Geçmişin Dev Aynalarında Bugünün Cüceleri: Roma, Çin, ABD, Osmanlı ve Türkiye

Geçmişin Dev Aynalarında Bugünün Cüceleri: Roma, Çin, ABD, Osmanlı ve Türkiye

Profil resimlerinin parti amblemlerine, fikirlerin sloganlara döndüğü bitmeyen, bitmeyecek bir sonbahar. Sanal veya gerçek, timelinelar hep siyaset. Siyasetten kastım ekonomik veya sosyal ideolojilerin çarpışması değil tabii, dandik güncel sığ siyaset. Kime oy vermeniz gerektiğini söylemeyeceğim (benim oyum PHP'ye), oy kullanmanızın boş bir iş olduğunu da. Bu mücadeleler gerekli, fakat arada bir kafayı suyun üstüne çıkarıp nefes almakta yarar var:

 

Thomas Cole'un "The Course of Empire" serisinin 4.'sü "Destruction" (1836). Roma'yı yağmalayan Vandallara telif ödemiştir diye umuyorum 

Thomas Cole'un "The Course of Empire" serisinin 4.'sü "Destruction" (1836). Roma'yı yağmalayan Vandallara telif ödemiştir diye umuyorum 

Tarihte 1 milyon nüfusa ulaşan ilk şehir muhtemelen Roma idi, yaklaşık 2000 sene önce. Sonraları İstanbul dahil çeşitli şehirler bu sınıra ulaşmış olsalar da, tam 1800 sene boyunca herhangi bir dönemde, 1 milyonluk şehir sayısı, bir elin parmaklarını geçmedi. Taa ki 19.yy'ın sonlarında sanayileşme, lojistik ve modern tıp, metropolleri sıradanlaştırana kadar. O yıllarda doğan Atatürk'ün önderliğinde kurulan Türkiye Cumhuriyetinde, bugün nüfusu 1 milyondan fazla 6-7 il var.

İnsanoğlunun yerleşik hayat tarihini 10 bin yıl olarak düşünürsek, bunun %98.5'inde, bu kadarcık bile büyük şehrin aynı anda varolmamış olması komik geliyor düşününce. Daha komiği, Türkiye'nin bu konuda sıradan bir örnek olması: Çin'de bugün 1 milyondan fazla nüfusa sahip 170 küsur şehir var. Koskoca Roma'dan, tarihin en büyük imparatoru Augustus Caeasar'ın (ve tarihin en baba Sezarı, Julius Caesar'ın) Roma'sından tam 170 tane. Bu Sezarların zamanında, bildikleri ve haberdar dahi olmadıkları tüm kıtalarda yaşayanların toplamının tam 5 katı yaşıyor bugünün Çin'inde. 170 Roma ve 5 Eski Dünya içeren bu dev, bugün 10 trilyon dolarlık üretim yapıyor her sene. Bir ölçüte göre (satınalım gücüne oranlanmış GSYİH) ABD'yi geçip Dünya'nın en büyük ekonomisi oldular bile.

 

Michael Wolf'un gözünden Hong Kong. Yaklaşık 100 bin insan, 3 milyon fare ve milyarlarca hamamböceğine ev sahipliği yapacak bir kompleks. Sol alttaki dairelerden üç tanesine bir kaç fareyle ortak girdik temelden, hayırlısı.

Michael Wolf'un gözünden Hong Kong. Yaklaşık 100 bin insan, 3 milyon fare ve milyarlarca hamamböceğine ev sahipliği yapacak bir kompleks. Sol alttaki dairelerden üç tanesine bir kaç fareyle ortak girdik temelden, hayırlısı.

 

İnanması güç ama bundan 200 sene önce, Çin Dünya ekonomisinde daha da baskın bir konumdaydı: Küresel üretimin neredeyse üçte birine sahipti, yani bugünkü dev haliyle aldığı payın iki katına.

