Ne Olacak Bu Memleketin Hali 2: Ekonomi Özeti
Önceki bölümde gelecek zaman kipini bırakıp, "Nedir bu memleketin hali?" diye sormuştuk. Bu yazıda ekonomi odaklı bir durum özeti yapalım, sonraki yazıda ayrıntılı ekonomik verilere odaklanırız.
Anlaşılmaz Finans Geyikleri
"Dolar 3500 seviyesinde bir direnç gösterebilir, FED'den gelecek donelere bakarsak, euro'yu short etmenin fizibilitesi...".
Normalde TV'siz yaşadığım için, bu sözleri Türkiye ziyaretlerimde duyuyorum sadece. Bir şey anlatıldığı yok tabii, belirsiz ve bedelsiz tahminler var sadece. Bunların falcılardan tek farkları Türkçeyi daha kötü kullanmaları olsa gerek.
Ekonomi haberlerinin çoğu bu tip finans geyikleri olduklarından, insanlar bu ikisini özdeş görüyorlar. Borsa yükseldi mi, dolar düştü mü, "ekonomi şaha kalkıyor". Bunlar patlayınca da, zaten doğuştan komplocu olan millet, bu işin içinde bir bit yeniği arıyor.
(Acaba bu konular neden eğitim müfredatında yok? Neden ortaöğretimde enflasyonun nasıl hesaplandığı anlatılmaz da integral mintegral anlatılır?)
Halbuki bunlar semptom, asıl hastalıksa başka. Ekonomi yapısal olarak sakat. Ne demek "yapısal"? Tam bilmiyorum ama bu kelimeyi kullanınca insanların çok saygı gösterdiklerini gözlemledim. Akrabalardan çıkınca bindiğim taksici soruyor mesela:
-"Kardeş nolacak bu memleketin hali?"
-"Bu yapısal sorunları reforme etmedikçe işimiz zor, önümüzdeki çeyreklere bakacağız"
-"Beyefendi sizi Borsa İstanbul'a bırakıyorum, yetkili bir abiye benziyorsunuz."
-"Ankara'dayız ama."
-"Merak etmeyin, Bolu'dan sonra taksimetreyi kapatırım"
Yolumuz uzun demek ki, ben de durumu fazla teknik terim kullanmadan anlatayım...
Büyüme
Ekonomi son yıllarda epey büyüdü. Bu AKP'nin en büyük argümanı. Fakat bu büyüme, iki nedenden ötürü yanıltıcı. Birincisi, doğru rakamlara bakmak lazım. Mesela nüfus arttığı için ekonominin büyümesi bir başarı değil, kişibaşı üretim önemli. Onu da ülkedeki hayat pahalılığına oranlamak önemli. Trilyonluk ekonomin olur, ama ekmek milyon dolarsa herkes açtır. Bu açıdan bakınca, son 15 yılda yaklaşık %50 ilerlemişiz. Yani senelik %3.
İkincisi de, perspektif için benzer ülkelerle kıyas yapmak gerekir: %3'lük reel büyüme benzer ülkelerden farklı değil.
Grafikte bilerek Tayvan gibi, Polonya gibi, Kore gibi bize fark atan örnekleri seçmedim. Onun yerine bir zamanlar vilayetlerimiz olan Romanya ile, Bulgaristan ile karşılaştırdım. Benzer büyümüşüz. Demek ki bu özel yaptığımız bir şeyden kaynaklanmıyor. E neden büyüdük, herkese ortak unsur ne?
El cevap: Dışardan gelen paranın bolluğu.
Dış Yatırım
Bu yatırımlar -ki borç da bir çeşit yatırımdır- durgunlaşan gelişmiş ekonomilerden kaçtılar. Zira o ekonomilerde millet kredi alıp harcama yapsın ve ekonomiyi döndürsün diye faizler düşürülmüştü. Faizler düşünce de parası olan ama fabrika filan kurmak istemeyenler, paralarını bizim gibi daha riskli ülkelere getirdiler.
