AB'nin Mülteci Kampı Türkiye
(Bu metnin podcast hali yukardadır. Tüm podcastler Spotify dahil her mecrada bedava, üyelik gerekmez. Ayrıca Patreon üyeleri için bir bonus bölüm de bitirdim: Fondaş Medya, Sosyal Medya Alışkanlıkları ve Haberciliğin Ekonomisi. Eğer Patreon’dan destekçi olmak istemiyorsanız, o bonus içeriğin de bir kısmını şu devam yazısında okuyabilirsiniz.)
Bu bölümde bol bol istatistik vereceğim, biraz yorum yapacağım, uzak yerlerden de bağlantılar kuracağım ama bir çözüm sunmayacağım, çünkü bilmiyorum. Zaten "5 adımda mülteci sorunu nasıl çözülür" gibi bir şeyler yazabilseydim oturduğum yerden, iki dakkada ruhumu satar, yaşlı bir milyarderin şeytani planları için danışmanlık yapardım. Neyse biz muhabbetimize Afganistan'dan değil Honduras'tan başlayalım…
Honduras’ın ABD Seçimlerine Etkisi
Her sene 7 yıl yaşlandığınız için bir kısmınız 3 dünya senesi önceki 2018 ABD ara seçimlerini hatırlayacak yaşta olmayabilir. Başkanlar 4 senede bir seçiliyor biliyorsunuz, dönem arasında da alt meclisin tamamının, senatonun üçte birinin, valiliklerin de çoğunun girdiği ve ek olarak yerel hükümetlerin de yarıştığı bir seçim oluyor. 2018'dekinde, muhalefette olan Demokratların ana hedefleri:
Trump'ın kendisi
Sağlık reformunun tehlike altında olması
Bütçeyi iyice patlatan vergi indirimlerinin zenginlere yaraması
Cumhuriyetçilerin odak noktaları ise:
düşük işsizlik
vergi paketinin ekonomiyi canlandıracak olması
ve her şeyden önemlisi sınır güvenliği ile göçmenlik
Trump'ın popüleritesi düşük olduğu için ve zaten başkanlığa sahip olan parti ara seçimlerde geleneksel olarak dezavantajlı olduğu için muhafazakarların kayıp yaşayacağı kesindi. Bir noktada, bu kaybı en aza indirmek için Fox News önderliğindeki sağ medya ve Trump koordineli bir kampanya başlattılar: Hedef, geneli Honduras'tan ABD'ye doğru yola çıkan mülteci konvoylarıydı.
Honduras, halkın %60'ından fazlasının yoksulluk sınırı altında yaşadığı rezalet bir yer, üstüne iklim değişikliğinden de en çok etkilenen ülkelerden biri. Aşırı kuraklıklar sonucu hasat mahvoluyor, açlık baş gösteriyor ve birkaç yüz kişi, çatma derme bir konvoy oluşturup ABD'ye doğru yola çıkıyor. Şimdi podcasti durdurup Honduras neredeymiş bir bakın. Başkentinden, ABD Meksika sınırına kadarki mesafe 4600 km. Arada Meksika'nın tüm boyu var. Belki böyle deyince tam anlaşılmamıştır: Ankara'dan yola çıktığızı ve Avrupanın en batısındaki Lizbon'a gittiğinizi düşünün. Bu yol 4500 km.
Arka arkaya birçok konvoy oluşturuluyor ve tıngır mıngır yola koyuluyorlar. Bazı yerlerde konvoylar şişiyor, birkaç bin kişilik oluyorlar, bazı noktalardaysa polislerle çatışıp, mallarını kaybettikten sonra kan kaybediyor veya dağılıyorlar. Yolculukları haftalar sürüyor.
Bu esnada da ABD'de, popüler radyo şovlarında, akşam ana haber kuşağında ve Trump'ın mitinglerinde bu konu, giderek şiddetlenen bir dille, bir felaket ve bir "istila" olarak nitelendiriliyordu. Hatta bu yetmez diye sağ cenahın tüm öcüleri bu anlatıda yer buldular: Konvoyları Venezuellalı solcu militanlar ve Soros finanse ediyordu, Demokratlar bunlara af çıkaracaklardı, içlerinde Ortadoğulu teröristler bile olabilirdi. Bir Ork istilası yani.
***
Bu arada demin merak edip baktım, sahiden bir Trump Duvarı vardı, ne oldu o iş diye. Seçildiğinde bütün Meksika sınırına öreceğiz diyordu, ki 3500km ediyor, 2017'nin hemen başında bunun emrini imzalamıştı. 2021 yılında durum ne? Sadece 80 km'sine yeni duvar örmüşler, ek olarak 650 kmlik kısımda da eski ufak bariyerleri büyütmüşler. Biden gelince durdu inşaat.
Neyse, bu noktada biraz bağlam oluşturayım:
ABD'de nüfus 330 milyon, bunun 47 milyonu göçmen. Dünyadaki her 5 göçmenden 1'i orada.
Bunun 11-12 milyonu kaçak. Çoğu da uzun süredir orada. Her 3 kaçak yetişkinden 2'si, en az 10 senedir ABD'de yaşıyor.
Her sene 1 milyondan fazla legal göçmen kabul ediyorlar, bunun 120 bini çeşitli ülkelerden sığınmacılar.
Ve her sene birkaç yüz bin kaçak göçmen sınırdan geçerken yakalanıp, işlenip, sınırdışı ediliyor.
Şimdi böyle bir ülkeye, en kalabalık haliyle birkaç bin kişilik bir konvoy yola çıktı diye -ki bunlar sınırda durup işlenecekler, sığınmacı istekleri reddedilebilir- haftalarca her gün "istila" retoriği hakim oldu. Göçmenlik konusunda tam 2000 tane “istila” temalı Facebook reklam kampanyası yapıldı, daha önemlisi, 280 bin tane reklam oynatıldı yerel ve ulusal televizyonlarda. Tahmin edebileceğiniz gibi de ara seçimler yapılır yapılmaz bu retorik bıçak gibi kesildi. Seçimlerde muhafazakarlar alt meclisin kontrolünü kaybettiler ama senatoda başarılı çıktılar.
