Özgür İrade 9: İçgörü İllüzyonu
Bu içeriğin orijinali 29 Kasım 2021’de podcast olarak yayınlandı. Yukardaki uzantıdan veya podcast uygulamanızdan aratıp dinleyebilirsiniz. Yazı dizisi için: Önceki bölüm
Hepimiz içgörü illüzyonu (introspection illusion) denen bir dertten muzdaribiz. Bu bir bilişsel hata. İnsan, herhangi bir zihinsel süreci hakkında doğrudan ve kesin bilgi sahibi olduğunu sanıyor. Bir bilgisayar analojisi yaparsak, kendi kaynak kodumuza ve runtime debugginge erişimimiz olduğunu sanıyoruz, ama aslında bir grafik arayüz kullanıyoruz, tıpkı bize dışardan bakanlar gibi. Ve bu arayüz hatalı bilgi gösterebiliyor.
Bu illüzyonun asıl ilginç kısmı şu: Başkaları, kendi içgörülerine bizim kadar önem verince, onları ciddiye almıyoruz. Yani kendi içgörümüzün isabetini abartıp, başkalarınınkini azaltıyoruz. Bunun doğal bir sonucu olarak, insanlar kendi özgür iradelerine çok daha fazla inanıyorlar.
Deneylerde insanlar kendi kararlarını, çevrelerinin kararlarına göre daha az tahmin edilebilir görüyorlar. İçgörün sana "kararı ben verdim" diyor, sen de buna inanıyorsun ama başkasının kararlarının kaynağı ne? Onlar koyun, veya alışkanlıktan öyle yaptılar, neyse artık. Başkasının irade gücüne ne zaman saygı duyuyoruz biliyor musunuz? Eğer ortak kararlarımız sonucu kötü bir olay yaşanmışsa ve bunun sorumluluğu bir başkasına yıkılabilecekse. O zaman "kararı sen verdin" diyor beyin.
Bu etkinin gerçeklerden ne kadar uzak olduğunu anlamak için, son bir deney önereyim: Bir düğmeye sağ veya sol elinizle basabilirsiniz, seçim sizin. Genelde sağ elini kullananlar, %60 oranla sağı seçiyorlar. Ama o sırada beynin sağ yarıküresini elektrikle uyararak, o yarıkürenin kontrol ettiği sol eli seçme şansınızı %40lardan %80'lere kadar çıkarmak mümkün. Ve bu etkiye rağmen, denekler "hangi elimi kullanacağımın seçimi bana aitti" diyorlar. İçgörü sandıkları şey aslında zihnin kendi için uydurduğu hikayeler.
Hipnoz Deneyi
Libet Deneyi'nin kritiğine dönelim. Orijinal yorumda, bilinçdışında gözlenen aktivitenin, karar farkındalığına sebebiyet verdiği düşünülüyordu. Bunu nereden biliyoruz ki, sırf daha önce oldu diye mi?
Bunu test eden bir deney var, hipnoz içerdiği için bahsetmek istiyorum. Hipnoza yatkın deneklere, ekranda bir ok gördüklerinde ellerindeki topu sıkmaları telkin ediliyor. Sonra uyandırılıyorlar ve klasik bir Libet Deneyi başlıyor. "İstediğin zaman topu sık, biz de elektriği ölçeceğiz" diyorlar. Bazen denekler kendi istekleriyle topu sıkıyorlar, bazen de ok yüzünden telkinle sıkıyorlar. İkinci tip hareket öncesinde bir karar farkındalığı yok doğal olarak. Deneyin maksadı, bu iki senaryodaki elektrik yükü artışını karşılaştırmak. Karar farkındalığının olmadığı durumlarda elektrik aktivitesine ne olmuş, onu bulmak.
Tabii, telkin yoluyla bir şey yapınca, beynin o demin bahsettiğimiz geriye dönük senaryo yazma kabiliyeti devreye girebiliyor. Açıklayamadığın bir davranışı yaparsan, ona bir açıklama uyduruyorsun mutlaka. Beyin lobları birbirinden ayrılmış insanlarda mesela, sürekli olarak beynin bir yarısının yaptığı şeyleri, diğer yarısının fark edince üstlenmesi, kendince açıklamalar bulması gözleniyor.