Batı'daki sanayi devrimi pastayı katbekat büyüttüğü ve Çin'de vahşi bir hanedan değişimi olduğu için, 1820-70 arası Çin'in aldığı dilim de ufaldı. Bu dönemde Londra, hem global ticaretin hem de sanayi devriminin merkeziydi. Tarihte eşi görülmemiş bir büyümeyle açık ara en büyük metropol haline geldi. Nüfusu ilk 2 milyona, 3 milyona, 4 milyona (bu böyle bir bir artıyor, hesap edersiniz) ulaşan şehirdi.

Londra tarihin en büyük imparatorluğunun merkeziydi. Kraliçe, tüm okyanuslara, tüm karasal alanın ve nüfusun %25'ine hakimdi (Roma, zirvesindeyken, global nüfusun beşte birini kontrol ediyordu). İngilizlerden bağımsızlığını kazanmış ülkelerin listesiyle, o zamanki tüm ülkelerin listesi arasında pek bir fark yoktur zaten. 

Son yüzyılın devi ABD ise, baskın konuma 1. ve özellikle de 2. Dünya savaşı sonunda geldi. Diğer tüm büyük ekonomiler savaşla çökmüşken (Hepsinin GSYİH'sı ya azaldı ya da sabit kaldı), ABD koca bir fabrikaya dönmüş, 1938-45 arasında üretimini 800 milyar dolardan 1.4 trilyon dolara çıkarmıştı.  Savaşın sonuna doğru ABD, neredeyse her askeri alanda, tüm Mihver (Axis) güçlerinin toplamından fazla üretim yapıyordu, hatta bombardıman uçakları ve büyük savaş gemileri gibi bazı alanlarda müttefik + mihver toplamından fazla üretim yapıyordu.

ABD, idareten olmasa da ekonomik olarak İngiltere'nin boşluğunu doldurdu: Dünya'daki toplam üretimin çeyreğini direkt yapıyor, kendi yarıküresindeki diğer ekonomilere dev şirketlerle yön verebiliyor (20.yy'ın East India Company'si olan United Fruit Company gibi), okyanusun diğer tarafında henüz Rusya'nın etki alanına girmemiş ekonomilere de, doların uluslararası rezerv kuru olmasıyla etki edebiliyordu. Sözde imparatorluklar çağı sona ermişti, ama ironiye bakın ki, tarihin iki büyük imparatorluğuna karşı savaşmış iki güç (İngiltere'den bağımsızlığını kazanmış ABD ve Çarlık Rusyasını gömmüş Bolşevikler), tarihin son iki büyük gayri-resmi imparatorluğu olarak doğuyorlardı 2. Dünya Savaşının küllerinden.

 

B24-Liberator bombardıman uçakları. Adamlar o zamanlardan merak salmışlar bu "özgürleştirme" işine.

B24-Liberator bombardıman uçakları. Adamlar o zamanlardan merak salmışlar bu "özgürleştirme" işine.

 

Roma'nın yıkıldığı tek bir tarih yok, ve daha yıkılmadan çok seneler önce, Bizans olarak tekrar doğduğu söylenebilir. İstanbul fethedilince, Fatih kendini Roma Kayzeri ilan ederek ve daha önemlisi bir çok idari yapıyı koruyarak, Roma'yı ikinci kez reenkarne etmeye çalışmıştı. İslam ağır bastığı için bu miras davasını kaybetti tabii. Tıpkı Konstantinopolis düştüğünde, kendilerini Ortodoks kilisesinin kalan tek meşru merkezi olarak 3. Roma ilan eden Ruslar gibi, tıpkı Voltaire'in deyimiyle "ne kutsal, ne Romalı, ne de imparatorluk" olan Kutsal Roma İmparatorluğu gibi.

Bugün ABD'nin başkentine giden ve hükümet binalarını gören birinin, son ve en iddialı Roma mirasçısının kim olduğu konusunda bir şüphesi kalmaz. Sovyetlerin düşüşü, Kartacanınki kadar dramatik olmadı ama geride tek kutbu 5. Roma olan bir Dünya bıraktı.

