25 Maddede Yunan Ekonomik Krizi ve Alman Olmanın Dayanılmaz Hafifliği
Yunanistan'ın euro'yu bırakması, uzoları sulandırması, Akropolisi zengin iş adamlarına gecelik kiralamaya başlaması ve iflas ettiğini açıklaması an meselesi, özellikle de önümüzdeki referandumdan hükümetin istediği gibi "hayır" sonucu çıkarsa.
Bu sonuçlar ne anlama geliyor ve bu noktaya nasıl gelindi? Mevcut solcu hükümeti beceriksizlikle, Almanları acımasızlıkla, Yunanlıları da tembellikle suçlamadan önce basit bir tarihçeye bakmakta fayda var (ve hemen akabinde Yahudileri Yahudilikle suçlayacağız):
1) Yunanistan ihracatı az, sosyal güvenlik sistemi pahalı, işgücüne katılımı düşük, çalışanın uzun ama verimsiz çalıştığı, emekli çalışan dengesi bozuk, yolsuzluğu yüksek, vergi toplayamayan, ekonomisine oranla askeri harcamaları fazla, iş kurmanın zor olduğu bir acayip ülke ve M.Ö. 4.yy'dan beri de sorunlular.
2) Eurozone'a girişlerinden sonra cari açıkları iyice arttı, hem de yabancı yatırımlara rağmen. Bu kolay borç döneminde aptalca kamu harcamaları ile üretimlerini (GSMH) yüksek, yalan muhasebe ile de açıklarını düşük gösterdiklerinden sorunlar gözardı edildi.
3) Bu süreçte özellikle Almanya karlı çıktı ve Yunanistan gibi çevre ülkelerle aralarındaki ticaret fazlası katbekat arttı. Nasıl? Almanya'da işçi maaşları AB ortalamasına göre daha yavaş artarken, Yunanistan gibi ülkeler kolay parayı oy için vatandaşa dağıtarak üretim maliyetlerini arttırdılar. Zaten gemicilik, turizm ve tarım dışında bir numarası olmayan Yunanistan'da ihracat iyice azaldı.
4) Bu soruna AB ekonomi politikaları da katkıda bulundu. Zira bazen sübvansiyonlar belli bir mal üretilmesin veya satılmasın diye verildiğinde (başka üreticileri korumak adına), bu kısa vadede Yunanlının karnını tok tutarken uzun vadede o endüstriyi kuruttu.
5) Bunca kolay para nereden geldi? Bir kısmını Yunan vatandaşı veriyor kendi hükümetine borç olarak, bir kısmı da dışardaki özel yatırımcıdan geliyor, özellikle Alman ve Fransız bankaları aracılığıyla. Yani Yunan hükümetleri, popülist politikaları finanse etmek için gönüllü olarak borçlanırken, Avrupa bankaları da gönüllü olarak riskli bir ülkeye borç verdiler.
6) Ta ki 2008'deki global krize kadar. Buna 2007 mortgage krizi, 2008 abd bankacılık krizi, yahut Eurozone krizi olarak bakabiliriz, sonuçta aynı tsunami, farklı kıyılar. Avrupa kıyısında en çok etkilenen Yunanistan oldu. Turizm ve gemiciliğe dayalı ekonomi, buhranlara daha duyarlı olduğundan, toplam üretim azaldı ve yatırımcı korkmaya başladı.
7) Tahminlerin çok altında kalan GSMH yüzünden, yeni seçilmiş sol PASOK hükümeti, hileli muhasebeyi daha fazla sürdüremedi ve itiraf etti: "Bütçe açığımızın GSMH'ya oranı sanıldığı gibi %6-%8 değil, %12 olacak". Artık Yunanlıların sözüne güvenmeyen AB kendi analizini yaptı ve gerçek rakamı %15.7 olarak buldu. Bu ne demek? Hükümet o kadar çok harcama yapıyor ki, her 6 senede bir vereceği açığı kapatmak için tüm ülkenin bir sene yemeden içmeden çalışması lazım. Ve bu her sene eklenecek olan borç. Bir de halihazırda olan borçlar var, onların da oranının %110 yerine %130 olduğu ortaya çıktı. Kriz öncesi yıllarda bu rakam erimediği için, kriz yıllarında iyice artacağını herkes gördü.
