Gelir Adaletsizliği 3: Ekonominin Ötesinde

Gelir Adaletsizliği 3: Ekonominin Ötesinde

Önceki Bölümler


Ekonomi, bakış açımıza gereğinden fazla hakim.

O kadar ki, bazen sadece ekonomi konuşuyoruz, onu da ancak basit rakamlara ve grafiklere indirgeyebildiğimiz ölçüde tartışıyoruz. Halbuki "herkesin zenginliğini arttıracaksa, aşırı eşitsizlik iyi midir?" sorusu ahlaki ve sosyal bir soru. Bu politikaların topluma, kültüre gayet somut etkileri oluyor.

Türkiye'nin durumu zaten kötü de, ortalama bir Amerikalı olduğunuzu düşünün: Senelik brüt 40-50 bin dolar kazandıran bir işiniz var. Konforlu yaşıyorsunuz ama zerre birikiminiz yok. Avrupa'daki muadilleriniz haftada 35 saat çalışıp yılda 4-5 hafta tatil yaparken, sizin için sihirli rakam 50:  Haftada 50 saat, yılda 50 hafta iş. O da kıdemli olduğunuz için. Çocuklarınızın gelecekteki üniversite masrafını düşünürken, halen kendi üniversite kredinizi ödüyorsunuz. Sağlık sigortanız var ama bir halta yaramıyor, ne zaman doktora işiniz düşse cüzdanı orada bırakıp dönüyorsunuz. Eviniz var ama sadece 500 dolarlık sürpriz bir fatura ile resmen iflas edeceksiniz (ülkenin yarısı bu seviyede).

Sonra bir bakıyorsunuz, Disney'in CEO'su sadece 11 ay çalıştıktan sonra 130 milyon dolarlık bir "altın paraşüt" kazanmış. Merrill Lynch, sadece bir çeyrekte neredeyse 3 milyar dolar zararla rekor kırmışken, CEO'suna çılgın ödemeler yapıyor. Wall Street şirketleri, tarihin en büyük ikinci buhranı sonrası, felaketin mimarlarına milyarlarca dolar "performans bonusu" dağıtıyor. Zaten ülkenin başkanı da babadan zengin bir emlak milyarderi.

Ama size hayatınız boyunca, çok çalışanın kazandığı adil bir ülkede yaşadığınız söylenmişti.

***

İnsan her gün bunlara bilinçli olarak kafa patlatmayabilir; hatta ABD'ye has bir şekilde, "bir gün ben de onlar gibi olabilirim" yalanına inanarak sistemi savunabilir de. Ama bilinçaltımız farklı çalışıyor: Çelişkileri birbirine uydurmaya calışırken bazı değerleri çökertmek zorunda kalıyor.

Örneğin böyle bir toplumdayken, yolda bir cüzdan bulsanız ne yaparsınız? Paraya ihtiyacınız olsa da olmasa da, cüzdanını kaybedeni mağdur olarak görmeniz zor olacak: "Bu keriz de düşürmeseymiş, öyle bırakırsan alırlar tabii, haketti". Adalet anlayışımızı uyanık olmaya endeksleyerek, cüzdanı geri vermemeyi doğruluyoruz.

Bu örneğin genel hali, fakirlerin çoğunun tembel veya aptal olduklarına inanmak olabilir. Zira sistem adilse -ki öyle olmak zorunda, yoksa kafama kakılmış onca milliyetçi palavra anlamsız kalır- fakirler de fakirliklerini bir şekilde haketmişlerdir. "Onları" ne kadar keskin biçimde yargılarsam, aslında onlardan pek de farklı olmadığım gerçeğiyle yüzleşmem o kadar zorlaşır.

Yani öyle pis bir şey ki bu, sistemin yaya bıraktıkları kenetleneceklerine birbirlerinin üstüne basıyorlar, yaya olmayı bırakıp limuzine bindikleri günleri hayal ederek.

***

Oysa daha eşit bir toplumda bu ahlaki taklaları atmaya gerek kalmıyor. Kafamdaki sistem imajını kurtarmam için mağdurdan nefret etmeme gerek yok. Fedakarlık yapınca, kendimi enayi gibi hissetmeme de gerek yok. İnsan, daha az iç çelişki yaşıyor. Bunları Gini katsayısıyla, GSMH ile filan ölçemeyiz, oturup düşünmek lazım.

Toplumlar ve kurumları, emergent kavramlardır. Yani, onları oluşturan öğelerin ötesinde birer doğaları var. "Toplumu bireyler oluşturur" diyoruz ama toplumun yapısı ve değerleri de bireyi inşa ediyor.

Yeteneği ne olursa olsun, tek bir insanın, bir diğerinden binlerce, milyonlarca kat daha fazla kaynak kontrol ettiği ve bunun normalleştirildiği bir toplumun, sağlıklı bireyler inşa edebileceğine inanmıyorum. Firavunla köleleri arasında bile anca bu kadar fark olabilirdi.

 

Hangi -izm?

Öte yandan, sözde herkesin eşit olduğu bir sürü başka deneme de gördük ve çoğu sadece başarısız olmakla kalmadı, bildiğin felaketle sonuçlandı. En son örnek Venezuella. Aynı filmi tekrar tekrar izleyip farklı bir son ummanın manası yok.

Velhasıl serbest piyasa kapitalizmi, bir sürü değişik formuyla, Dünya'ya hakim olmuş vaziyette. Rusya ve Çin bile kapitalizmin bir çeşidini yaşıyor. Büyük hayaller kurarak izm'lerden izm'lere uçmanın zevki var ama burada dikkat çektiğim şey yeni bir izm değil, sistem içindeki küçük değişikliklerinin büyük sonuçları olduğu gerçeği.

Mesela Roosevelt'in reformları ABD'nin sadece ekonomisini değil, kültürünü de değiştirmişti. "Robber Baron" devrinde yaşayan ve gerçek vahşi kapitalizmi özümsemiş bir Amerikalı, 1950'ye ışınlandığında ülkesini tanımazdı. "Ne demek sosyal güvenlik?"

1950'lerde büyüyen, Apollo Projesi'nin milli gururunu ve Star Trek'in iyimserliğini yaşamış bir Amerikalı da, günümüze ışınlandığında aynı yabancılığı hissedebilir. Mevcut gelir -ve özellikle de servet- adaletsizliğine inanamayabilir. Halbuki rejim değişmedi, darbe olmadı, çağlar açılıp kapanmadı. 

Çoğu büyük değişimin arkasında büyük hayal ve projeler yerine, yıllara yayılan ve pek kimsenin önemsemediği bir sürü ayrıntının kümülatif etkisi yatıyor. Gelir adaletsizliği sorununu çözmek için, her gece olduğu gibi o gece de rakı masasında kalacak sosyalizm devrimlerine, tuğla gibi sosyoloji kitaplarına gerek yok. Birkaç kilit ismin anlaşması, nokta atışı bir iki değişiklik, iyi bir PR sosu, ve bolca şans...

Bu bakış açısı bana hem umut veriyor ("değişim mümkünmüş"), hem de üzüntü ("değişmesi kolay şeylerin bunca yıldır sebep olduğu sorunlara bak"). Al sana bir iç çelişki daha.

Bir Kuzu Tandırcının Gözünden Veganlık

Bir Kuzu Tandırcının Gözünden Veganlık

Aristo #4: Bilim, İrfan ve Saçmalıklar

Aristo #4: Bilim, İrfan ve Saçmalıklar