5. Roma'nın bugünkü üretimi 17 trilyon doları aşıyor. Angus Maddison'ın (eniştem) tahminine göre, Augustus Caesar zamanında Roma'nın toplam üretimi 37 milyon ton buğday civarındaydı. Salt buğday üretiminden bahsetmiyorum, GSYİH'nın buğday cinsinden hesaplanışı bu. Dolarla hesaplayacak hali yoktu herhalde eniştemin. Ama durun, aslında varmış: 1990 yılındaki dolar alım gücüne denk gelen toplam imparatorluk üretimi sadece 25 milyar dolar. Kadıköy'ünkinden az yani. (Türkiye'nin nominal değil de alım gücüne oranlanmış üretimi 1.5 trilyon dolar, bunda İstanbul'un payı %35-40 civarında. Rakamlarda 10 kat bile hata yapmış olsak sonuç değişmiyor).

1000 sene ileriye gidelim, Bizans tepe noktasındayken, Dünya Bankası'ndan bir ekonomistin tahminine göre kişi başı gelir 680-770 dolar arasında (yine 1990 dolar alım gücüne göre, yani son 1000 senelik enflasyon etkisi hesaba katılmış). IMF'nin 2014 verilerine, Bizans'ın en güçlü halini eklesek, 188 ülke arasında 186. olacak. (1990-2014 değerlerindeki değişimi hesaba katsak, belki 185. olur).

Bu dönemde Bizans'ın toplam üretimi en fazla 13 milyar dolar. Kadıköy ilçesini bırak, Bostancı çevresinde yaşayanların toplam üretim değeri bununla yarışır. Bu arada 1700 yılının Almanyası da bundan fazla değil, İngilteresi de. 

Ne kadar komik rakamlar, tarihin aynasında tam bir deviz. 


Tokyo gibi bir şehirde, eskinin koca imparatorluklarından fazla insan yaşıyor, Pekin'in bir mahallesindeki üretimin değeri imparatorlukların yıllık üretiminden daha fazla, Rio'nun bir ilçesindeki toplam zenginlik de keza Sümerler'in, İnkaların, Büyük İskender'in, Kanuni'nin en tıka basa hazinelerine denk.

Bu şehirleri bilerek seçtim, çünkü son 30 senenin ekonomik liberalizasyonu sonucu, dünya tek kutuplu halini kaybetti. ABD hala orantısız biçimde kuvvetli olsa da, denklemler karmaşıklaştı ve bu trend sürecek. Bu yeni Dünya'da Türkiye, nüfusu ve toplam zenginliğiyle, irice olmasına rağmen devlerin arasında zorlanan bölgesel bir güç, yaşam standartları açısından vasat altı bir yer (böyle deyince kulağa o kadar da kötü gelmiyor ama şunları duyunca insan biraz daha ayılıyor: "80 ülkeden 51.", "34 gelişmiş ülke arasından 33.""96 ülkeden 75." ), sosyal hak ve özgürlükler bakımından ise konforlu bir hapishane.

Biz bu durumumuzu kabullenemediğimiz için, ya verilere bakmayı dahi reddediyoruz, ya gerçek potansiyelimizi kullanmamıza izin vermeyen bazı güçlerin kirli oyunlarını bahane ediyoruz, ya da eski imparatorluk günlerimizi daha da şiddetli bir nostaljiyle anıyoruz (doğru cevap: hepsi).