8) Papandreu bu itirafla suçu önceki sağ partilere atmayı denedi ama başarılı olamadı. Zira zaten krizde olan ülke ekonomisi, tüm kredi kuruluşlarının takır takır not düşürmesiyle (borçlanmanın pahalı hale gelmesiyle) iyice patladı. Kısa bir süre içinde özel sermaye piyasalarından borç bulmak imkansız halde geldi (zira senin benim gibi insanlar batacak adama borç vermiyorlar...vermiyorsun di mi?) Yunanistan Avrupa'dan 2010'da resmen yardım istedi.
9) Troika denilen IMF, Avrupa Merkez Bankası ve AB burada devreye giriyor. Bu noktada kriz diğer ülkelere (Portekiz, İspanya, İrlanda) yayılabilecek durumda, dahası Fransız ve Alman bankaları milyarlarca dolarlık borç ödemesi bekliyorlar Yunanistan'dan. Bu sistemsel tehdite karşı, Troika uygun faizle borç verdi ve karşılığında da yapısal reformlar istedi.
10) Merkez sol hükümeti 2010'un bu gelişmeleri içinde eriyip gitti, çünkü hem şart olarak koşulan ilk reform paketi kriz ortasındayken yıllardır alıştığı haklardan mahrum bırakılan halkı galeyana getirdi (nerdeyse her gün yapılan grevlerle üretim iyice düştü), hem de reformlar geciktirildikleri ve sulandırıldıkları için troika da memnun kalmadı ve merkez sağ tekrar iktidara geldi.
11) İstenilen bu reformların iki odak noktası var:
- Kemer sıkma ile kamu harcamalarını azaltmak
- Vergi reformuyla vergi gelirini arttırmak
Eksik olan ne? Üretimin artması, ekonominin büyümesi. Yani bu strateji ABD ve Japonya'daki Keynesçi destek paketlerinden farklı. O ekonomiler temelde sağlamlar ve bir şokla düzelebilirler. Yani kamu borçlanır, vatandaşın cebine para koyar (gerek vergi kesintileriyle, gerekse büyük altyapı projeleriyle istihdam yaratarak) ve vatandaş bu parayı harcayarak piyasada iş dönmesini sağlar, üretim artar, uzun vadede ekstra borçlanmanın zararına kıyasla daha büyük fayda sağlandığı umulur. Troika ise dedi ki: "Bu Yunanistan'da böyle bir potansiyel yok, haketmedikleri kadar refah içinde yaşadılar bunca yıl, kemer sıkılacak".
12) Şimdi burada, merkezinde Almanya olan çok boyutlu bir denklem var. ilk boyut şu: Troika'dan gelen para (bu borç AB vatandaşları tarafından finanse ediliyor), önemli ölçüde eski borçların (yani Alman ve Fransız bankaları üzerinden yapılan yatırımların) kaybını azaltmakta kullanıldı. Karlar özel kaldı, muhtemel zararlar ise (yeni borçların riski) sosyalize edildi. Burada kazığı yiyen Yunanistan'dan ziyade, Avrupalı vatandaş oldu.
13) Paranın bir kısmı da hükümetin acil zorunlu harcamalarına gitti, maaşlar gibi. Bu kısmı hastayı tedavi etmek yerine ayakta tutmak olarak görebiliriz. Sonuçta para, Yunan ekonomisine ekstra bir yatırım olarak girmedi. Halbuki Keynesçi arkadaşların taa baştan dedikleri gibi, kriz ortasında olan ve rekabet seviyesi zaten düşük bir ülkede reform yapabilmek için ya paranı devalüe edeceksin (meali: reform sürecinde mağdur olan vatandaşlarını para basarak kısa süreliğine idare eder, değersizleşen paran sayesinde ihracatın artar, enflasyonun etkisi seni çok vurmadan da düzlüğe çıkmış olmayı umarsın), ya da madem kendi paranı basamıyorsun eurozone'da olduğun için, o zaman piyasaya tampon görevi görecek yatırımlar enjekte etmen lazım. Bunlar olmadan direkt kemer sıkılırsa, ve gelen para ancak eski borçları ve zorunlu ödemeleri döndürmekte kullanılırsa, sadece kamu israfı değil gerçek üretim de düşer, vergi geliri de düşer, daha çok kemer sıkmak zorunda kalınır ve döngüye girilir. Bir tahmine göre tasarruf edilen her bir euro için, 50 sentlik bir ekstra kayıp oluşuyor. Nitekim kriz sürecinde ekonomi %25 küçüldü, işsizlik %25'i geçti.
