Aristo #1: En Önemli Fikri
Tarihteki en sağlam CV'ye sahip insan. Geçmiş tecrübe kısmında şunları yazabilir mesela: "Mantık, fizik, siyaset bilimi, ekonomi, psikoloji, metafizik, zooloji, meteoroloji, retorik ve etik alanlarındaki ilk geniş çaplı incelemeleri yaptım, hatta bazı alanların isimlerini koyan bizzat benim. Yarışmacı arkadaşlara başarılar dilerdim ama birbirimizi kandırmaya gerek yok".
Bu kadar çokyönlü birinin, hap gibi yutabileceğimiz bir hayat felsefesinin olmaması doğal. Onun yerine, önce hayat hikayesine, sonra genel kafa yapısına ve değişik konulardaki fikirlerine bakalım. Ama hepsinden önce...
Yunan isimlerindeki akılalmaz mantık hatası
Adamın adı Aristoteles, tıpkı Sokrates gibi. Fakat Sokrates, İngilizce'de Socrates (Soakratiiz) iken, diğeri Aristotle (Eristotıl). Türkçe biraz daha tutarlı, Sokrat ve Aristo diyerek kestirip atıyoruz. Fakat biz de Platon'a Eflatun diyoruz (biz değil Araplar diyormuş), İngilizce'deki gibi Plato (Pleyto) diye kısaltmak yerine.
Niye bu farklar var bilmiyorum. İsimleri Latinceleştirirlerken birileri tembellik yaptı herhalde. Sıkışırsanız, Aristo için "the philosopher" dersiniz. Nitekim, ölümünden yüzlerce sene sonra bile sadece "Filozof" veya "Öğretmen" denince kastedilen kişiydi.
Atina
Aristo, bir köy enstitüleri başarı hikayesi değil. Adamın babası Makedonya Kralı'nın özel doktoru. Bu kral da öyle sıradan bir kral değil, Büyük İskender'in dedesi. Yani gayet seçkin bir çevrede yetişmiş, 17 yaşına gelince de Akademi'ye gitmiş. Tabii ki sıradan bir akademiye değil, büyük harfle başlayanına, yani Platon'un Akademi'sine.
(O zamanlar normal okul yok. Bizim anladığımız manada okul, taa 19.yy'da ortaya çıkıyor. Platon, eğitimin öneminden bol bol bahsetmişti, hatırlarsanız yöneticiler için 40 senelik bir eğitimi öngörüyordu. Oysa ondan 2400 sene sonra bile çoğu yerde kamu eğitimi yoktu. "Nasıl olur?" diyorsanız, evet, aynı duyguyu paylaşıyorum, insanlık tarihinin %99'u bu kadar boktan işte).
Akademi de, bir okuldan ziyade, özel araştırma kurumu veya think tank gibi bir yer. Aristo burada tam 20 sene kalıp, kara kuşak sahibi bir filozof oluyor. Platon öldükten sonra Akademi'nin başına yeğeni geçince de ortalık karışıyor.
Yaygın hikaye, bu yeğenin Akademi'nin yönünü değiştirmesi, Aristo'nun da bundan hazzetmeyip Atina'yı terketmesi şeklinde. Buna pek kafam yatmadı, çünkü yeğenin Plato'dan ayrıldığı temel nokta, idealar öğretisini reddetmesiydi ki bunu Aristo da yapıyor. Belki felsefeyle alakasız bir konuda anlaşamadılar, sigortasını yatırmadı mesela. Tarihin bu devleri de öyle saçma işlerle uğraşmak zorundalardı nihayetinde.
Pılı pırtı toplayan Aristo, Asos'a gidip biraz botanikle ilgileniyor. Bir daha o taraflarda tatile gittiğinizde hatırlarsınız, "Filozof 2500 sene önce buralara gelip bu bitkileri, hayvanları incelemiş" diye. Sonra da kralın daveti üzerine Makedonya'ya, o zamanlar halen küçük olan Büyük İskender'e hocalık yapmaya gidiyor.
Makedonya
Bu kısa vadede gayet isabetli bir karardı: Bir kere, sadece İskender'in özel hocası değil, Makedon Krallığının baş bilimadamı da olduğu için, buradan kazandığı parayla, özel kütüphanesinin temellerini attı. Bu kütüphane zamanla, Atina'da kuracağı Lykeion isimli okuluna evrildi. (Türkçe'ye Fransızca'dan geçen "lycee/lise" kelimesi buradan geliyor).
