İnançlı Biri Zeki Olabilir Mi?

İnançlı Biri Zeki Olabilir Mi?

Evet, olabilir. Yazı bu kadar arkadaşlar, dağılabiliriz.


PS:

Genelde bu tip tartışmaları, zeki olduklarına inanmak isteyen inançsızlar başlatıyor, diğerleri de tetiklenip çevrelerinden veya tarihten deha örnekleri veriyor. Ergen ateizmi için nefes harcamaya gerek yok, yav he he deyip geçin. Ama tarihteki dahilerin hep dindar olmaları (Newton, Descartes) hatta rahip olmaları (Bacon, Kopernik) üstüne bir çift laf etmek lazım. Çünkü bu, dinin doğruluğuna ve zeki insanlara hitap ettiğine bir kanıt değil.

 

Tarih Kimleri Hatırlar?

Tarih, en zeki insanları değil, eserleri bize ulaşabilmiş filozofları ve bilimadamlarını hatırlıyor. IQ'su en yüksek 100 kişinin 100'ü de tarihin hatırlayacağı insanlar olmuyorlar. Mesela 40'ının kadın, 40'ının erkek çiftçi, 10'unun da çocuk yaşta ölmüş olması gayet mümkün. Hiçbiri geriye bir şey bırakamadı.

Geriye eser bırakabilen şanslı azınlık aristokrasiden veya ruhban sınıfından çıkıyor. Sadece onların yeterli zamanı, eğitimi, izni ve parası var. Toplum kaynaklarının bu kadar verimsizce dağıtılması sonucu, insan sermayesi de harcanmış.

 

Fransa'da 1400'lerde, her 100 kişinin 70'ten fazlası çiftçiydi. Bugünse 100 kişiden 2'si çiftçi.

Fransa'da 1400'lerde, her 100 kişinin 70'ten fazlası çiftçiydi. Bugünse 100 kişiden 2'si çiftçi.


Ama elde kalan o azıcık insan sermayesi de "serbest" değil:

  1. Ancak en yoğun dini eğitimden geçenlerin, yüksek mevkilerde bilimadamı veya filozof olabildiği bir sistem var.

  2. Bu eğitime direnen azınlık, mensubu olduğu sosyal kastta varolabilmek için inançlı gibi davranmak zorunda.

  3. Bu baskıya dahi dayanabilen azınlığın azınlığı da, eserlerini bize ulaştırabilmek için Kilise'nin sansürüne uymak zorunda.

***
 

Seküler Mucize

Yani burada ilginç olan şey, bu kadar dehanın Hrıstiyan olması değil. 2000 sene önce de tüm dehalar çoktanrıcı veya dualist idiler (en azından eserlerinde). Asıl mucize, aradan bu kadar inançsız tipin çıkabilmiş olması.

Spinoza mesela, tam bir ateist değildi ama kişisel bir Tanrı'yı tamamen reddettiği için kafirdir. Onun Tanrısı Einstein'inkine yakındır. Fikirleri, ancak zamanının en özgür memleketi olan Hollanda'da yeşerebildi ve bugün adını biliyor olmamız müthiş bir şey. 

Çok sonraları, Fransız Devrimi'nin ertesindeki Cult of Reason günlerinde, sekülerlik açık seçik kutlanmaya başlanmıştı. Hatta "kutlanmak" yetersiz bir kelime, "tapılmaya başlanmıştı"  demeli. Zira o da kendi melekleri, azizleri, dogmaları ve zorlaması olan bir dindi. Hrıstiyanlığı kopyalayan ama onun tam bir reddi olan bir din. 

Akılcılığın Tanrısı

Akılcılığın Tanrısı


Buradaki Tanrı kavramı eksikliğinden rahatsız olan Robespierre de gitti, kendi seküler kültünü getirdi: Cult of Supreme Being.

Burada Tanrı vardır ama yine de ehli kitaba göre küfürdür, çünkü deisttir. 200 sene sonra dahi, anaakım Islam sayılabilecek bir yorum ne diyor konu hakkında:

"Dînî yönden deistin, ateistten ve şeytandan hiçbir farkı yoktur....Deist, ateiste göre daha akmaktır"

***

1800'lerin ortalarına gelindiğinde, kişisel bir Tanrı anlayışının geri plana itilip, seküler simgelerin kutlanması da yetmiyor, bildiğin ateizm propagandası başlıyor. Feuerbach, Schopenhauer, Marx ve Nietzsche gibi figürlerin yakılmamış olmalarıdır asıl mucize. 

Bakın daha ortada insan hakları kavramı yok, kölelik yasal, Darwin yok, galaksiler yok, DNA yok, yapay zeka hiç yok, ama bu figürler, tüm dinlerin insan uydurması olduğunu savunabiliyorlar.