Konvoylar da buhar olup uçmadılar tabii, kimisi sınıra kadar geldi, kamplara yerleştirildi ama sığınmacı taleplerinin işlenmesi çok yavaş ilerlediği için çoğu dağıldı, bir kısmı sınırdan kaçak girmeye çalıştı, ufak bir kısmı da kabul edildi. Halen de bu döngü devam ediyor.
Şimdi bunları neden anlattım? Biraz genel kültür olsun diye, biraz da komşu olmayan bir ülkeye doğru katedilen mesafe kısmı hariç, Türkiye'ye gelen Afganlar örneğinin ne kadar farklı olduğunun altını çizmek için. Bir kere işin siyasi boyutu tamamen farklı. Yani her yerde bu işe sağcı popülistler karşıdır, "kültürümüz bozulacak", "azınlıkta kalacağız", "kızlarımıza sarkıyorlar" diye oy toplarlar. Sol cenah da göçmenlerin ekonomik açıdan sömürülmelerine odaklanır, "ırkçılık yapmayın" der vs. Ama bizde durum tam tersi.
Bu memleketin sağcı bir partisi var, adında "milliyetçi" kelimesi geçiyordu yanılmıyorsam, hem de iktidarda ve kelimenin tam anlamıyla düne kadar ses seda çıkmadı. Ancak dün Bahçeli bu Afgan mülteci akınına karşı bir şeyler söyledi. Yahu senin varlık amacın bu konu değil mi? Kimse MHP'ye, özgün ekonomi politikaları için, ne bileyim, sosyal haklar konusundaki vizyonu için oy vermiyordur herhalde. Yani günün birinde milliyetçi bir partiye "niye daha milliyetçi değilsiniz" diyeceğim de aklıma gelmezdi vallahi, hayat işte. Gerçi onu da demiyorum aslında, eşyanın tabiatına aykırı bir durum var ortada, o rahatsız ediyor. Bırak o zaman "hareket partisi" olsun adın. Daha isabetlisi, "hareketsizlik partisi".
Entegrasyon Penceresi
Ben mülteci meselesinde genelde çenemi kapalı tutuyorum, çünkü ceremesini çekmeyeceğin şeyler hakkında uzaktan yorum yapmamak gerektiğini düşünüyorum. Gerçi Türkiye'de olan biten her önemli şeyin ceremesini çekiyorum dolaylı yoldan ama özellikle bu konuda, dışardan birinden "şöyle yapmalı, böyle konuşmalısınız" gibi şeyler duymaya hiç sabrı olmuyor insanların. Hele de Avrupa'nın en az mülteci alan ülkelerinden birinde yaşayan birinden. O yüzden liberal tandanslı arkadaşları da uzaktan liberal liberal yorumlar yapmamaya çağırıyorum, ters tepeceği kesin olur.
İşin aslı benim bu konularda pek de liberal bir bakış açım yok. Öyle John Lennon'a bağlayıp imagine şarkısı söyleyesim gelmiyor. Genel olarak toplu göç/sığınmacı alımlarıyla gelenlerin entegre edilmeleri çok zor bir problem. Zürih bazlı "göçmen politikaları labı”na göre ilk 2 sene en önemli dönem, bu dönemde insanlara dil eğitimi verdin, iş buldun, hayata kattın kattın, sonraları daha çok para harcasan bile daha az etkili oluyor çabaların. Bu yüzden de sığınmacıların aylarca yıllarca karar için bekletilmeleri herkes için kötü. Bir an önce karar ver ve mümkün mertebe seçici ol.
***
Gallup'un migrant acceptance index diye bir ölçütü var. Sağ partilerin yükselişinden de tahmin edebileceğiniz gibi, ilk ölçüldüğü 2016'dan bu yana, endeks genel olarak düşüyor, yani dünya çapında göçmenlere tolerans azalıyor. Çöküş içindeki Venezuella’dan kaçanlar etraftaki halkların toleransını düşürdüler, Ortadoğu zaten malum. Bu şartlar altında göçmenlere en kapalı halklar hangileri bir tahmin edin.
İlkin şanlı Macaristan (kız arkadaşım şimdi söyledi, cevapların eğitim seviyesine bağlı olmadığı ender ülkelerdenmiş. Kaynak olarak da kız arkadaşımı kullandım, öyle profesyonel bir yapım bu). Sonra eski Yugoslavya ülkeleri, Latviya, Slovakya ve nihayet Avrupa dışından Malezya, Tayland ve…Türkiye. Yalnız ilginçtir, Dünya mutluluk raporuna göre Türkiye, göçmenlerin mutluluğu endeksinde ortalarda, 53. sırada. Yani millet onları istemiyor ama göçmenlere de hayatı cehennem etmiyor.
Dışardan gelenlere en açık halklar kimler? Kanada, İzlanda, Yeni Zelanda, Avustralya -ki geçenlerde yasadışı göçmenler için "gelmeyin buraya" diye reklam kampanyası yapmışlardı- Sierra Leon, ABD, Burkina Faso İsveç ve Çad. Sanırım İsveç ile Çad'ın arka arkaya geldiği tek sıralama bu olabilir.
Asıl bomba kısım şu: En son veriler 2019'dandı. 2020'deki koronavirüs kapanmaları ve ekonomik sıkıntıları sonucu endeks daha da düşmüştür genel olarak ama Türkiye özelindeki değişim iyice ciddi oranda olmuştur.