Dahası, Batı Anadolu'yu terkeder terketmez, Yunanlıların "kötü adam"ı olan Persler oraları ele geçiriyor. Hatta Aristo'yu himayesine almış ve yeğenini ona gelin vermiş adamı işkenceyle öldürüyorlar. Kılpayı olmasa da ucuz atlatmış Aristo.
(Demin "eşimin amcası" diye arattım, belki Türkçedeki 150 tane akraba isminden biri bunu tanımlamakta kullanılıyordur diye, ilk çıkan sonuç "eşimin erkek akrabaları bana helal midir, haram mıdır?". Kaynak: sorularlaislamiyet.com. Internet'i bu sorular için kullanan, böyle ahlak öğrenmeye çalışanlardan ne hayır gelir? Sonraki sonuçların da farkı yok, porno sitesi isimleri gibi her biri. Aynı şeyi İngilizce arattım, moralim düzeldi biraz).
***
Orta vadedeyse, Makedonya ile olan bu yakın bağları, Aristo'nun başını epey ağrıtacaktı. Hocalık yaptığı çocuk birkaç yıl sonra bilinen Dünya'yı fethetmeden önce, Atina gibi bağımsız Yunan şehir-devletleri çoktan Makedonya'nın siyasi-askeri yörüngesine giriyorlardı. Atinalılar, Makedonları kültürel olarak kendilerinden aşağıda gördükleri için, bu gelişmeye özellikle gıcık oldular. Zaten muhtemelen Aristo'nun Akademi'den ayrılıp Asos'a gidişi de, taa o zamanlar varolan bu anti-Makedon havanın onu korkutması yüzündendi. Makedonya Kralı'nı hayatta tutmakla görevli adamın oğluydu nihayetinde.
Yıllar sonra, Büyük İskender'in ölümünün ardından, bu siyasi gerginlik yeraltından yüzeye çıktı, insanlar açık açık konuşmaya başladılar, ve o zamanlar çoktandır Atina'ya dönmüş olan Aristo da cadı avından payına düşeni aldı. Hocasının hocası Sokrat'a yaptıkları gibi, onu da din düşmanlığı ile suçladılar. Zaten sevmediğin birini dinsizlikle suçlamak, en etkili karalama yolu. Neyse ki o Sokrat gibi bir "demokrasi şehidi" olmayı amaçlamadığından, Atina'dan son kez ayrıldı ve sürgününün daha ilk yılında doğal yollardan öldü.
"Atina'lıları felsefeye karşı ikinci kez suç işlemekten kurtardım"
Belki de kendisini erken öldüren bu Makedonya macerasının uzun vade etkisi, ironik olarak, Aristo'yu iyice ölümsüzleştirmek oldu. Büyük İskender, fetihleri sırasında çoktan Aristo'nun "himayesinden" çıkmıştı -hem fiziksel hem de düşünsel olarak- fakat gittiği her yere onun mirasını dolaylı olarak yaydı. Peki tam olarak neydi bu miras?
Felsefenin Pratik Yararı
Genelde Aristo'ya giriş, idealar öğretisi ile kendi ontolojik felsefesinin kıyası üzerinden olur. Bense tersten başlayacağım. Platon'la ayrılışından veya genel kafa yapısından, hatta hayatın amacından da önce, felsefenin pratik yararı hakkındaki düşüncelerinden başlayacağım.
İnsan felsefeyle nasıl ilgilenmeli, nasıl tartışmalı ki, gündelik hayatın gürültüsü arasında, düzgün düşünceler ona nüfuz edebilsin? Burada "felsefe" derken, sadece müthiş kuramlardan bahsetmiyor, herhangi bir konuya vakit ayırıp düşünmekten, onu merak etmekten bahsediyor.
Bu önemli bir soru, çünkü diğer tüm düşüncelerinin etkinliğini arttırma potansiyeline sahip. Binanın temeli adeta.
***
Tabii bunlara kafa patlatan ilk insan o değildi. Sokrat, amacı gerçeğe ulaşmak yerine, daha ziyade tartışmayı kazanmak olan ve bir nevi "düşünsel hileler" yapan sofistlerden nefret ediyordu. Plato da bu nefreti miras almış, sofistleri ve onlara kananları küçük görmüştü. Aptallardan bıkmış bir ihtiyar gözümde canlanıyor ister istemez.
Aristo ise bu konuda daha ziyade "kalıp savaşalım" düşüncesinde. Retorik alanını "icad etmesinin" ardında yatan amaç şu: Madem bu teknikler zaten kullanılıyor ve hayatımızı kötü yönde etkiliyorlar (özellikle demokrasilerde), öyleyse bunları sistematik olarak inceleyelim, herkese öğretelim, bu sayede hem iyi düşünceleri daha etkili yayarız, hem de insanlar şarlatanlara karşı bağışıklık kazanırlar.