İşte deney, bu etkiyi önlemek için kurnazca bir şey yapıyor: Deneğin koluna da yalandan elektrotlar bağlıyorlar ve diyorlar ki "biz arada sırada buna ufak bir şok uygulayıp, el kaslarını kastıracağız, merak etme". Denek ok gördüğünde otomatik olarak topu sıkacak ama "niye sıkıyorum ya" diye düşünmeyecek, bu hareketlerin kontrolünde olmadığını hissedecek ve bunu normal karşılayacak.
Sonuç? Topu sıkmaya bilinçli biçimde karar verdiğimiz durumlardaki RP ile hiçbir karar içermeyen durumlardaki RP aynı. Dolayısıyla Libet'in sandığının aksine, RP, karar farkındalığının sebebi olamaz. Bakın hareketin gerçek sebebi olabilir iki senaryoda da gözüktüğü için ama karar farkındalığının sebebi olamaz.
Bu arada hipnoz kavramı, genel olarak özgür iradeye karşı bir kanıt olarak sunulmuyor, çünkü ancak çok sınırlı bir ölçekte, hipnoz olmaya istekliyseniz ve zaten normalde yapmaya yatkın olduğunuz şeyler için işe yarıyormuş. Onu da aradan çıkarayım.
Karar verme farkındalığını iyice önemsiz kılan bir başka deneyde de ( Sirigu et al. (2004) and Desmurget et al. (2009) ) bazı kritik beyin bölgeleri hasarlı olan insanlar, Libet Deneyini yaptıklarında, hareket öncesi herhangi bir karar verme farkındalığı hissetmiyorlar. Bu hissi ancak hareketle beraber yaşıyorlar. Yani ellerini kollarını hareket ettirdiklerini görünce "bu hareketi ben yaptım, ben planladım" hissi doğuyor. Demek ki, herhangi bir hareketi bilinçli bir şekilde planlamana gerek bile yok, hareketi yapmak için.
E farkındalığın gerçekleşmesi şart değilse, gerçekleştiği zamanlarda da RP'ye bağlı değilse, öyleyse RP'nin artmasının manası ne? Belki bir şeye karşı beklentimin artmasıyla alakalı. Nihayetinde bir deneyde olduğumu biliyorum, elimi oynatabileceğim söylenmiş, işaret verilmiş deney başlamış, tansiyon yüksek, arkada Ennio Morricone çalıyor, her an araştırmacılardan biri silahını çekip herkesi vurabilir... Bu ortamda bir beklenti oluşturuyorum. İşte bu belli bir eşiği geçince de, elimi oynatma kararı verip vermeme şansım oluyor.
Nitekim 2016'daki bir deneyde, hareket gerçekleşmese de bile RP gözlemlenmiş. Yani bu ne farkındalığın yeterli bir sebebi, ne de hareketin. Ama karar vermeyle ilgili bir beklentinin sebebi veya sonucu olabilir. Alexander et al. (2016)
Neural Noise
Buna benzer bir yorum da neural noise denen şey, radyodaki parazit gibi. Bir beklenti olsun olmasın, normalde beyindeki aktivite hep aynı seviyede durmuyor, hem önceki kararlarından kalan hem de o sırada rastgele gerçekleşen bazı dalgalanmalar oluyor yükte. Sonuçta yük dediğin şey, fazla veya eksik elektron taşıyan atomlar. Sürekli nöronların kapısına gelip, bir arkadaşa bakıp çıkıcam abi diye girmeyi deniyorlar, bazıları giremiyor, bazıları hakikaten de girip arkadaşına bakınca çıkıyor. Bu yoruma göre, bu dalgalanmalar belli bir seviyenin üstündeyken elimizi kolumuzu oynatmaya karar vermemiz daha olası, o kadar.