Afganistan Macerası
Yaklaşık 20 sene önce, yani Türkiye gündemi yaşıyla 140 sene önce, ABD'de aynı anda 4 tane uçak kaçırıldı. İlki ticaret merkezi kulelelerinden birine çakıldığında daha kimse olan biteni anlamamıştı. Bizi komşu uyandırmıştı galiba, o ana kadar başarısızlıkla yazmaya çalıştığımız hatunun salonunda bulduk kendimizi, televizyonunda olan biteni izlerken ikinci uçağı da diğer kuleye çaktılar. Daha sonradan öğrendiğimz üzere üçüncüsü Pentagon'a girdi. Sonuncusunun hedefi de meclis binası idi ama yolcular diğer saldırıların haberini alınca, her halükarda öleceklerini anlayıp saldırganlara karşı isyan ettiler ve uçak da bir tarlaya çakıldı. Toplamda 3000 kişi, olabilecek en Hollywoodvari şekilde öldü. ABD Afganistan'dan Bin Ladin'in teslim edilmesini istedi, reddedilince orayı işgal etti. Duyurdukları amaçları:
Taliban yönetimini indirmek
Yerine demokratik bir rejim getirmek
Orada yuvalanan El Kaide'yi yok etmek
Bin Ladeni yakalamak
Aradan geçen 20 sene, ölen onbinlerce insan ve harcanan 2 trilyon dolar sonucu bu amaçlardan sadece sonuncusuna ulaşıldı. El Kaide de epey çöktü gerçi ama daha bu ay, BM güvenlik konseyinde, Afganistan'ın bazı bölgelerinde halen aktif oldukları konuşuluyordu.
Ya onlara koruma sağladığı söylenen Taliban? Gelecek ay, ABD ve Nato güçleri ülkeyi tamamen terk edecekken, Taliban Afganistan'daki bölgelerin yarısına hakim, muhtemelen şehirleri de ele geçirmeye başlayacak yakında.
***
Afganistan, ABD açısından Vietnam seviyesinde bir fiyasko ve travma olmadı. Bunun bir sebebi, gelir gelmez dağı taşı bombalayıp milleti kovdukları için "kazanmış" gözükmeleri, akabindeki iç savaşın detaylarınınsa o kadar rahat anlaşılmamasıydı. İkinci sebebi çok uzun sürmesi -ABD'nin en uzun süren savaşı bu- ve görece az askerin ölmesiydi. Yani hem hayatın bir sabitiydi hem de onun bir parçası değildi. Vietnamda aynı anda 500 bin asker savaşıyordu, toplamda da 2.7 milyon Amerikalı görev almıştı, 180 milyonluk bir nüfus içinden çıkan. Afganistan'da ise 330 milyon içinden, toplam 775 bin kişi görev almış, en kalabalık zamanında bile hepi topu 100 bin asker konuşlanmıştı. Normalize ederseniz 7-8 katlık bir fark bu.
Zaten savaş da her zamankinden çok özelleştirilmişti artık. Bu 20 senelik sürecin belli kesitlerinde askerden çok taşeron işçi çalışıyordu. Gerek güvenlik görevlisi olarak, gerek danışman, gerek lojistik, vs. İşgal dev bir ihaleydi, şirketler de bundan pay kapıyorlar ve ABD halkının borçlanması pahasına zengin oluyorlardı.
2014'te, ülkedeki 150 bin NATO askerinin büyük kısmı çekilince, savaş da ABD kamuoyunun dikkatinden iyice düştü. Aynı zamanda ihale pastası da ufaldı. Onca askerin orada konuşlanmasının yarattığı geçici yerel ekonomi yok oldu. Doğrudan onbinlerce, dolaylı olarak da 2 milyona kadar Afgan'ın geçim kaynağıymış bu. Bugün Afganistan ekonomisi 20 milyar dolarlık, 10 sene önce de 20 milyar dolarlıktı. 2002 işgali sonrası yaşanan ve 10 senede ekonomiyi 5'e katlayan o büyüme periyodu, son 10 senede tamamen durmuş. Askerlerin gidişinin de buna etkisi olduğu kesin ve bu bir göç faktörü.
Bu süreçte, askerlerle aynı zamanda ülkeden kaçanlar sayesinde bugün İran’da 2.5 milyon, Pakistan’da neredeyse 3 milyon Afgan’ın yaşadığı tahmin ediliyor; büyük çoğunluğu kayıtsız. Yani Türkiye’ye gelmiş olanlar oraları pas geçmiyorlar; Türkiye’ye gelenler onlara ek. Geçen gün Economist'te çıkan bir makaleye göre, Türkiye'deki Afgan sayısını halihazırda 200 ile 600 bin arası olarak tahmin etmişler. Bu insanlar bir anda peydahlanmamışlar yani, özellikle son 10 seneki durağanlıkta, günün birinde ortamın Taliban’a kalacağını gören gelmiş.
***
ABD'nin Taliban'ı bitireceği delüzyonu nihayet geçen sene Şubat ayında son buldu ve ABD, Taliban ile anlaşma yaptı. "El Kaideyi barındırmayın ve bizim kukla Afgan rejimiyle barış anlaşması yapıp ortak bir hükümet kurun, biz de gidelim" dediler. Şaka yapıyorum, bunu dediler ama sırası tersti. Önce "çekiliyoruz" diye halka duyurdular, sonra bu şartları dayadılar. "Gidiyoruz ama yamuk yaparsanız daha önce hiç görmediğiniz bir kuvvetle geri geliriz!!!1!!". Klasik Trump.
Taliban'ın tek yapması gereken "yav he he" deyip kalan 13 bin askerin gidişini beklemekti. Kimsenin geri gelmeyeceğini biliyorlar. Trump bu senenin başında Beyaz Sarayı terk ettiğinde, ülkede hepi topu 2500 ABD askeri kalmıştı ve 18 bin kadar da özel şirket çalışanı.