Düşünme şeklimiz üstüne düşünen Aristo'nun çağrısını, "kusursuza yakınsayamıyorsak bile, en azından kusurlarımızı farkedelim" şeklinde yorumluyorum ben.
***
Pratik kafalı biri olarak, tartışmaların ve iletişimin, haklı olmaktan çok daha fazlasını içerdiğini, yani duygulardan, hikayelerden, mizahtan kaçış olmadığını, bunları en iyi şekilde kullanmak zorunda olduğumuzu düşünüyordu. Argümanların yapısını sistematik olarak inceledi. Bu, formel mantıkla sınırlı bir inceleme değil. Bugün "Great Courses" gibi kaynaklardaki sosyal psikoloji, eleştirel düşünce, cognitive psychology, vb derslere bakarsanız, çoğunun Aristo ile başladığını görürsünüz.
Ve yine bugün, üst düzeydeki siyasi tartışmaları izlerseniz (gerek münazara gibi tek bir olayı, yahut bir dizi olayı içeren propaganda savaşlarını), bunların hala haddinden fazla anekdot içerdiğini, mizaha fazla yaslandıklarını, karmaşık ve nüanslı fikirler yerine basit kalıplarla dolu basit hikayelere yakınsadıklarını da görürsünüz. Dünya, Aristo'nun zamanından beri çok daha karmaşıklaştı, yepyeni alanlar ve o alanlarda düzinelerce ayrı sorunla uğraşıyoruz, fakat tartışmalarımızın ve karar alma süreçlerimizin kalitesi neredeyse sabit kaldı.
(Uzun vadede bakarak "neredeyse aynı" diyorum, yoksa biraz daha zoomlarsak, bir nesil öncesine kıyasla, siyasi tartışma kültürünün ciddi biçimde gerilediğini düşünüyorum. Elbette, gerek meclisteki, gerek TV'deki siyasi tartışmalar, gerçek siyasetin ufak bir kısmını oluşturuyorlar, zaten o yüzden daha iyi tartışma, otomatikman daha iyi siyaseti garantilemiyor. Ama iyi tartışma olmaması, kötü siyaseti garantiliyor.)
***
Felsefenin hakettiği rolü oynamasının önündeki tek engel zihinsel zayıflıklarımız değil, gereken zamanı da ayırmıyoruz. Aristo, o zamanlar dahi, günlük hayatın koşuşturmacasının düşünsel aktivitenin katili olduğunu gözlemlemişti. Burada sadece işimizi kastetmiyor, dinlenme/eğlenme alışkanlıklarımız da "kaliteli düşünmeyi" imkansız kılıyor.
Bir haftada 168 saat var ama kendimden biliyorum, Dünya kadar ilginç konuya ayırdığımız düşünsel vakit bunun %1'i bile olmayabilir. Örneğin ırkçılıkla, çocuklarla, işinizle, dininizle, hayatınızın gidişatıyla, arkadaşlarınızı neden seçtiğinizle, yapay zekayla, kapitalizmle vs ilgili toplam 2 saat düşünmüş müsünüzdür bu hafta? Sosyal medya tartışmaları ayrı tutuyorum, çünkü orada yapılan aktivite düşünmeden ziyade anlık tepki verme oluyor.
Çoğu zaman, herhangi bir konu hakkında 60 saniyeden uzun bir beyin aktivitem olmuyor. Ancak yazınca, yani kafam parmaklarımın hızına inince ve dikkatimi dağıtacak şeyler ekranın dışına hapsolunca düşüncelerim uzuyor ve berraklaşıyor.
Aristo, kendi çağdaşlarının çoğunun, bu tip bir özeleştiriye dahi yetecek zaman ayırmadıklarını görmüştü.
Dünya Görüşü
Buradaki pragmatizm, Aristo'nun genel kafa yapısını iyi özetliyor. Aslında onu bir kokteyl olarak düşünüyorum: Hem Sokrates-Platon gibi insanlık ve toplumla ilgili binbir değişik soru soruyor, hem de ilk yarı-sistematik çalışan bilimadamı olarak, bu Dünya ile ilgili sayısız araştırma yapıyor.
Nitekim o, her yönüyle bu Dünya'nın adamıydı. Platon'la farkını, Raphael'in yukardaki o ünlü tablosunda görebiliriz. Meşhur filozofların ortasında, tablonun merkezinde iki figür var: İhtiyar Platon göğü ve "idealarını" işaret ederken, Aristo yeryüzünü işaret ediyor.