Hatta bazı durumlarda, birkaç seçenek arasında kalmışsak, bu noise ibreyi bir yana kaydırmış oluyor. Dış etkilere bağlı olmayan, beynin kendi operasyonundan kaynaklanan bu noise'u, özgür iradenin sırrı olarak görebilir miyiz?
Sonuçta ortada %100 rastgelelik yok, yani siz şu anda toplantının ortasında pantalonu çıkarıp çıplak gezmeye karar vermeyeceksiniz, ben de şu anda kayıt yaparken pantalon giyecek değilim. Ama makul birkaç seçenek arasındaki seçim, stokastik süreçlere bağlı bir noise tarafından etkileniyorsa özgür irade tanımına uyuyor gibi. Çünkü alternatifleri de seçme şansım vardı ve yaptığım seçimin sebepleri dış etmenlerden ibaret değildi, bazısı benden kaynaklanıyordu (Bu arada stokastik, fularlıcada "rastgele" demek, ortamlarda kullanırsanız size bira ısmarlarlar)
Free Won't: Veto Hakkı
Libet deneylerinin görece yeni yorumlarını keşfetmiş olduk ama işin komiği Libet'in kendisi de, irade lehine bir şerh koymuş yorumlarında. Yani "ben özgür iradenin olmadığını kanıtladım" diye gezmemiş, medyadaki temsilin aksine. Onun yerine şunu düşünüyor: "Biz daha kararımızın farkında değilken ona meyletmeye başlıyoruz ama irademiz, bu süreci sonradan durdurabilir. Yani elini oynatma kararını bilincimiz vermese dahi, veto hakkı saklıdır, elini oynatmamayı seçebilir.
Bu tip yaklaşımlara "free will" yerine free won't diyorlar, kelime oyunu yaparak. Yapmayı seçmek kadar, yapmamayı seçmek de özgürlüğün bir ölçütü zira.
Bu veto hakkının kullanıldığı deneyler tasarlanmış ve sınırı da belirlenmiş: Hareketten 200 ms öncesine kadar o hareketi veto edebiliyorsun. Ondan sonra geçmiş olsun, o hareket olacak.
Ben bu free wont fikrini sevdim ama şöyle bir sorun çıkarıyor: Diyelim ki bir harekete başlama kararımın kaynağı bilinçdışım, RP artmaya başlıyor, sonra bu hareket kararının farkına varıyorum, buraya kadar otomatik. Bu noktadan sonra veto etmek de bir karar değil mi? E bu kararın öncesindeki nöron aktivitesi nedir? Yani bu veto, gökten zembille inmedi sonuçta beyne. Bunun da bilinçdışında izleri olmayacak mı, bunla korele bir RP yükselişi olmayacak mı?
Normal kararın mekanizması ile veto kararının mekanizmasının farklı olmaları çok çirkin bir bilimsel tablo olurdu, benzeşmeleri lazım.
Ve bunlar yeterince benzeşirlerse, vetonun da vetosu mümkün olmayacak mı? O vetonun da? Matruşka bebekleri gibi bir çeşit sonsuz gerilemeye yol açabilir bu. Pek zarif bir model değil yani (Filevich et al., 2012, 2013).
Brain might not stand in the way of free will
Tamam, şimdiye kadar Libet Deneyi'nin klasik yorumlarını ve bazı yeni yorumları gördük. Üstünden 40 sene geçmiş neredeyse ve sonrasında sayısız versiyonu yapılmış, yine de sonuçların tam olarak ne anlama geldiği üstünde bir mutabakat yok. Şunları öğrendik kabaca:
Libet'in yarattığı paradigmaya göre, bilinçli karar, hareketin başlangıcı olmalıydı. Böyle olmadığı için de özgür iradenin olmadığı düşünüldü.
Hatta karar bilinci, bazen hareketten sonra manipüle edilerek, zamanda geriye ittiriliyordu.
Fakat yakın zamanda Libet'in paradigmasını değişti. Sonradan gelen bazı yorumlara göre, rastgele noise yardımıyla bilinçdışı tarafından başlatılan hareket hazırlığının, kritik bir eşiği geçmesi için yahut durdurulması için bilincin devreye girebileceği düşünüldü, ve özgür irade de bu alana kaydı.