1 aya onlar da gidecekler. Biden, çekilme tarihini önce 11 Eylül'e, yani saldırıların 20. yıldönümüne ertelemişti ama bu ay 31 Ağustos olarak belirlendi. 30 gün içinde ABD, oraya inşa ettikleri devasa konsolosluğu koruyacak olan birkaç yüz askeri ve sayısı belirsiz CIA çalışanı dışında tamamen gitmiş olacak. Geride bıraktıkları işbirlikçilerinin kaderi kötü. En azından, birliklerine çevirmenlik yapmış olan Afganlara vize sağlayacak bir yasa geçirdiler geçenlerde, neredeyse oybirliğiyle hem de -bugünlerde pek rastlanan bir şey değil- ama eğitip donattıkları diğer Afganlar o kadar şanslı değil. Geçenlerde bir grup komando, bir çatışmadan sonra cephaneleri bitince Taliban'a teslim olmaya çalıştıklarında 22'si de infaz edildi. Şimdi, çeşitli sebeplerle bunlardan ve yeniden kuracakları rejimden kaçmak isteyenler yollara koyuldular.
Başka ne olacağını bekliyorduk ki?
Velhasıl, en azından Şubat 2020'den beri, bugünün geleceği biliniyordu. Taliban'ın her halükarda ABD-sonrası sistemin parçası olacağı da biliniyordu. Taliban ile kukla hükümet arasında bir barış anlaşması yapılmasının, yapılsa bile uzun süre tutmasının zorluğu da biliniyordu. Şimdi her gün ortalama 1000 Afgan, Kuzey İran'dan 3 günlük bir yolculuk sonucu Türkiye sınırına ulaşıp geçiyor. Elini kolunu sallayarak. Ve daha yeni yeni demeçler veriliyor sınır güvenliği hakkında.
Tıpkı, artan sıcaklık-kuruyan hava kombinasyonu yüzünden giderek daha fazla günü yangın tehlikesiyle geçiren, üstüne orman yakma seceresi olan terör örgütlerine ve rant çetelerine sahip bir ülkenin, inanılmaz bir şekilde elindeki yangın söndürme uçaklarını ve tecrübeli pilotlarını heba etmesi, gidip abidik gubidik ihaleler açması, sonunda da hepi topu 3 tane kiralık yangın uçağıyla, 6 kat daha az yüzölçümüne sahip Yunanistan'ın 38 uçakla yaptığı işi yapabileceğini zannetmesindekine benzer bir aymazlık var. Başka ne olacağını bekliyorduk ki?
(Bu tip krizler esnasında, kamuoyu enerjisinin %90'ı PKK'yı lanetleme yarışına, dualara ve komplolara gidiyor, %10'u yetkililerden hesap sormaya. Bu oranlar ters yönde olsalardı, sürekli aynı saçmalıkları yaşamazdık.)
***
Gelen Afganların bir kısmı Türk asıllı olduğu için ve zaten yerleşmiş akrabaları olduğu için herhalde temelli ülkede kalmak isteyecektir, diğerleri de Batıya geçme hayalleriyle geliyor. Ama öncelikle AB kapıları kapatmış gözüküyor. Halihazırda 500 bin kadar Afgan AB ülkelerinde yaşıyor ama geçen senelerdeki kadar istekli değil ülkeler, hele ki pandemi kaynaklı krizden sonra. AB ile TR arasındaki rüşvet pazarlığı bu işin standardı artık. Bir ahlaki çöküntüyü de kaçınılmaz kılıyor bu, zira o kadar bariz bir biçimde bir pazarlama nesnesine döndüler ki mülteciler, ve normal vatandaş bu pazarlık masasından o kadar uzak ki...
Bu arada bahsi geçen miktarlar da komik. 3 milyar euro mesela. Ta 2015 yılında, Keleti Tren İstasyonunda yatıp kalkan ve birkaç hafta sonra Avusturya'nın kapısına dayanmak için otoyoldan yürüyüşe çıkan Suriyeliler hakkında bir yazı yazmıştım. Bir kısmından direkt alıntılayayım:
BM, kriz için 2015 yılında toplam 7 milyar dolara ihtiyacı olduğunu duyurmuştu. Bunun 4.3 milyar doları Suriye dışındaki mülteciler, kalanı Suriye'dekiler için. Haziran 2015'te (yılın ortasında yani) bu 4.3 milyar dolarlık ihtiyacın sadece 1 milyar doları (%23) karşılanmıştı. Daha kötüsü, bundan önce Suriyeli mülteciler için BM'nin 6 ayrı seferde istediği toplam 6 milyar doların da sadece yarısı karşılanmıştı. Kıyas için: BM'nin 2015'te tüm Dünya için gerekli gördüğü acil insani yardım 16.4 milyar dolar. Toplam Dünya ekonomisi? 75 trilyon dolar (2013). Yani global acil yardım gereksiniminin 4600 katı.
Devam ediyorum:
6 zengin Arap körfezi ülkesinin davet ettikleri toplam sığınmacı sayısı 0. Yaptıkları yardımın toplamı, bir ABD'ninki kadar etmiyor. Hiç biri 4500 km öteden sığınmacı alıp, üstüne para veren İngiltere'den fazla para vermiyor. Bölgenin yıldızı Dubai, havaalanı projesine 32 milyar dolar ayırırken (gariban 3. dünya ülkesi işçilerini kullanarak tabii), Dubai'yi de içeren BAE'nin toplam yardımı, olayla politik ve coğrafi olarak alakasız olan Kanada'nınkiyle eşit.
6 zengin Arap körfezi ülkesi aslen ne kadar zengin? Toplam askeri harcamaları 100 milyar doların üstünde. Yani sadece askeri bütçelerinin %7'siyle, BM'nin bütün Suriyeli mülteci programını finanse edebilirler. Katar'ın nominal GSMH'si adambaşı 100 bin doların üstünde, buna yakın bir ülke yok Dünya'da.
