Antik Skeptikler

Antik Skeptikler

Felsefenin Öyküsü: Helenistik Çağ’ da dördüncü durağımız skeptikler. Modern skeptik hareketlerinden farklı olan bu kavramı, tembel tembel “şüphecilik” olarak çeviriyoruz ama orijinal anlamı başka…

  1. Kinikler

  2. Epikürcüler

  3. Stoacılar

  4. Skeptikler

  5. Neo-Platoncular


”Skeptik” kelimesinin kökeni araştırma, soruşturma demek. Diyeceksiniz ki Sokrates de sorgulayıcıydı, Aristo da araştırmacıydı, e ben de süperim. O zaman antik skeptiklerin bu klasik filozoflardan farkı ne?

Yaptıkları asıl önemli vurgu, yargılarımızı askıya alma gerekliliğiydi. Yani Hellenistik Dönem'de kendinize skeptik demeniz için herhangi bir teoriye destek vermeniz şart değildi. Bu teorilere, bazı modern skeptiklerin izlediği “hiçbir şey gerçek anlamıyla bilinemez” teorisi de dahil. Yani epistemolojik açıdan bir iddiaları yok. (Fularsız hatırlatma: epistemoloji = bilginin doğası, ontoloji = varlığın doğası). Daha ziyade bir yaklaşım, bir pratik öneriyorlar.

Bir türlü nihai yargıda bulunmama pratiğinin iki ilginç açılımı var:


Bir Skeptik Kitabı Neye Benzer

İlkin, bu insanlar bir yargıya varmıyorlarsa, kendi fikirlerini nasıl anlatıyorlardı? İnsanları nasıl ikna ediyorlardı?

Normalde bir fikir ortaya atıyorsan, önce aksiyomlarını belirtirsin (temel önkabuller), onlar üstüne çıkarımlar yapa yapa teorini inşa eder, gerekli yerlerde kanıt öne sürersin.

Bir bina yapmak gibi aynen: Temel (aksiyomlar) üstüne kat kat bina çıkıyorsun (argüman), çıktıkça demir çubuklarla destekliyorsun (kanıt), ve bina bitince terastan manzarayı izliyorsun (sonuç, yargı).

Ama skeptiklerin, yargılarımızı askıya almamız konusunda bizi ikna edebilmeleri için gereken çıkarımlar da bir yargı gerektiriyor, terastan görülecek bir vizyon gerektiriyor. O yüzden onların eserlerini bilerek bitirilmemiş binalara benzetiyorum.

(Benzer bir paradoks, daha modern skeptik hareketler için de geçerli:
“Hiçbir şeyin bilinemeyeceğini nereden biliyorsun?”

Yahut:

“Kesin bilginin olmadığı da kesin bir bilgi değil mi?”

Serinin sonlarına doğru buna değineceğiz)


Hume ve Doğanın Gücü

İkinci açılım da şu: Yargılarımızı askıya almak mümkün mü? Yani beni bunun gerekliliğine bir şekilde ikna etsen bile, bunu nasıl pratiğe dökeceğim?

Skeptik duruşun ana gerekçesi, herhangi bir teoriye meylederken kendinizi frenlemeniz gerektiği, çünkü insanın doğal halinin paldır küldür bir şeylere inanmak, inandıkça da bu inancına daha fazla sebep bulmak olduğuydu. Yani bir kez kaptırdın mı çığ gibi büyüyor, kendini o inançtan kurtaramıyorsun.

İşin komik yanı, David Hume’un skeptisizm eleştirisi tam da buna dayanır:

“Nature is always too strong for principle.”

“Doğa, prensip sahibi olmanız için fazla kuvvetlidir.”

***

Bunun bağlam içindeki anlamı iki katlı:

  1. Hem insan doğası, bir şeylere inanmak, yargılarda bulunmak zorunda ve bunu engellemek nafile

  2. Hem de doğanın kendisi, çekimser davrananı ödüllendirmiyor. Eninde sonunda daha az skeptik olanların silahları ve ideolojileri tarafından ezileceksin.

Dini inanç gibi ortak yargılar, zaten toplum tarafından sürekli empoze ediliyor (hele ki homojen toplumlarda) ve toplum dışında var olman imkansıza yakın (hele ki eski toplumlarda). Yani bu mücadeleyi sürekli vermen lazım. Asimile olmasan bile bu mücadele seni müttefiksiz ve motivasyonsuz bırakacak. Karşındakiler ise -her konuda- daha eminler, daha organizeler.

Pyrrho’nun tost makinesiyle yapılmış büstü.

Pyrrho’nun tost makinesiyle yapılmış büstü.


İnançsızlık

Bu eleştirilerle alakalı olan ama onlardan da temel bir soru var: Bir inanç olmadan yaşamak mümkün mü?

Yani en sıkıcı, en rutin işler bile, bazı temel inançlara ve ahlaki yargılara dayanıyorlar. Niye bir başkasını öldürüp malını çalmıyoruz? Bazısı cehenneme gideceğine inanır, bazısı direkt “yanlış” der, bazısı kötü hissedeceği için bunu yapmaz, bazı yakalacağı korkusuyla (yani yakalanma riskine dair inançla). Hepsinin ucu bazı inançlara dayanıyor. Her eylem -ve her eylem başına düşen binlerce eylemsizlik- bir dizi yargıyı gerektiriyor.