Yönetici Devreler
Birkaç adım geriden bakınca, Libet tipi deneyler hakkında önemli bir şey göze çarpıyor, o da sadece belli bir seçim tipi üstünde deney yapmamız. Ne tip seçimler? Basit, anlık (yani milisaniyelerle ölçülen), genelde motor fonksiyonlara dayalı ve önemsiz seçimler. Bir topu ne zaman sıkacağın, bir düğmeye hangi elinle basacağın, vs.
Hani bazen deneyi oyunlaştırıyorlar ve işin ucuna para koyuyorlar, yani seçimlerimizin önemi artıyor ama diğer kıstaslar sabit. Bunlara odaklanıyoruz çünkü anca bunlar test edilebiliyorlar lab ortamında. Ya da en kolay ve en ucuza bunlar test edilebiliyorlar diyelim.
Halbuki bunlar tam da otopilota bağlanacak kararlar değiller mi? Farkındalığım, dikkatim, mantığım, ve en nihayetinde özgürlüğüm niye gereksin ki böyle şeyler için?
Bir irademiz var mı yok mu anlamaya çalışıyorsak, asıl bakmamız gereken kararlar, milisaniyelerle değil de dakikalarla, saatlerle, yıllarla ölçülecek kadar uzun bir süreye yayılmış kararlar olmalı. Planlama içeren, sebep içeren, meşrulaştırma çabası içeren, soyut düşünce içeren seçimler olmalı. Mesela bir yatırım, bir evlilik kararı, bir kariyer seçimi. Ne yazık ki bu senaryolarda öyle hangi sinyal neyle alakalı, izole edemiyorsun. Zaten günlerce insanları elektrotlarla gezdirecek halin de yok.
Uzun vade planlama içeren kararlar önemliler çünkü sadece bugünkü halimiz üzerinden hesap kitap yapmıyoruz, ilerde nasıl bir insan olmak istiyoruz, ona karar veriyoruz. 5 yıllık kalkınma planı misali, 5 yıl içinde kendimizi nerede görmek isteriz, buna göre karar veriyoruz. Bu işten sorumlu mekanizmaya "executive function" deniyor, diğer zihinsel süreçleri yöneten zihinsel süreçler bunlar. Tıpkı diğer genlerin ne zaman aktive olup olmayacağına karar veren genler gibiler.
Mesela bakın, bu fonksiyonları hasarlı insanlar, Libet stili deneyleri çok rahat yapabilirler, belki aynı sonuçlar verirler. Ama önemli bir konuda "niye böyle değil de şöyle yaptıklarını" açıklamaları zor oluyor. Sağlıklı insanların da elbette çok isabetli olduklarını söyleyemeyiz, içgörü illüzyonu yüzünden, ama yine de arada büyük fark var.
Executive fonskiyon sayesinde beyin sadece çevreden gelen girdilere göre en iyi çıktıları vermeye çalışan bir makine olmanın ötesine geçiyor. Çevre esnek olduğu için, makine de esnek olmak zorunda, yani kendi kendini değiştirebiliyor. Milyonlarca nörondan oluşan bazı devreler azalarak bitiyorlar, bazıları da o şartlara daha uygun görüldükleri için önem kazanıyorlar.
Hatırlayın Schopenhauer diyordu ya, "insan istediğini yapar, ama ne isteyeceğini seçemez" diye. Bunu yapıyoruz aslında. Ne isteyebileceğimizi seçebiliyoruz. Tabii ki Schopenhauer'u çürütmek zor, çünkü onun fikrini sonsuza kadar uzatabiliriz. "Ne isteyeceğimizi isteyebiliriz ama ne isteyeceğimizi isteyeceğimizi, isteyemeyiz" ve böyle gider. Eyvallah. Bir noktada hakikaten de duvara toslayacağız. Ben zaten bu manada bir özgür iradeye inanmıyorum, yani "ne isteyeceğini isteyeceğini isteyeceğini.... (milyon defa tekrar)... isteyebilen" bir bilincimiz olduğunu sanmıyorum.