Dönelim 2021 yılına ve bizim mültecilere. Onlar açısından, AB yolundaki ekonomik engel de büyük. Herhalde birkaç bin dolar tutuyordur kaçak olarak Yunanistan'a geçmek. Bir Afgan bunu nasıl denkleştirsin?
Demin bahsettiğim Economist makalesinde Suriyeli bir bilgisayar teknisyenini profillemişler, Hammad isimli. Dandik bir atelyede, haftada 6 gün günde 12 saat çalışıyor ve aldığı para 2500 lira, 250 euro yani. Bundan ne kadar arttırabilirsin, ayda 50 euro mu? Bir diğeri Kayseri de bir demircide 2 hafta çalıştıktan sonra parasını alamadan kovulmuş.
Suriyeliler yine biraz daha avantajlılar, zira Türkiye'de ikisi de teknik olarak mülteci konumunda değiller Avrupadan gelmedikleri için ama en azından Suriyeliler "geçici koruma" statüsündeler, kısıtları daha az. Her halükarda bu insanların kaçak geçişe yetecek para biriktirmelerine imkan göremiyorum. Düşünün, asgari ücret ve sigorta korumasına sahip bir Türk bile kaç ay çalışmalı 5 bin doları, 10 bin doları biriktirebilmek için.
Köle İşgücü
Yeri gelmişken, Uluslararası Çalışma Örgütü'nün geçen sene yayınladığı bir rapordan bazı noktalar paylaşmak istiyorum. 2020 yılı için olduğunu unutmayın, belki daha yeni çalışmalar vardır ama detaylardan çok genel tablo önemli:
Türkiye'de 1 milyona yakın Suriyelinin çalıştığı yazıyor. Aynı dönem fiilen çalışan vatandaş nüfusu 21 milyon. Yani çalışanın 20'de biri Suriyeli.
Bu 1 milyonun %91'i kayıt dışı çalışıyor. Bunların üçte biri haftada 60 saat ve üzeri çalışıyormuş. Türkiye ortalaması 48. Benim sosyal medyadan duyduğum anekdotlar, hep Türk vatandaşına kıyasla kayırılan Suriyelilerin hikayeleriydi (sınavlar, faturalar, neyse artık) ama bir yandan çalışanların durumu bu. Yani en kötü kombinasyon aslında, hem yerel halk enayi yerine konduğunu hissediyor hem de mültecileri sömürüyorsun.
Geçen AKPli yetkililer diyordu ya, "Suriyelileri gönderirsek ekonomi çöker" diye. Tercümesi şu: "Asgari ücret bile alamayan 900 bin Suriyelinin, düşük katma değerli merdiven altı üretimine muhtacız, 20 senede ekonomiyi bu seviyeye getirdik"
Bir yandan şahlanan Türkiye, bölgenin süpergücü, vs söylemleri, bir yandan da köle emeğiyle zar zor ayakta durduğu söylenen bir sistem. İkisini de aynı iktidar söylüyor.
Daha kötüsü, yetkililer bunu vatandaşları terbiye etmek için kullanıyorlar, "Türkler iş beğenmiyor" diyorlar, gerçek işsizliğin TÜİK'in kendi verilerine göre %30lara dayandığı bir ülkede. Halkın kendisi zaten sömürülüyor da, fazla şikayet etmesin diye bir kısmını ekstra sömürüp bunu da resmen açıklıyorlar.
Rapora devam edelim
Suriyeli erkeklerin yüzde 71'i çalışırken, 15-65 yaş aralığındaki kadınların yalnızca yüzde 11,2'si çalışıyor. Çalışma yaşındaki 10 kadından 1'i yani.
Yine perspektif için Türkiye ortalamasına baktım. TÜİK, teoride çalışabilir kadın nüfusunu 31.5 milyon olarak göstermiş, çalışmak isteyen kısmı 9.2 milyon, bunun 8 milyonu da halihazırda çalışıyor. Kısacası dörtte bir. Bu da düşük. İskandinavyada, Kanada'da, Çin'de %60. Ama yine de %10'dan iyidir. Napıyor kadınlar? Evde çocuk bakıyorlar.
Genel olarak çocuk çok zaten. Deminki sayılar 2020 yılındandı ama 2021'de Göç İdaresi Genel Müdürlüğü'ne göre, Türkiye'deki toplam göçmen sayısı 5,5 milyon, ülkesine dönen 420 bin Suriyeli rağmen halen Türkiye'de kalan 3.7 milyon kayıtlı Suriyeli var ve neredeyse yarısını 0-18 yaş arasında.
Bunların bir kısmı da çocuk işçi. 5-14 yaş aralığında çalışan Suriyeli çocuk sayısı 130 bin. Türkiye'de 720 bin çocuk işçi var 6'da biri Suriyeli demek bu.
Türkler Azınlık mı Olacak?
Çocuk sayısı konusunda çoğunluk kadar endişeli değilim ben. Yani "Bunlar üreyecek, Türkler azınlıkta kalacak" benzeri endişeler taşımıyorum. Bunun bir nedeni istatistikler: 2020 yılında açıklanan verilere göre, 8 yılda 450 bin Suriyeli çocuk doğmuş. Kıyas için Türkiye'de her sene 1.1-1.2 milyon bebek doğuyor. Bu hızlarda bile Türklerin azınlık olması çok uzun sürer ama zaten doğum hızlarındaki inanılmaz değişimi podcastte konuşmuştuk (30. dk civarı), mülteciler arasında da bu hız düşecektir...