Aşağıdaki grafikte (tek grafik bu, değerini bilin, uzun uzun bakın), 2012'deki borç yükünün GSMH'ya oranının %164'e çıktığı görülüyor. Yani 1.6 senelik toplam üretim kadar borç oldu, giderler azalırken gelirler daha da hızlı azaldığı için.
Bu şuna benziyor: Fit olmak istiyorsun, ama egzersizin etkili olması için gereken besinleri almak yerine ağır bir rejim yapıyorsun. Vücudun da gereken enerjiyi alacak karbonhidrat bulamayınca proteinlerini parçalamaya başlıyor, yani tam da sana gereken ve geliştirmek istediğin altyapıyı.
14) Almanya'nın kemer sıkmadaki ısrarı da bizi işin ikinci boyutuna getiriyor: Almanya, bu politikadan karlı çıkıyor. Özel yatırımcının korunması hususundan katbekat büyük bir meblağdan bahsediyoruz. Akıllıca kamu harcamalarıyla fişeklenen bir ekonomide kontrol edilebilen bir enflasyon olur, bugünkü ABD'de olduğu gibi. Eğer bu harcamayı ve enflasyonu abartırlarsa, ülkedeki her şey gibi işçi maliyetlerinin de fiyatı artacağından ihracat düşer. İşte Almanya yıllardır bu yüzden kriz halindeki eurozone'u ayağa kaldırmak için o muazzam kaynaklarını hakkını vererek kullanmadı ve kamu harcaması yapmadı. Kamu harcaması olmayan kendi ülkesinde enflasyon düşük ve çevre ülkelerde enflasyon yüksek olduğu sürece, Alman ihracatı yüksek kaldı.
15) Bu taktik sadece AB içinde değil, global olarak da geçerli: Eurozone sürekli bir krizin eşiğinde olduğu sürece, euro değerlenmeyecek ve Alman ürünleri pahalılaşmadığından Almanya tüm Dünya'ya mal satabilecek. Bu yüzden Almanya yıllardır her çeyrek bütçe fazlası veriyor ve bundan diğer AB ülkelerine gına geldi. Alman hükümetinin de herkes gibi yatırım yapmasını, bu sayede hem kısa vadede o projelerle istihdam yaratılmasını (sonuçta sadece Almanlar yararlanmayacaklar, mesela Polonyalı bir `taşeron` şirket kullanılacak) hem de artan Alman enflasyonuyla, AB içindeki Almanya lehine olan ticaret dengesizliğinin azalmasını istiyorlar. Ancak bu sayede Yunanistan gibi çevre ülkeler Almanya'ya katma değeri yüksek mal satıp kalkınabilirler.
Brüksel ile Merkel hükümeti arasında uzun süredir devam eden bir sorun bu. ABD bile en sonunda Almanyayı isim vererek eleştirdi. Çin kur farkını manipüle ederek, Almanya da enflasyonu düşük ve Eurozone'u zayıf tutarak ihracata dayalı ekonomilerine avantaj sağlıyor. Almanya ise savunma olarak, ihracatın nedenini yapay olarak ucuzlatılmış işçilik yerine yüksek verime, üstün Alman teknolojisine, genel olarak Almanlığın muhteşem bir şey oluşuna bağlıyor.
16) Tabii, Yunan üreticisinin Almanlara göre daha rekabetçi olamamasındaki tek etken Almanya'nın bu enflasyon-bütçe fazlası oyunları değil. Dahası rekabetçilik ve genel olarak ihracat zayıflığı, Yunanistan'ın temel sorunlarından sadece bir tanesi. Fakat popülizm sağolsun, sosyalistler halktaki mevcut memnuniyetsizliği tarihi bir fırsat olarak görüp, kodaman bankacı imajını ve "yunan onuruyla oynayan acımasız Alman" anlatısını öne çıkararak iktidara geldiler.