Ilk ateist manifesto denilebilecek şey de o zamanlar yazılıyor (Bu anonim kalıyor gerçi, o kadar da serbest değil ortam).

***


İlim Çin'de De Olsa...

Bu tarihsel mücadeleyi Hrıstiyanlıkla sınırlıymış gibi görmek doğal. Zaten bizdeki yaygın tepki, İslamın bilimi teşvik etmiş olmasıdır (Bilim, akılcılık, zeka ve IQ farklı kavramlar ama insan algısında elele yürürler) : 

"Ilim Çin'de de olsa gidip alınız"


Halbuki bu teşvik meselesi doğru değil. Bunu anlamak için, önce konunun tarihselliğine bakmak lazım. MS 700 yılında ortalama bir Müslüman, konu hakkında böyle mi düşünüyordu? 1400 yılındaki bir halife böyle mi düşünüyordu? Veya 1700 yılındaki bir imam?

Biz ayıp olmasın diye Aristo'ya, yahut İbn-i Sina'ya "bilimadamı" diyoruz ama o zamanlar, bizim anladığımız anlamıyla bilimsel düşünce ve rasyonellik yoktu. Bunlar modern kavramlar ve Batı uygarlığının ürünleri. Hrıstiyanlık dahil tüm dinlerin, kendilerini bilimle uzlaştırma çabaları da modern zamanlarda başlayan geriye dönük çabalardır.

Ne zamanki bilim, sistematik bir hal aldı ve teknoloji yoluyla sokaktaki adama gücünü kanıtladı, bu uzlaştırma çabası da o zaman başladı. Kimse Newton'un yasalarını umursamaz ama Newton mekaniği sayesinde daha isabetli atışlar yapan top bataryaları herkesin dikkatini çeker. O sayede kaybedilen ilk savaş biter bitmez, eski hadisleri deşip, kutsal kitapları yeniden yorumlama işleri başlamıştır.

Battle of the Pyramids, François-Louis-Joseph Watteau

Battle of the Pyramids, François-Louis-Joseph Watteau


Bu kırılma anını, tarihimizde bence en iyi sembolize eden yer Mısır. Yavuz Sultan Selim, 1517 yılında Memlüklüleri yenip Mısır'ı ele geçiriyor. Romalıların İstanbul'a getirdiği ve bugün hala Sultanahmet'te duran o hiyeroglifle kaplı dikilitaşın anavatanına ayak basıyor Osmanlı. O hiyerogliflere, piramitlere uzun uzun bakıyorlar ve ne yapıyorlar? 60 sene önce Atina'yı fethettiklerinde Parthenon'a uzun uzun baktıktan sonra yaptıklarını yapıyorlar: Hiçbir şey. (Giza piramidini bir cephane deposu olarak kullanmadıklarına şükredelim, yoksa sonu Parthenon gibi olabilirdi). 

Bugün Mısır hakkında ne biliyorsak, hepsi Napolyon'un Mısır Seferi ile başladı. Beraberinde 167 tane bilimadamı getirmişti. Hiçbirinin elinde spektrometreler, radarlar, GPS yoktu ama kafalarının içinde iki modern "buluş" taşıyorlardı:

  • Sistematik çalışma metodu

  • Dini kitapların anlattıklarının dışında öğrenilebilecek şeyler olduğu fikri

Bu iki buluş sayesinde, Napolyon'un -ve sonrasında İngilizlerin- işgalini takip eden 20 sene içinde öğrenilen bilgi, önceki 3000 sene boyunca öğrenilenden fazlaydı.

***

Mısır'ın, Araplaşmadan önce kadim bir uygarlık olduğunu herkes biliyordu ama Napolyon'dan önce kimse oturup "antik Mısır dili ve tarihi" diye bir kürsü kurmamış, proje başlatmamış. Bunları yapmak için mekanik bir icadı beklemeye gerek yoktu halbuki, bu bir bakış açısı meselesiydi. Ne Memlüklüler, ne de onları yenen Osmanlılar bu bakış açısına sahiptiler.

Üstelik, ikisi de öyle sıradan Müslüman topluluklar değil, halifeliği kontrol eden devasa güçlerdi. Yani bunlar İslamı bilmeyecekler de kim bilecek?

Oysa bugün bir 21.yy Müslümanına sorsak, İslam'ın merak ve araştırmayı teşvik etmesi üstüne iki saat güzelleme yapabilir. Geçmişin halifelerine ahkam kesmiş olduğunu fark etmiyor mu?
 