Daha ilginç mevzu şu ki belki asıl tepki toplayacak yaklaşım bu olur: Avrupadaki yerel nüfuslar ile gelen sığınmacılar arasındaki dev ve gözle görünür sosyokültürel farkların aksine, Türklerin ciddi bir kısmının, birçok bakımdan sığınmacı stereotipinden pek farkı yok. Tip benzer, din benzer, eğitim seviyesi benzer, çalışma şartları ve kazançları benzer, şehirlilik kültürü benzer...Aynı değil ama benzer. Kestirme ve uç bir örnek vereyim: Uzun yıllardır Türkiye'de şeriat anketleri yapılıyor, Tepav'a göre 2016'da bunu isteyenlerin oranı kaç biliyor musunuz? %5-6 filan değil mi? Değil. %23 idi. 4 vatandaştan biri şeriat istiyordu bu ülkede.
İşin komiği, aradan geçen 5 senede sığınmacı sayısının artmasına rağmen, aynı ankette bugün şeriat isteyenlerin oranı %18'e geriledi. Yine de neredeyse 5 kişiden biri, korkunç bir oran. "Madem bunlar var, Taliban kılıklı tiplerin gelmesinde sorun yok" demediğimin altını çizeyim. Dediğim, benim gibiler açısından, bu profildeki vatandaşların çocuk doğurmasıyla mültecilerin doğurması arasında ne fark var, tehdit algısı bakımından? Belki mülteci ortalaması daha bile düzgündür.
***
Beni asıl endişelendiren veri şu: Sırf Suriyeli yetişkinler arasında 215 bin erkek fazlası var.. 0-18 yaş arasını katınca 280 bine çıkıyor bu fark. Ve yaş grupları bazında değerlendirince özellikle gençlerde bu makas iyice açılıyor oransal olarak. Yani gelen Afganların silme erkek olduğuna vurgu yapılıyor yolun uzunluğu yüzünden ama bunca yıl sonra komşu ülkeden göçen Suriyelilerin durumu da bu.
Genç erkek fazlası, her zaman her yerde sorun olur. Yani sahilde 30 tane Finlandiyalı erkek bir arada dolaşsa da rahatsızlık verir bir süre sonra, hiç belli olmaz bu fok balıklarının sağı solu. Ama böyle kadınsız, dini inançlar yüzünden baskılanmış olması muhtemel, üstüne işsiz veya işinde sömürülüp ezilen, eğitim seviyesi düşük, geleceği de belirsiz bir genç erkek profilinden bahsettiğimiz için durum pek iç açıcı değil.
Fakat bilerek "rahatsızlık verir" ifadesini kullandım, yani algıya vurgu yaptım. Böyle bir yabancı grubunun yaptığı her falso da daha görünür olacaktır zira. Ama suç oranları gerçekten de artar mı, işte orası karışık. Zira dünya genelinde yapılan araştırmalarda mülteciler ve suç artışı arasında net bir ilişki yok.
Mülteciler ve Suç
Önce dışardan başlayalım: ABD'de bu konu üstünde çok çalışma var (bir tanesi) ve bahsettiğim 2018 seçim döneminde de çok gündeme gelmişti. Genelde göçmenlerin ve hatta yasadışı göçmenlerin suça karışma yüzdeleri, halk ortalamasından düşük çıkıyor, muhtemelen sınırdışı edilme korkuları yüzünden.
Avrupa'da ise bazı suçlara daha çok karışıyorlar, bazısına daha az. Burada ülke ülke özeti var ve epey farklılıklar göze çarpıyor. E bu kadar fark var, çünkü bu istatistikler, mültecilerin doğasında bulunan bir özelliği yansıtan veriler değiller. Yani "suça meyil" derken böyle göz rengi gibi bir şeyden bahsedilmiyor. Ne kadar seçici davrandın, hangi mahalleye ne kadar polis koydun, entegrasyon politikaların ne, istihbaratın ne yapıyor, gettolaşma oranı ne, bunlar ülkeden ülkeye ve dönemden döneme değiştiği için sonuçlar da değişiyor.
Türkiye özelinde konuşursak, öncelikle güncel herhangi bir veriye ulaşmak zor. "Suriyeli suç oranları" benzeri aramalar yapın, çıkan sonuçlar 2018 verileri. Şaka gibi. Belli ki bu istatistikler tutulmuyor veya yayınlanmıyor. En son ulaştığım resmi rakamlara göre de suça karışma oranları ortalamadan daha düşüktü.
Güncel bir inceleme olarak, 2021 Mart tarihli bir bilimsel makale bulabildim, Suç Ekonomisi ve Göç isimli. Büyük kısmı genel literatür özeti ve terör-göç ilişkisi üstüne, sonlara doğru Suriye konusuna geçiyor. Orada da yeterli veri olmadığından yakındıktan sonra, Suriyeden göç alan illerdeki genel suç istatistiklerindeki değişime bakan bir çalışmadan bahsediyor. Bu çalışmada da pek bir etki gözlenmemiş.
Ama asıl ilginç bulduğum kısım şu: Bu sonuçların yorumunu değiştirecek faktörler olabilir diyor. Mesela oransal olarak fazla göç alan yerlerde kişi başına daha çok polis görevlendirilmiş olabilir, bu da tüm suç istatistiklerini düşürmüş olabilir. Veya bir göçmen suça meyilli olmasa bile, bir vatandaşı işinden ettiği zaman -gerek direkt onun yerine geçerek, gerekse ucuz işçiliği sayesinde onun çalıştığı rakip şirketin batmasına yol açarak- o vatandaşı suça karışma olasılığı artmış olacak. Yani göç, suçu arttırmış olacak ama suç vatandaşın hanesine yazılacak. Bunun gibi, ilk bakışta fark etmediğimiz bir çok etki yüzünden, elimizde uyruk bazında suç verisi olsa da tablo o kadar net olmaz, uzman yorumu şart.