Bu nostaljik restrospektif (entelcede "geriye bakış" demek) tabii ki Osmanlı'da, ortalama bir insan için hayatın ne kadar zor olduğunu, saray elitlerinin de ne kadar iğrenç şeyler yaptıklarını, kölelik gibi bir kurumun epey geç kaldırıldığını, hatta kafir Batı'nın baskısı olmasa bunun da yapılmayacağını içermeyecektir. Bu, "Osmanlılar"ı umursamadan, "Osmanlı"ya duyulan bir nostaljidir. Somut, etten kemikten insanlarla kendimizi ilişkilendirmeye çalışmak yerine, Osmanlı denen soyut üzerinden kendimizi doğrulama, böbürlenme, gururlanma fırsatıdır. Bu yüzden "7 düvel"ler, "3 cihan"lar, "dünyayı yöneten Osmanlı"lar, "Kanuni'nin Francesko'ya yazdığı mektup"lar havada uçuşur. 

İşin acımasız yanı da, bu kısmın dahi o kadar etkileyici olmaması: Osmanlı İmparatorluğu, 600 yıllık tarihinin zirvesindeyken, alan olarak tarihin en büyük 25. (%3.5 ile ingiltere'den 7 kat küçük), en yüksek nüfuslu 33. (bugünkü Türkiye nüfusunun yarısı), o anki dünya nüfusuna oranlandığında en kalabalık 29. (%7 ile) imparatorluğuydu.

25, 33, 29... Tıpkı 51., 33., 75. gibi.  Ne kadar komik rakamlar, tarihin aynasında tam bir cüceyiz.

 

1571 İnebahtı (Lepanto) Savaşı. Sokullu Mehmet Paşa, Venedik elçisine, "Biz Kıbrıs'ı alarak kolunuzu kestik, siz ise İnebahtı'da sakalımızı" der. Elçiyse donanmanın bir sakal gibi yeniden çıkacağına ama Lepanto'da ölen tecrübeli denizcilerin yeniler…

1571 İnebahtı (Lepanto) Savaşı. Sokullu Mehmet Paşa, Venedik elçisine, "Biz Kıbrıs'ı alarak kolunuzu kestik, siz ise İnebahtı'da sakalımızı" der. Elçiyse donanmanın bir sakal gibi yeniden çıkacağına ama Lepanto'da ölen tecrübeli denizcilerin yenilerinin yetişmesinin zor olduğuna işaret eder, adam gibi analoji yapılmasını ister. Sokullu cevaben "Lepanto değil İnebahtı" der, ve güreşe tutuşurlar. kaynak: TRUEhiSTORYbro.com

 

Tarihimiz o kadar da şanlı değil, olmasına da gerek yok, çünkü bizim de o kadar özel olmamıza gerek yok. 

Batı'nın en müthiş metropolünde doğan İngiliz de özel değil,  tek başına Dünya'nın 5. en büyük ekonomisi olan  teknoloji merkezi California'daki doğan da. Kolezyum manzaralı evinde espressosunu yudumlayan İtalyan da özel değil, Akropolisin yanındaki kayalıktan şarabını içip Ege'ye bakan Yunanlı da. Çin Seddi'nde yürüyen Japon da özel değil, Angkor Wat'ın içinde kaybolan Koreli turist de (bu kısım karıştı biraz, MHP'li olduğumdan hepsi aynı gözüküyor).

Uzak bir akrabamızın misafirliğine bir kaç dakikadan fazla dayanamayan bizler, yüzlerce sene önce bizden çok farklı şartlarda yaşamış, çok daha az şey öğrenmiş, çok daha mütevazi ufuklara dalıp gitmiş olan atalarımızı, her dönemde yeniden idealize ediyor, bu hayallerin gri gölgelerinden hayatımıza renk ve anlam katmaya çalışıyoruz. Dün, bizi daha iyi bir yarına götürecek bir basamak olabilecekken, bizi bugünün ufak hesaplarına ve çocuksu duygusal ihtiyaçlarına hapseden bir engel oluyor. Bu ihtiyaçlarını gidermek için geçmişin hayaletlerinin soluk ışığına alışanlar, parlak bir gelecek hayal edemezler.

İslami Terör Tartışmalarının Psikolojisi

İslami Terör Tartışmalarının Psikolojisi

Ankara'nın Günah Keçileri

Ankara'nın Günah Keçileri