Tabii ABD'de faiz düştü diye, bizim bu paradan nemalanmamız garanti değil. Bir sürü ülke o sermaye için rekabet ediyor. O yüzden piyasa yanlısı reformlar, sağlam bir bankacılık sistemi ve siyasi istikrar gerekli. ("Özgürlükler" filansa kısa vadede o kadar gerekli değil, daha uzun vadede etkililer, sonraki bir bölümde değineceğim). AKP başlarda bu şartları yerine getirdi ve parayı çekti.
Hem özel sektör borçlanmasıyla, hem devlet borçlanmasıyla, hem malvarlıkların satışıyla, hem iş kurma yoluyla dışardan bu para geliyor. Peki ne oluyor bu paraya? Normalde şu 3 şeyden birine dönüşmesi lazım:
- Uzun vadede üretimi arttıracak yatırımlar (örn: bilişim devrimi, enerji, altyapı)
- Eğitim, sağlık, hukuk gibi sosyal harcamalar, dolayısıyla insani gelişmişliğin artması (uzun vadede dolaylı yoldan üretimi arttırır)
- Vatandaşın gelirinin artması veya işsizliğin düşmesi. Hatta ikisi birden. Bu da kısmen insani gelişmişliği arttırır (özel hastaneye veya okula gidersin, dil öğrenirsin, bilgisayar alırsın eve), kısmen de refahı arttırır kısa süreliğine (her gün pavyona gidersin).
Türkiye'de bunlar olmadı. Elbette üretim arttı, eli mahkum, ama tüketime oranla değil. İhracat arttı ama ithalat daha çok arttı. Sosyal ve altyapı harcamaları arttı ama nüfus ve ihtiyaç daha çok arttı. İşyerleri arttı ama işsizlik düşmedi. Ekonomi büyüdü ama gelir adaletsizliği de, yoksulluk sınırı da yükseldi. İnsani gelişmişlik kriterlerinde manalı bir ilerleme kaydetmedik, hatta bazılarında düştük. Yani tablonun tamamı pek aydınlık değildi.
Tüketim
Onca paranın akıbetinin cevabı yolsuzluk değil. Tüm AKP kurmayları birer milyar dolar da götürseler, her sene 700-800 milyar dolar harcayan bir sistemi kurutamazlar. Para "tüketime" gitti.
Bu tüketimin önemli bir kısmı, iktidarın stratejik biçimde kendini garantiye almasının maliyeti. Yani inşaat sektörü başta olmak üzere belli bir zümreye kaynak aktarılıyor, bu kaynağın hiçbir uzun vade getirisi yok, ama karşılığında medya, STK'lar, vakıflar yoluyla iktidardan yana bir ittifak oluşuyor. Buna patronaj ağı diyelim.
Kalan tüketim de, milletin borç parayla pavyona gitmesi ve bunu "ilerleme" sanması. Bunların hesabını, aşırı artan özel sektör ve hane halkı borçlarından yapabiliriz.
***
Ürettiğinden fazlasını tüketen böyle bir sistem, yatırım çektiği sürece devam eder. Borcu borçla ödemeye devam etmek için, şu 3 kriter gerekli:
- Ekonominin sürdürülebilir biçimde büyümesi
- Siyasi istikrar
- Sermayenin bolluğu
Bu üç kriter de patlak. Özellikle sermaye artık bol değil, para ABD'ye geri dönüyor oradaki faizler arttıkça. ABD merkez bankası, neredeyse 7 senedir faizleri sıfıra yakın tutuyordu. Bunu, yatırımı ve tüketimi arttırmak için yaptığını söylemiştim. Fakat faizler uzun süre düşük kalırsa, enflasyon artmaya başlar. Zira millet iş buluyor (işşizlik %5 altına düştü), issizlik azaldıkça maaşlar artıyor, tüketim zaten artıyor, e bu fiyat artışı da enflasyon demek. Enflasyon da, gelir adaletsizliği yüksek olan bir ülkede, alt kesim için özellikle kötü oluyor. Sonuçta, bu adamlar faiz konusuna bizimkiler gibi ideolojik bakmıyorlar, durgunlukla aşırı ısınma arasındaki dengeyi tutturmak için gerekli bir teknik araç olarak bakıyorlar.