Son bir şey daha ekleyeyim. Çoğunluğun hassasiyeti suç oranındaki artış da değil bence, daha ziyade mültecilerin kamuya, vatandaşlara karşı işledikleri suçlar. Yani bir Suriyeli çocuk işçi çalıştırıldığında yahut bir mülteci gettosunda millet birbirinden çalıp çırptığında, bu vakaların kaydı da genel suç oranını arttırır ama bu istatistiği kullanarak "bakın ülkemizi daha güvensiz hale getirdiler" demek samimi olmaz muhtemelen.
Argumentum “Kalıp Savaşsalardı”
İşin açıkçası, böyle bir mülteci akınından rahatsız olmak için ve/veya bu sürecin yönetimini de eleştirmek için, illa suç istatistikleri veya doğum rakamları veya ekonomik argümanlar kullanmak da şart olmamalı. Sanki bunları sebep göstermeyince otomatikman "ırkçı" olunuyor gibi bir anlayış var, o yüzden yalan yanlış sebeplere çok takılıyor insanlar ve ironik biçimde, gereksiz ırkçılığa vardırabiliyorlar işi.
Yahut ırkçı olmasa bile şuursuz şeyler söylüyorlar, "bunca erkek niye geride kalıp savaşmadı, vatanlarını korumadılar" gibi. Eminim aranızda da bunu demiş olanlar vardır, zor bir durumu sizin için kolaylaştıracak bir bakış açısı bu zira. Halbuki siz de, ben de böyle bir savaşta nasıl davranacağımızı bilemeyiz. Güneydoğu'da olan biten bile bunla kıyaslanamaz. Bir sürü dış gücün, yerel gruplar üstünden mücadele ettiği, herkesin birbirine kazık attığı ve terörün, şehir içi çatışmaların bol olduğu bir iç savaşta, "vatan savunması" diye net bir şey olabilir mi?
Bakın, düşmanın belli olduğu, üstelik ayrı bir dinden, ayrı bir kültürden olduğu ve ayan beyan işgale geldiği Kurtuluş Savaşı'nda dahi, şehit sayısından fazla firarimiz var, yaklaşık 50 bin asker. Hem de firar etmenin cezası idam olmasına rağmen.
Bu savaşın 2. senesindeki ordu -1. dünya savaşını da katarsanız 6. senesinde diyebilirsiniz- bugün büyükçe bir stadyumu anca doldurur. Savaşın en sonunda dahi, Büyük Taarruz'un hemen öncesinde, Ankara Hükümeti kontrolündeki 6 milyon insan arasından 270 bin kişi silah altına alınmıştı. Eli tüfek tutabilen erkek nüfusunun %10-15'idir herhalde bu. Çünkü gerçek hayat bu ve savaş boktan bir şey.
Şimdi, 21. yy'da, çok daha karmaşık bir dış politika denkleminde, çok daha rahata alışılmış bir çağda, bu insanlardan bizim hiç yüzleşmediğimiz, istatiksel olarak dedelerimizin dahi yüzleşmediği bir korkuyla yüzleşmelerini bekleyebilir misiniz gerçekten? Cihat yolunda ölünce hurilerle sarılacağına %100 inanan yamyamların hayatı ucuzdur, kalan herkes için kendi hayatı değerlidir.
Evet, sahillerde nargile partileri yapanları, hatta bayramlarda aile ziyareti yapıp geri dönenleri görünce insanın sinirden böyle tepki vermesi normal ama o tepkiye de zamanla kendinizi inandırmayın. Dediğim gibi mevcut durumdan şikayetçi olmak için bunlar şart değil. Şu kadarı yeterli olmalı:
"Bu ülke AB'nin mülteci kampı değil binlerce km uzaktan gelenlerin toplaşacağı. Bu ülke dingonun ahırı da değil elini kolunu sallayanın girebileceği. Çünkü adı üstünde bu bir ülke, hiçbir ülke böyle değildir."
Bir düşünün: Sınırlarından kim olduğu belirsiz insanlar, koca gruplar halinde geçebiliyorlarsa, ta Kandahar'dan İstanbul'a kimlik göstermeden gelebiliyor ve orada yıllarca yaşıyorlarsa, tüm bunları gören vatandaşından mesela park etme kurallarına uymasını da bekleyemezsin, vergi kaçırmamasını da. Yani alenen çiğnenen kurallar, diğer kuralların da gücünü çürütür.
Her halükarda bu kadar kısa sürede bu kadar büyük bir değişim, hem de yıllardır artarak devam eden bir ekonomik kriz eşliğinde, nasıl sindirilir ben pek umutlu değilim. Göç idaresine göre sırf İstanbul'da 500 binden fazla Suriyeli var ki kayıtlı olanlar bunlar. Kültür Bakanlığı haklıymış, İstanbul is the new cool.
İzin verin o kampanya için de bir parantez açayım, izlemişsinizdir muhtemelen: Hiçbir tanıtım filmi gerçekliği yansıtmaz elbette, yansıtsaydı belgesel denirdi. Ama burada insanı gıcık eden şey, içeriye ve dışarıya yönelik söylevin taban tabana zıt olması. Nefret ettiğin kişinin maskesiyle toplum içine çıkıp gülümsemek gibi bir şey bu. Şu filmdeki istanbul imajı, ağzı burnu kırık biçimde kamera karşısına çıkarılıp "bize çok iyi davranıyorlar" diyen bir rehineyi andırıyor bana.
Tabii ki çoğumuz İstanbul'un asıl tadını hiç çıkaramadık, Afgan ve Suriyelilerden de, saç ektirmeye gelen Arap kafilelerinden de, bizden de önce geçip gitmişti o günler. Anadoludan gelen göç dalgalarının ilk zamanları, hatta bana kalsa 6-7 Eylül olayları öncesi, mesela 1950'de nüfus 1 milyon iken keyfini alan aldı. Sonrası giderek artan bir ızdırap.