17) İşin ironik tarafı, tam bu noktada işler biraz düzelmeye başlamıştı. Yani GSMH 2014'te ilk defa tekrar büyümeye başlamış ve piyasadan borç bulmak tekrar mümkün hale gelmişti. Fakat siyasi belirsizlik ve kemer sıkmaya karşı olan Syriza'nın kuvvetlendiğinin görülmesi bu narin dönemi başlar başlamaz bitirdi. Sosyalist Syriza, erken seçim döneminde hem Eurozone'da kalmak, hem de mevcut anlaşmaların şartlarını hafifletmek gibi imkansız bir vaat vererek, bir siyasi kumar oynadı. Ama ellerindeki tek koz olan "biz batarsak AB de batar" tehdidi, finansal düzenlemelerle etkisiz hale getirilmişti. Zira bu iflas olayı ilk defa 2010'da gündeme geldikten sonra, olası bir Yunan felaketini izole etmek için bir takım düzenlemeler yapıldı (o ana kadar denetlenmeyen "credit default swap"lara ve bankaların ellerinde bulundurmaları gereken minimum sermaye-yatırım yüzdesine ilişkin mesela). Bir yandan da kritik durumdaki İrlanda ve Portekize müdahale edildi. 2012'den itibaren felaket riski iyice azaldı, Yunanistan dışında herkes kolayca borç bulabilir oldu (yani güven tam).
18) Az reformlu ve yatırımsız bir borç döngüsünün ve siyasi popülizmin yarattığı engelleri gören özel sermaye musluğu tekrar kapadı. Syriza hükümetinin kemeri gevşetip, onun yerine borçları tekrar düzenleme taktikleri (meali: abi bu ay sıkışığım bir ay geç ödesem olur mu?) sadece Almanya tarafından değil, beklenmedik biçimde tüm Avrupa tarafından tepki gördü. Bunda da şaşılacak pek bir şey yok aslında, zira Syriza hükümetinin borç görüşmeleri sürecinde, Nazi işgali için Almanya'dan 279 milyar euro tazminat istemesi (aralarında halihazırda bir tazminat anlaşması gerçekleşmişti onyıllar önce) herkesin suratını ekşitmişti. Bunun üstüne Yunanistan'ın sınırlarından mültecileri Avrupa'nın gerisine salma konulu tehdidi de tuz biber oldu. Muhtaç olduğun adamı şantajla tehdit edip, bir yandan da "bunlar Yunanlıların onuruyla oynuyorlar" diye hamaset yapmak, pek rasyonel bir tutum değil.
19) Referandum, ekonomik buhrandan sorumlu olmayan sol hükümetin, siyasi kumarının bedelini ödememek için yaptığı bir manevra. Sonucu çok önemli değil. Son dakika anlaşmalarıyla kaçınılmaz ertelenebilir ama eninde sonunda Yunanistan iflas edecek. Millet bu yüzden bankalara hücum ediyor ve bu yüzden para çekmeye ve parayı yurtdışına çıkarmaya sınır getirildi. Avrupa bu kadar para gömmüşken "şimdi bir de stimulus deneyelim, siz reformu sonradan da yaparsınız" diyecek değil, Almanya 180 derece dönecek değil, parasız ve işsiz kalmış bir sürü Yunanlı da daha fazla kemer sıkmayı kabul edecek değil.
20) Yunanistan ya iflas bayrağı çekip Eurozone'dan çıkacak, ya da önce çıkıp sonra iflas edecek. Eurozone'dan kovulma diye bir şey yok ve daha önce kendi çıkan da olmadı, o yüzden burası ilginç olacak. Mekanizma ne olursa olsun, euro'dan kurtuldukları anda kendi paralarını basarak emekli maaşlarını ödeyebilirler. Fakat Troika'dan aldıkları borçları drahmiyle ödeyemezler, bunların euro üzerinden sabitliği garantili. Kimse drahmi kabul etmeyeceğinden, makul bir fiyata drahmi karşılığı euro alamayacaklar (yani drahmi anında devalüasyona uğrayacak). Dolayısıyla orta vadeli borçları ödeyemeyecek ve iflas bayrağı çekecekler.
