma işi, şehitlik kavramıyla otomatiğe bağlanmış. Her kültür, savaşçısını yüceltir ve şehitlik, tam da siyaset-üstü bir kavram olarak kutsallaştırıldığı için, siyasi-askeri otoritenin en etkili aracı oluyor. Bir savaş gemisi kadar kontrol edilebilir olan ama sorumluluğu kimseye bulaşmayan bir araç. Fakir ve cahil bırakılan zihinlere yapılan soygun yetmezmiş gibi, onların bir de bedenlerinden sonsuz bir cephanelik yaratan bir araç...
EKLEME:
Rusların nihayetinde Almanları yenip diktikleri bayrak, sadece Leningrad kuşatması gibi akılalmaz fedakarlıkların bir anısı olmakla kalmadı, takip eden yıllarda demir perde içindeki milyonların önlenebilir tradejilerinin üstünü örtmek için de kullanıldı.
Bu yüzden Budapeşte'den Bükreş'e, Doğu Berlin'den Belgrad'a kadar her yere heykellerini diktiler. Baskıcı, kendini kurtarıcı olarak konumlandırdığı sürece otoritesini sürdürebilir. Sözde emperyalizme ve sömürüye karşı savaşan Sovyetlerin, yeni edindikleri devasa imparatorluklarındaki çevre ülkeleri sömürüp, onları Batıdaki kardeşlerine göre (Berlin örneği özellikle) geri bırakmalarının muhasebesini, bu kahramanlık heykellerinin gölgesinde korkmadan, objektif biçimde yapmak mümkün mü?
Güç doğası gereği meşruiyet kazanmak için bu hikayelere sarılacak veya onları uyduracaktır. O yüzden bu aslında sürekli devam edecek gelgitli bir mücadele: Gençliğinde ne kadar yararlı veya gerekli olmuşsa olsun, siyasi iradenin bir uzvu olma potansiyeline sahip her destan, fazla yaşlanmadan öldürülmeli.