Büyük Planlar
Neyse, nostaljinin tatlı zehrine kapılmadan bugünlere dönelim: Birçok insan, İstanbul başta olmak üzere %98.5'i şehirlerde yaşayan mültecilerin yarattığı bu değişimin, büyük bir planın parçası olduğuna, mesela BOP'un bir ayağı olduğuna inanıyor.
Ben ona da inanmıyorum pek, ne yalan söyleyeyim. Münakaşaya gireceğim bir konu değil, öyle elimde kanıt yok sonuçta. Sadece şu kadarını diyeyim: Keşke inansam, daha rahat ederdim. Kaos, Şeytan'dan daha korkunç. Ben, tersine hiçbir uzun dönem planı olmayan, kısa vadeli çıkarlar için ad-hoc çözüm üretilen bir süreçte olduğumuza inanıyorum.
Zira eğer plan, Türkiye'yi Ortadoğunun kalanına iyice benzetmekse ve bu da Erdoğanın gücünü iyice perçinleyecekse, şu anda halkın tamamına yakınının mülteci politikasından rahatsız olması, dahası zaten ekonomi ve yolsuzluklar yüzünden kan kaybeden iktidarın, bu rüzgarla yıkılmasının gayet ciddi bir ihtimal olması garip değil mi? Ya böyle kendi kendini yıkmayı riske edecek kadar şuursuz bir akıl olacak bu akıl, ya bu gelişmeleri de planlamış olan ve bir şekilde kendi lehine kullanacak olan überoğluüber bir akıl olacak, ya da en basit seçenek, akıl makıl yok, herkes bir planlar kurmaya çalışıyor işte ve çoğu da patlayıp gidiyor.
ABD'nin durumuna bakın: Planları yıllarca ellerine yüzlerine bulaştı, dünya kadar para ve prestij kaybettikten sonra geri dönüyorlar.
***
Her halükarda, ben yanlışsam bile, iktidarın bu konudaki politikasını kendi cenahının da anlamadığı ve bundan huzursuz olduğu belli. Bir gün "misafir" deniyor, bir gün "beraber yaşamayı öğrenmemiz lazım, bir yere gitmeyecekler" deniyor. En kötü senaryo, "misafir misafir" diye milleti uyutup sonra bir anda "valla artık bu saatten sonra geri gidemezler, öyleyse vatandaşlık verelim" demek. Çünkü bu katakulliyi yapabilmen için, yıllar boyunca hiçbir entegrasyon planı tartışmamış ve yürütmemiş olman lazım ve bu da daha önce bahsettiğim gibi iş işten geçtikten sonra yapılacak bir şey değil.
Nitekim, göçmenlik konusunda merkezi devletleri politikaları belirsiz ise, o göçmenlerin gelip yaşadığı şehirleri yönetmekle sorumlu yerel yöneticilerle kavga çıkmaması da imkansız. Hele ki halk hoşnut değilse. Zira bu, yerel yöneticilere neyi sinyalleyecek? Haklı haksız muhasebesinden bağımsız olarak, bunun siyasi bir fırsat olduğunu. İlk yapan da ardına en çok rüzgarı alacak. Bolu Belediye başkanının yabancı uyruklu kişilerin su faturası ve katı atık vergilerine 10 kat zam yapacağını açıklaması bunun bir örneği. Şimdi adamın adını herkes biliyor.
***
ABD'de birçok yerde bunun tersi de yaşandı bu arada. Merkezi hükümet muhafazakar olduğunda genelde göçmenlere tavır sertleşir, mesela federal bir kuruluş olan ICE'ın ajanlarını yollayıp yasadışı göçmenleri yakalayıp sınırdışı etmeye çalışırlar. İşte buna karşı kendini konumlandıran bazı yerel yönetimler de şehirlerini birer sığınağa çeviriyorlar, sanctuary city deniyor bunlara. Polisti, hastanelerdi, okullardı, bunlar kimsenin göçmenlik statülerini sormuyor, federal ajanlarla da işbirliğini reddediyorlar.
Bu sadece siyasi bir manevra değil, sosyal bir mantığı da var: Eğer kaçak göçmenler sınırdışı edilmekten korkmazlarsa, toplumun daha üretken, suça daha az bulaşan bireyleri olurlar. Polisle işbirliği yaparlar, hastanelere zamanında giderler (son dakikaya kadar bekleyip acile gitmenin maliyeti çok daha fazla). Bugün ABD'de bu kategoriye giren 500 kadar şehir ve bölge var.
Los Angeles'ta yaşarken hatırlıyorum, bir gün o koca Wilshire bulvarı silme insan dolmuştu, Yüzbinlerce gösterici vardı. Sebep? Yasadışı göçmenlerin ehliyet almalarını engelleyecek bir yasa tasarısını protesto. Bugün California dahil 17 eyalet, yasadışı göçmenlere ehliyet veriyor, araba kullanamazlarsa daha fazla sorun yaşayacak ve daha fazla soruna yol açacaklar diye.
Bunlar, önceden bahsettiğim o "elini kolunu sallayıp sınırdan geçenlerin ve polisin buna göz yummasının yaratacağı çöküntü" argümanına karşı argümanlar. Bu zıt etkiler arasındaki çekişmeler ve merkez-çevre, yahut iktidar-belediye yönetimleri arasındaki çekişmeler, yüksek miktarda düzensiz göç alan yerlerde hep olacaktır.
Tüm bu meselenin, "fondaş medya" açısı da ilginçti, Medyascope üzerinden açılan o tartışma yani; o konudaki fikirlerimi de Patreon'a bıraktım. Malum, bizi fonlayan vakıf yok, Soros'a mektup yazdım o kadar "bak sen de Macarsın ben de Macarım" diye, tık yok. Patronlar olmasa bitmiştik. Ama bütçeniz yoksa, o bonus içeriğin de ciddi bir kısmını şu devam yazısında okuyabilirsiniz.