Elinde bir teleskop veya mikroskop gibi, çağdaşlarına kıyasla avantaj sağlayacak bir alet olmamasına rağmen, hem doğal bilimlerde hem de sosyal bilimlerde, o güne kadar yapılmamış bir çok sınıflandırmayla uğraşması, bu dünyevi merakındandı. Modern anlamda bir bilimadamı değildi tabii, zira bilimsel metod için 2000 yıl daha gerekiyordu ama yine de onu, deneycilerin onursal başkanı olarak görebiliriz. Tıpkı Platon'u akılcıların onursal başkanı olarak görmemiz gibi...
Platon'la Ayrılışı
Gayet medeni bir şekilde oldu. Makedonya sarayına gittiği sıralarda, zaten Platon'un ve idealar öğretisinin etkisinden çıkmaktaydı.
Bunu okurken kullandığınız telefonun ötesinde, başka bir alemde, ideal bir telefon formu olduğuna inanmıyordu. Dünyamız, önceden varolan ideal formların bozuk yansımaları değildi. Telefondan önce, "telefonluk" özü diye bir şey yoktu, tıpkı kırmızı bir şeyden önce "kırmızı" fikrinin olamayacağı gibi. Bu Dünya'ya ve deneyimlerimize bakıp, ideal formları biz türetiyorduk kafamızda.
"Platon benim için azizdir ama hakikat daha azizdir" diyerek attığı "antik dis"in altında bu ayrım yatıyor.
***
Bakın daha M.Ö. 4 yüzyılda, gerçeği başka diyarlarda arayanlarla diğerleri arasında kamplaşmalar var. Çok sonraları aynı mücadele, akılcılarla deneyciler arasında da yaşanacak ve Kant tarafından uzlaştırılmaya çalışılacak. Bu iki düşünce okulunun, bir hoca-öğrenci ilişkisinin ürünü olması epey ilginç aslında. Platon gibi birinin yanında yıllardır kalıyorsun ve onu kopyalamak, yahut rötuşlamak şöyle dursun, neredeyse zıttı bir bilgi kuramı felsefesi geliştiriyorsun. Bunu sadece Aristo’nun dehasına değil, Platon’un Sokrates’ten miras aldığı öğretim anlayışına da borçluyuz bence. Bir papağan yerine, özgür bir akıl yetiştirebilmişti.
Biçim ve Madde: "same same but different"
Ama bir materyalist de değildi Aristo. Yani gerçekliği maddeden ibaret görmüyordu. Bunu anlamak için, herkesin yaptığı gibi, konu mankeni olarak Sokrat'ı kullanalım:
Yaşlansa da, yani bedenini oluşturan malzeme her gün değişse de, o hep Sokrat’tır. Dolayısıyla bir şey, "biçiminden" dolayı o şeydir, onu oluşturan maddelerden dolayı değil. Fakat bu biçim, bizim anladığımız gibi fiziksel bir biçimden ibaret değil. Bunu dört farklı açıdan inceliyor Aristo:
- Bir heykelin öncelikle mermere ihtiyacı vardır, bu maddi öğedir.
- Yontulması lazımdır, bu "hareket ettiren" öğedir.
- Gelişigüzel yontmakla olmaz, bir şeye benzemesi lazım, bu formel öğedir.
- Ve bu heykelin varoluşunun temel nedeni, heykeltıraşın amacının gerçekleşmesidir. Bu da ereksel öğedir.
Bunları ezberlemenize gerek yok. Asıl önemli kısım şu: Aristo, madde ile öz'ün farklı şeyler olduğunu söylüyor ama Platon’un aksine, özü maddeden ayırmıyor.
Gerçeklik, bu madde ile özün birleşimidir. Sokrat'ı Sokrat yapan şey atomları değildir ama o atomlardan bağımsız olan, o atomlardan önce varolan bir Sokratlık özü/ideali/formu da yok. "Aristo bu Dünya'nın adamıydı" derken kastettiğim biraz da buydu.
***
Kafa yapısını ve hikayesini az çok anladık. Gelecek yazıda, Aristo'nun Tanrı, mutluluk, ahlak, hayatın amacı, eğitim, devlet, ekonomi, sanat gibi önemsiz konulardaki görüşlerine bakacağız. Yer kalırsa da, tamamen batırdığı bazı "bilimsel" çıkarımlarını listeleriz, neşemiz yerine gelir.