***


Son 600 Sene

Bir başka ilginç soru da şu: Bu güzelleme esnasında ismi geçen İslam dünyası alimlerinin neden ezici çoğunluğu 13.yy ve öncesinde yaşamışlar?

1300-1900 arasında yaşamış kaç Müslüman dehanın, filozofun, bilimadamının adını biliyorsanız kendi kendinize sayın. Bir elin parmaklarını geçiyorsa helal olsun, ben önümde Wikipedia varken zorlanıyorum. İberya'dan Endonezya'ya uzanan dev bir coğrafyadan ve 600 seneden bahsediyoruz. 

Aynı soruyu 15.yy öncesi Avrupa'sı için de sorabileceğimizi yazının başında görmüştük zaten. Yahut Hint coğrafyası: Asırlar boyunca Dünya nüfusunun ve ekonomisinin tam üçte birini oluşturmuş bu yarımadadan, hayatımıza katkısı olmuş kaç kişinin veya fikrin ismini sayabiliyorsunuz? Hinduizm ve Gandhi arasındaki o koca zaman aralığında israf edilen insan sermayesinin haddi hesabı yok.
 

Çin ve Hindistan'ın Dünya ekonomisindeki paylarına bakın. Yalnız dikkat, zaman ölçeği lineer değil.

Çin ve Hindistan'ın Dünya ekonomisindeki paylarına bakın. Yalnız dikkat, zaman ölçeği lineer değil.

***


Kıyamet ve Ahiret İnançlarının Etkisi

Büyük dinler, öğrenmeyi ve soruşturmayı teşvik edemezler, çünkü onlar iktidarın parçasıdır (veya bizzat iktidardır). Aksi takdirde uzun yaşayamazlardı zaten, kısa sürede yenileriyle değiştirilirlerdi.

En büyük dinler (Hrıstiyanlık ve İslam) bu açıdan özellikle kötüler, çünkü bu dünyanın geçici olduğu ve en iyi çağımızın geçmişte kaldığı fikirleri üzerine kurulular. Bu iki temel fikir, akılcılık ve aydınlanmaya temelden zıt. O yüzden de ayet ve hadis cımbızlamaya gerek yok, Paul'a bakmak yeterli...

***

Yaşadığınız topraklara zamanında Hrıstiyanlığı yayan Paul, kıyametin yakın zamanda geleceğine inanıyordu. 2000 sene öncesinden bahsediyoruz. Takip eden her bir neslin hocaları "kıyamet ha geldi, ha gelecek" demişler. Kendinizi "aydınlanmış" bir Müslüman olarak görüyorsanız, bu kıyamet tellallığına gülüp geçebilirsiniz ama dedenizin dedesi için, kıyamet, günlük bir endişeydi. Sizce bu inanç, dedelerinizi etraflarını araştırıp sorgulamaya mı yöneltmiş, hocalarını daha iyi dinlemeye mi? 

İnsanlar, büyük dinlerle akılcılık arasıdaki çatışmayı, engizisyondan ve cadı avlarından ibaret görüyorlar çoğu zaman. Artık bunları yaşamadığımız için de (en azından Batı'da ve Çin'de) sorunun kalmadığını düşünebiliyorlar. Halbuki bahsettiğim düşünsel engeller, çok daha temeller ve hayattalar.

Mesela bugün en çok patent çıkaran ve Nobel ödülü alan ülke olan ABD'nin neredeyse yarısı (%41), kendi nesillerinin son olduğuna, İsa'nın 2050'den önce döneceğine inanıyor. Yarısı yahu! Hani Paul neyse, adam İsa'nın arkadaşıydı, ama onca gerçekleşmemiş kehanet sonrası hala aynı saftirikliği koruyanlar gerçekten ilginç.

***


IQ Değil, Weltanschauung

(Almanca terim kullanmak +5 karizma ve "legendary fular" getiriyor)

Memlüklülerin veya Yavuz'un bürokratlarının IQ seviyesi, Napolyon'un beraberinde getirdiği Avrupalılarınkinden düşük değildi. IQ'nun genetik kısmı büyük ama toplumlar, bu etkiyi epey azaltacak kadar karışmışlardı.

(Bugün IQ'yu belirleyen temel sosyal faktör, dini inançtan ziyade, refah ve eğitim seviyesi. Hem toplumlar arasında, hem de toplumlar içindeki değişik sosyoekonomik gruplar arasında bu ilişki mevcut. Ama inanç seviyesi de refah ve eğitimle negatif ilişkili olduğundan, durumu yanlış yorumlamak olası. Ayrıntıları bilmesem de genel olarak IQ ve inanç seviyesi arasındaki ilişkinin çoğu nedensellik ilişkisi değil, korelasyon (correlation does not imply causation). Zaten o yüzden dinsizlik, otomatikman daha akılcı ve güzel bir dünyaya yolaçmıyor).