***

Antik Skeptisizmin kurucusu sayılan Pyrrho zamanında dahi bu sorunlar konuşuluyordu. Bu noktada -belki de benim kafasızlığım- işler biraz karmaşıklaşıyor, zira bu hareketin doğasından kaynaklı bir biçimde, tek bir resmi cevap yok. Kimisi diyor ki, bir şeyin özüne dair olan yargılarımızı askıda tutarak, onun görünüşünü gözleyerek uygun davranışlarda bulunuruz. (Zehirli bir mantarı yememek gibi.) Yahut, daha deneysel olaylar hakkındaki skeptisizm ile daha kültürel kavramlar (adalet, hak, güzellik, vs) hakkındaki skeptisizm farklı biçimde ele alınmalıdır. Zira ikinci grup kavramlar için yargılarımızı askıda tutmak çok daha pratik ve yararlı.

Zaten Pyrrho’nun yazılı bir eseri yok, takipçisi Timon’un yazdıklarının da çoğu kayıp. Adamın fikirlerinin çoğunu, 400 sene sonra yaşamış Sextus Empricus sayesinde biliyoruz.

İç Huzur

Benim ilgimi çeken asıl şey, Pyrrhoculuk ile daha sonraları “Akademik Skeptisizm” denilen okul arasındaki fark: İç huzur.

Bu noktada tarihsel bağlamı hatırlayalım. Tüm bu Helenistik felsefeler, siyasi bağımsızlığın azaldığı, insanların iç huzuru bulmaya döndüğü zamanların ürünleriydi. Üstüne Pyrrho, Büyük İskender ile beraber Hindistan’a gitmiş ve oradaki felsefelerden etkilenmiş.

Tahminen Pyrrho’nun asıl söylevi, bir fikre bağlılığın insanda mutsuzluğa yol açmasıydı. Bizim amacımız, yargısızlık yoluyla huzuru bulmak, dengeye gelmek olmalıydı.

Bunu şöyle yorumluyorum: Eğer konumuz deneyle ve gözlemle sabitlenecek şeyler değil de, adalet gibi kavramlarsa, insan sürekli olarak yargılarına karşıt şeyler tecrübe ediyor. Ve her seferinde, kendini bunların yalan yanlış olduğuna inandırman gerekiyor, bir sürü psikolojik savunma mekanizmasını devreye sokman gerekiyor.

Diyelim ki insanların temelde iyi olduklarına inanıyor ve bu inancınız güçlü olduğu için, azılı mahkumların tedavi ve rehabilite edilmeleri hakkındaki bir programda çalışıyorsunuz. Fakat arada bildiğin psikopatlarla karşılaşıyorsunuz. Mümkün değil rehabilite olsunlar. Bu anomaliyi nasıl yorumlarsınız? “İnsanlar özlerinde iyidir” yargısını değiştirerek değil tabii ki. Tüm hayatınız onun üstüne kurulmuş. Onun yerine antin kuntin bahaneler bulacaksınız, yahut görmezden geleceksiniz. Bu tip örnekler arttıkça da mutsuzluğunuz artacak.

***

Pyrrho’nun felsefesi, bu açmazdan kaçıştır. Ona göre insanlar, “insanın asıl doğası” gibi, yahut adalet gibi sorunları düşünüp kamplaşmadan önce de yaşıyorlardı. Şimdi bu konular hakkında kesin yargılar üreterek elimize ne geçti? Daha fazla mutsuzluk. Sadece kamplar arasında kavgalardan ortaya çıkan mutsuzluk değil, deminki örnekte bahsettiğim gibi, evren ile inançlarımız arasındaki uyumsuzlukla artan iç huzursuzluk.

O yüzden, herhangi bir konuda taraflar arası “denge” halini yakalama öğüdü verir. Bunu nasıl yaparız? Cehalet bir yol elbette. Konu hakkında hiçbir şey bilmezsek, yargımız da olmaz. Fakat tamamen cahil kalmak imkansız ve tehlikeli: O konu hakkında bir şey öğrendiğimiz anda, o tarafa meyledeceğiz. O yüzden tam aksine, birikimimizi arttırmak için tüm tarafları dinlemeliyiz. Boş bir teraziyi ufacık bir taşla oynatabilirsiniz ama iki tarafı dopdolu bir teraziyi oynatmanız zordur. Skeptikler işte bu denge halini yakalamak isterler:

“İki tarafın da gayet makul argümanları var, demek ki bu işin öyle kesin bir doğrusu yok, illa olmasına da gerek yok, oh be rahatladım, hayatıma kaldığı yerden devam edebilirim.”

***

Bunun zararı açık: Bir süre sonra bu huzur arayışı otomatikleşecek, o konuda iki tarafın argümanları eşit derecede makul olmasa bile, “yetenekli” bir skeptik, çeşitli zihinsel cimnastiklerle teraziyi dengeleyecektir (false equivalency). Hatta bunu yapabilmek için, ikiden fazla tarafı bulunan konuları da bu şekilde indirgeyecektir.

Yani hayaller “her madalyonun iki yüzü var, biz niye kendimizi yoralım” ama gerçekler “iyiyi kötüyü ayırmakla uğraşamam, herkes haklı, beni rahat bırakın”.

Bir kaçış ve kötü savları meşrulaştırma felsefesidir bu haliyle. Acaba çağın son durağı olan Neoplatonistler de öyleler miydi?

Neo-Platoncular

Neo-Platoncular

Yurtdışına Giden Hainler

Yurtdışına Giden Hainler