Zaten sermaye oraya dönmese ne yapacak ki? Satacak malvarlığımız azaldı. İş kuralım deseler, iki sene sonra kurun ne olacağı belli değil, nasıl planlama yapacaklar? En güvenli yatırım olan hazine bonosu alalım deseler (yani Türk devletine borç vermek), devletin geri ödeme kabiliyeti de azalıyor. Zira devlet, ülkenin geneli gibi, kazandığından fazlasını harcıyor ve vergi toplama kapasitesi azalıyor, çünkü zaten dolaylı vergilerle milletin boğazına çökmüş çökeceği kadar (üretimin artmamasının ve gelir adaletsizliğinin sonuçları bunlar).
İrrasyonellik
Ama en büyük engel, yönetimin ideolojik bağnazlığı. Diğer benzer ülkelerin para birimleri dolara karşı %5 değer kaybederken, bizim %20 devalüasyona uğramamız bu yüzden.
İrrasyonelliğin iki boyutu var. İlki iç ve dış politikayla ilgili. Son birkaç senenin yanlış kararları sonucu artan terör ve mülteci sorunu yetmiyormuş gibi, ülkeyi savaşa sokmak için çırpınan bir yönetim var. Bu süreci o kadar kötü yönettiler ki, Erdoğan kadar izole bir lider bulmak şu anda zor. İnsan hem tüm AB ile, hem Rusya ile, hem ABD ile, hem Katar dışındaki Arap ülkeleriyle, hem de İran ile aynı anda papaz olabilir mi? Aklıbaşında kim bunu becerebilen bir yönetime güvenerek, böyle bir ortama uzun vade yatırım yapar? Hele ki, tamamen gereksiz bir başkanlık sistemi ısrarıyla (zaten ismi dışında başkansın), belirsizlik ve kutuplaşma iyice artmışken? Ancak kısa vadede voliyi vurma amacıyla ülkeye para sokarsın, sonra da çıkar gidersin.
İrrasyonelliğin ikinci boyutu da ekonomi alanında. 10-15 sene öncesinin serbest piyasa dostu politikaları devam ettirmek yerine, faize karşı olan ve ülkenin yarı-özerk kalabilmiş tek kurumu olan Merkez Bankasıyla kavgalı bir yönetim var. Bu duruşu kendi halkına satabilirsin, hele ki medyanın çoğu elindeyken, ama Dünya'daki hangi fon yöneticisini kandırabilirsin? Bu adamlar Sabah gazetesi okumuyorlar, mizah ihtiyaçları olmadığı sürece.
Ağustos Böceği
Şartlar iyiyken yan gelip yatan Ağustos böceği misali, borç para ucuzken işşizlik, enflasyon, gelir, tasarruf, insani gelişmişlik, reel sektörde üretim gibi kalemlerde yeterince iyileşmiş olsaydık, şartlar kötüleşince oralardan "kısabilirdik". Halbuki ülke zaten her kalemde kötüydü ve kötü kalmaya devam etti. Artık dış para kuruyunca lira değer kaybeder, tüketim ve vergi geliri düşer, vergi oranları artar, sosyal harcamalar ve refah azalır, zaten zayıf olan "beşeri sermaye" iyice dibe çakılır.
Medya tabii ki günah keçisi bulmada yaratıcılığın sınırlarını zorlayacak (bir sonraki hedef: siyonist kertenkeleler) ama artık kabile devleti gibi yönetilmenin sonuçlarını maskeleyecek ucuz para kalmadı. Hesabı ödeme vakti.
Sonraki bölümde, bu durum özetini grafiklere dökerek, Türkiye'nin ekonomik yapısına detaylıca bakacağız.
Serinin Tamamı