İrade Skoru
Serinin başından beri yaptığım okumalar sonucu, şu manada fikrim esnedi: Özgür iradeyi, binary bir durum yerine bir skala olarak yeniden tanımlayabiliriz. Ve bu skalanın kıstası da, kendi kararlarının ne kadar farkındasın, kendi kendini ne kadar değiştirebiliyorsun, olmalı. Yani insanın özgür iradesi var mı yok mu yerine, kimde çok kimde az, belki IQ seviyesi gibi karma testlerle ölçülebilir ve bu da eylemlerinden ne kadar sorumlu tutulacağını gösterir.
Dikkat edin, bu tanıma göre, farkındalık başlangıçtaki adım olmak zorunda değil, tıpkı Libet Deneylerinde gördüğümüz gibi, belki uzun vade planlamalarda da farkındalık, bilinçdışı etkilerden sonra gerçekleşecek. Ama farkındalık, ara sonuçlardan biri olmalı ki, daha sonraki adımları etkileyebilsin, executive fonksiyonlara yön versin. Eğer özfarkındalığınız düşükse, kendi kendinizi şekillendirme yeteneğiniz de azalıyor, onun yerine salt anlık dış etkilere göre şekilleniyorsunuz.
Bir başka deyişle -ki bu konuda sizle tartışabiliriz ben de ölümüne savunmuyorum bu düşünceyi- illa her hareketin başında irademiz olsun, zihin hiç yoktan neden sonuç ilişkisi zincirleri başlatsın, böyle bir kıstasa göre özgür irade sahibi sayılabileceğimizi hiç düşünmüyorum. Bence özgür irade eşittir yeterince emergent bir yapı, executive fonksiyonlar sayesinde kendini şekillendiren bir yapı ve bu şekillendirme sürecinin az çok farkında olan, sorgulandığında kendini anlatabilen bir yapı. Dolayısıyla bu kuantum etkilerinin yüksek seviyelerde etkili olduğu bir evrende de, deterministik bir evrende de geçerli bir tanım olur. Bu şekilde compatibilisme, yani uyumluluğa yol yapmış oldum.
Sonuç
Benim uzaktan gördüğüm, gerçekten de bu alanın halen bakir olduğu ve yapılmayı bekleyen dünya kadar heyecan verici deney olduğu.. Hem lab deneyi, hem interdisipliner çalışmalarla düşünce deneyleri...
Yani düşünün, nörobilim ve özgür irade/karar verme araştırmalarının kesiştiği nokta, hepi topu 1983'te başlıyor. Ben o zaman hayattaydım. O kadar yeni ve o günkü yorumlardaki hatalar da daha yeni yeni temizlenmiş, alan tekrar yeni yorumlara açılmış. Bayağı heyecan verici. Kendi eğitim alanımla kıyaslıyorum da, benim okduğum bazı ders kitapları epey eskiydi. Mesela information theory'nin babası Claude Shannon, 1940larda çalışmış, hala onu öğreniyoruz. Aradan da çok zaman geçtiği ve çok çok araştırma yapıldığı için, öyle doktora tezi filan hazırlamıyorsan, alana ciddi bir katkı yapman imkansız. Bulunacak her şey bulundu demiyorum, aman ha, daha var epey şey ama kolay lokma kalmadı. Oysa özgür irade alanında, çok kısa sürede büyük ilerlemeler kaydedilebilir gibi. Ve her şeyin ötesinde konu heyecan verici ve pratik uygulaması var ceza hukuku üstünden, hatta yapay zeka etiği üstünden, ki gelecek bölüm de bunlar üstüne olacak, ahlak üstüne olacak.
Kısacası eğer tekrar okuyacak olsaydım, büyük ihtimalle bu alanı seçerdim. Ama soru da bu ya, tekrar okuyacak olsaydım gerçekten farklı bir seçim yapabilir miydim? Deminki tanımıma göre özgür olsaydım dahi, belki de hep tek bir geleceğim vardı ve tekrar tekrar onu seçecektim.