21) Çeşit çeşit iflas var. En kötüsü, maaş ve emekli ikramiyesi bile ödeyemeyecek duruma gelmek ve işsizliğin ayukka çıkması. Hükümet bunun olmayacağını garanti ediyor, çünkü insanları sokağa dökmenin en kolay yolu onların ellerine maaş diye bir kağıt parçası bile tutuşturmamak. Onun yerine, herhalde üzerine basıldığı kağıt kadar değeri olmayacak drahmiyle veya senetle öderler maaşları.
22) İflasın daha olası bir sonucu: Yunanistan'a bugün borç vermeyenler, iflas etmiş bir Yunanistan'a hiç borç vermeyecekler. Hükümet açık veriyor (çünkü halen vergi toplayamıyorlar, halen harcamalar gelirlerden fazla) ve borçlanamıyorsa, tek çaresi para basmaktır. Enflasyon artacak ve bu vergi artışı demek: ha vatandaşın cebindeki paranın 5'te birini almışsın, ha parasının değerini %20 düşürüp o "değer"i darphanenin yeni bastığı sıcacık kağıtlara transfer etmişsin. Vergi gelirini arttırmak istenilen reformlardan biriydi zaten ama enflasyon herkesi eşit oranda etkileyen bir düz vergi olduğu için, reformlarda istenilen kdv bazlı vergilendirmeye göre daha az sosyalist.
23) Hükümetin dışında, ülkenin tamamı da açık veriyor. Yani hükümet gibi, ülke de ürettiğinden fazlasını tüketip, farkını borçla ödüyor. Borç olmazsa, nasıl alacaklar dışardan malı? Kimse drahmi karşılığı malını satmaz, satarsa da çok pahalıya gelir o mallar. Alamayacaklar, tüketemeyecekler. Zorla ve kontrolsüz biçimde kemer sıkılmış olacak. Yağmurdan kaçarken doluya tutulmak buna denir. Öte yandan ucuzlamış işçilik sayesinde ihracatları artacak (eğer halen proteinlerin tamamını sindirmemişlerse).
24) Yunanistan'ın bu halde bile IMF'den yardım alma imkanı olacaktır herhalde. Yani reform artı sınırlı bir destekle en kötü senaryoları atlatabilirler. Fakat sosyalist hükümet düşmüş olacaktır diye tahmin ediyorum.
25) Paul Krugman gibi bir çok uzman ve benim gibi bir çok hiçkimse, Yunanistan'ın euro'ya hiç geçmemesi gerektiğini, yahut en azından seneler önce (krizin Avrupa'ya yayılma riski azaldığında) kontrollü bir şekilde iflas bayrağını çekmesi gerektiğini, şimdiyse sefil olacaklarını düşünüyor. Geçmiş olsun.
***
Türkiye notu:
Biz nerdeyse her türlü gelişmişlik kıstasında Yunanistan'dan geriyiz. İnsanların `sefalet` içinde yaşama alışkanlığı, yaşadığımız krizi olağanlaştırdı: kredi borçları yüksek, gerçek işsizlik %20, dolaylı vergiler had safhada, mülteci krizi var, cari açık artıyor, enflasyon hedef üstü, yoksulluk sınırı altındaki nüfus onca harcamaya rağmen düşmedi, bilakis gelir adaletsizliği her sene artıyor. Devlet geçtiğimiz ucuz dolar döneminde borçlanabildiği için kriz resmileşmedi, ancak dolar 2.70'e fırlayınca millet uyandı. Halbuki dolar kuru, bütün bu saçmalığın gecikmiş bir sonucu sadece, ve ABD Merkez Bankası faizleri arttırdığı zaman, dolar bizim gibi riskli ülkelerden çekilecek ve durum daha beter olacak. Hem bu kadar borçlanıp, hem enflasyon yaşayıp, hem de bu kadar işsizliğe ve az gelişmişliğe (human development index) sahip olmak büyük başarı aslında. Normalde bunlar birbirine zıt hareket ederek bir dengeye gelirler ama bizde her gösterge kötü. Bütün bu inşaatların, sosyal güvenlik açıklarının, sarayların, yeşil kartların, zorunlu askerliğin, iphoneların, korumaların bir bedeli var, ve bu bedel mevcut sefaletin de ötesinde.
Yunanistan euro'dan çıkıp iflas ettiğinde, Türkiye gibi olmamak için uğraşmaya başlayacaktır.