 

IQ_and_theism.png


Napolyon'un adamlarının, kendi atalarından veya Müslümanlardan farkı, teknolojilerinde veya IQ seviyelerinde değil, dünya görüşünde saklı. Onlar, "zaten her şeyin İncil'de yazdığına" inanmıyorlardı. En iyi çağımızın peygamberler çağı olduğuna inanmıyorlardı. Onların düşünsel dünyaları Paul'un vaazlarıyla ile değil, Thomas More'un Utopia romanlarıyla, keşifler çağı kaptanlarının raporlarıyla, emperyalist projelerin getirdiği altın ve gümüşlerle yeşeriyordu. 

  • Daha uzak cografyalara, daha iyi zamanlara, daha isabetli teorilere ve daha büyük kütüphanelere inandılar.

  • Haritalarının ve ansiklopedilerinin, kutsal kitapları kadar eksik olabileceğini düşündüler.

  • Gelecekte daha fazlasını öğrenebilmek için, şu anda belki de hiçbir şeyi doğru bilmediklerini kabul ettiler.

  • Sadece kendilerinin değil, hiçbir otoritenin bir şey bilmiyor oluşu ihtimalini normalleştirdiler.

Kısacası, 17.yy öncesi tek tük çıkabilmiş Farabiler ve Kopernikler, yahut bugün Nobel kazanan Amerikalılar, dinlerinin teşvikiyle değil, onların fiziki ve düşünsel engellerine rağmen yeşerdiler.
 

***


Çelişkileri Çözmeye İmkan Yok, Gerek de Yok

İşin iyi tarafı, akılcılık, inanç, iktidar gibi kavramlar arasındaki bu uzun soluklu mücadelenin çözülmesi şart değil. Yani Taliban seviyesinden bahsediyorsak elbette çözülmeli, din ile savaşılmalı ama çoğunluk için konuşursak, önemli nokta şu: İnsan, çelişkiler içinde yaşayabilen bir varlık. Öyle yaşamak zorunda olan bir varlık.

Etrafınızdakilere bakın:

  • Evrim teorisi sayesinde geliştirilmiş aşıları yaptıran Amerikalılar, 6000 yıl önce dinozorlarla beraber yaratıldığımıza inanabiliyorlar.

  • İnsan haklarını savunan Hintliler, dinen emredilmiş kast sistemini normal görebiliyorlar.

  • İfade ve inanç özgürlüğünü savunan Türkler, putların yıkılmasını kutluyorlar.

  • Gay olan kardeşiyle aynı sofraya oturan Yahudiler, gaylerin taşlanmasını emreden Tanrılarını nefret suçundan yargılamıyorlar.

  • Mahkemelerde modern ceza hukukuna göre hakkını arayan kadınlar, tanıklıklarını yarım sayan kitapları yakmıyorlar.

  • Çocuklarını her şeyden çok seven babalar, Kurban Bayramını kutluyorlar, özündeki hikayeyi bile bile.

***
 

Sosyal haklar, ekonomik düzen, bilim felsefesi... Konu ne olursa olsun, 21.yy insanları, MÖ veya MS 7.yy kitaplarını, en azından 19.yy standartlarına uydurmaya çabalıyorlar.

Benzer esneme hareketlerini benim gibi dinsizler de yapıyor, sadece konularımız farklı. Mesela "hayvansever" biri olarak her türlü hayvanı hatır hutur yiyor oluşumu, bin sayfalık makalelerle savunabilir, kendimi gayet güzel inandırabilirim. İnsanların eşitliğinden bahseden devlet kurucuları, köle sahibi olmalarını kendilerine gayet güzel açıklayabildiler. Liberalizmin özünde yer alan "inalienable rights" dogmasına, tekrar ede ede inandı milyarlarca modern insan.

Çeşitli psikolojik ve sosyal nedenlerden ötürü dinini bırakmadan, modern ceza hukukuna uymak mümkünse, elbette merakı, şüpheciliği ve akılcılığı körüklemek de mümkün. Bunları yeterince becerebilen biri, kendini Sünni veya Budist veya agnostik olarak tanımlasa ne olur, tanımlamasa ne olur. 

Çelişkili doğamıza düşman olmak yerine, onu bir fırsat olarak görmeliyiz

Blade Runner 2049

Blade Runner 2049

Harcamalar ve Karar Süreleri Arasındaki Garip İlişki

Harcamalar ve Karar Süreleri Arasındaki Garip İlişki