Puslu Kıtalar Atlası ve Amat

Puslu Kıtalar Atlası ve Amat

İhsan Oktay Anar'ı duymayan kalmamıştır diye düşünüyordum ki bir arkadaşın "Neli Kıtalar Atlası neli?" sorusuyla, hala açılacak ufuklar, fethedilecek gönüller, girilecek bakir zihinler ve tersaneler olduğunu farkettim.

Yazarın şaheseri 20 seneyi devirmiş. Türk edebiyatına hakim değilim ama bundan daha orijinal ve ilginç Türkçe kitap sayısı beşten fazlaysa bence Rus edebiyatını tahtından edebiliriz, hemen harekete geçelim.

Bir düzine karakterin hikayesini ayrı ayrı anlatıp sonunda birleştirmesi,
geçmiş-gelecek, düş-gerçeklik gibi düzlemlerde hareket eden sarmal kurgusu,
Osmanlı'nın fetihlerini ve saraylarını değil de, günlük yaşamını çerçeve olarak kullanması,
ve tüm bunların esasen bir felsefe kitabında yer alması gerçekten müthiş.

Hep Sofi'nin Dünyası veya Simyacı ile karşılaştırılıyor ama ben ikisini de sevmeyen biri olarak -evin girişine "geometri bilmeyen ve Coelho seven giremez" yazdıracağım- bu kitabı daha ziyade The Man in the High Castle'a benzettim. O da tarihsel ve karmaşık bir kurguyla, gerçekliğin doğasını sorguluyordu.

Simülasyon Teorisi serisini yazdıktan sonra farkettim ki, asıl Kelebeğin Rüyası ile birebir örtüşüyor kitabın temel fikri. Şu paragrafa bakın:

Zhuangzi kelebeği düşlüyor

Zhuangzi kelebeği düşlüyor


"Galata'da, Yelkenci Hanı bitişiğinde ikamet eden Uzun İhsan Efendi mi, yoksa bugünden tam üç yüz sekiz yıl sonra, sözgelimi İzmir'de oturan mahzun ve şaşkın adam mı? Hangimiz düş ve hangimiz gerçek? Düşünüyorum, o halde ben varım. Düşünen bir adamı düşünüyorum ve onun, kendisinin düşündüğünü bildiğini düşlüyorum. Bu adam düşünüyor olmasından varolduğu sonucunu çıkarıyor. Ve ben, onun çıkarımının doğru olduğunu biliyorum. Çünkü o, benim düşüm. Varolduğunu böylece haklı olarak ileri süren bu adamın beni düşlediğini düşünüyorum. Öyleyse, gerçek olan biri beni düşlüyor. O gerçek, ben ise bir düş oluyorum."
 

Rendekar (Rene Descartes) ve Mapamundi

illusion.jpg

"Düşünüyorum öyleyse varım", "beni düşleyen birini düşlüyorum, öyleyse yokum" gibi garip bir noktaya varıyor. Zhuangzi'nin açısından kelebek bir rüyaydı ama kelebeğin açısından Zhuangzi bir hayal. Hangisinin asıl referans noktası olduğunu bilmiyoruz.

Tıpkı yandaki resme bakınca, ilk gördüğü şey iki surat olan biri için illüzyonun kupa olması, ama ilk kupayı görerek başlayan biri içinse illüzyonun suratlar olması gibi. Bir perspektiften diğerine geçmemiz fazla kolay ve istem dışı olursa, insan gerçeklik algısını yitiriyor.

(The Man in the High Castle için ufak spoiler

Dizi versiyonundaki ticaret bakanı Tagomi, alternatif gerçekliklere geçiş yaptıkça, onların aslında alternatif olmadıklarını, yani ikincil olmadıklarını farkediyordu. Kitap versiyonundaki Tagomi biraz farklı.)

***

Bu gerçeklik-düş ikilemi, oturduğu yerden bir Dünya haritası (map, mondo -> mapamundi) çizmeye çalışan, ama yeğeni Arap İhsan gibi gerçek hayatı hiç tanımayan Uzun İhsan Efendi üzerinden de işleniyor. Oğluna verdiği öğüt, kitabın en akılda kalıcı paragraflarından biri:

"Dünya'yı rüyalarımla keşfetmeye çalıştım. Bu, yeterince cesur olmadığımın bir göstergesi olabilir. Aynı hatayı senin de yapmana yolaçmak istemiyorum. Sana izin veriyorum, git. Git ve benim göremediklerimi gör, benim dokunamadıklarıma dokun, sevemediklerimi sev ve hatta, bu babanın çekmeye cesaret edemediği acıları çek. Dünya'dan ve onun binbir halinden korkma."

 

Amat Hakkında

Puslu Kıtalar Atlası'ndan tam 10 sene sonra basılan Amat, sanki Angels and Demons'dan bir hafta sonra yazılan Da Vinci Code gibi, ilk kitabın formülünü, üslubunu, hatta gramer hatalarını bile takip etmiş.

Sonundaki ödüle ulaşmak için (ana hikayenin çözümü) epey fazla yatırım yapmak gerekiyor. Puslu Kıtalar Atlası'nın dili ve betimlemeleri sizi o dünyaya çekerken, buradaki dil göğsüme koca elini bastırıp "damsız almıyoruz" diyen bir çam yarması gibi beni uzak tuttu.

Suskunlar müzik hakkında olduğu için ve oradaki anlatım çok akıcı olduğu için, böyle hissetmemiştim. Amat'ta teknik terim fazla ve dil akıcı değil. Bir noktadan sonra bilmemne yelkeninin zart zurt açısına geçmesini Farsça/Arapça terimlerle dinlemek epey yorucu.

Fakat sondaki ödül de ödüldü ha. Fazla açık etmeyeyim: Muhteşem Neyzen Batın Efendi (Allah), oğlu (İsa) ve Eflatun (Platon) ile ufak yolculuklara çıkıp, sonunda günahkarlarla dolu geminin kaptanı Diyavol Paşa (Diablo, şeytan) ile birlikte, cehennemin ebediyetini keşfedeceksiniz.


İhsan Oktay Anar

Bu adam resmen milli hazine. Edebiyatı, felsefeyi, tarihi ve mühendisliği (mühendis kafasını) böyle harmanlayan kaç kişi olabilir ki?

Ancak birkaç senede bir film çeviren, ama girdiği her role de uzun araştırmalar sonucu ve topyekün giren Daniel Day Lewis gibi resmen. Elinize geçen tüm eserlerini okuyun.

Yorumlardan birinde Amak-ı Hayal'den bahsediliyor, bu kitapların öncülü olarak. Aklınızla bin yaşayın. Babamın bana büyük bir gazla önerdiği ilk kitaptır. Tam yatmadan once okunacak (aman ha kahve icmeyin Raci'ye özenip) ve tatlı tatlı rüyalara dalınacak bir kitap.

Sosyal Medya Demokrasiler İçin İyi Olabilir Mi?

Sosyal Medya Demokrasiler İçin İyi Olabilir Mi?

Google'a Hediye Ettiğim 20 Milyon Sayfa Belge

Google'a Hediye Ettiğim 20 Milyon Sayfa Belge