Küçük Amerika, Büyük Türkiye

Küçük Amerika, Büyük Türkiye

60 sene önce Türkiye'nin "küçük Amerika" olacağı umuluyordu,
6 sene önce "Malezya olur muyuz" diye endişeleniliyordu,
6 ay içinde ne olacağımızı bilen yok.

Peki ya ABD? 60'larda Kennedy'nin vizyonuyla aya giderken, bugün "büyük Türkiye" olma yolundalar. Ekonomi ve sistem hala sağlam ama "vatandaşı olmasan aslında eğlenceli ülke" kıvamına 3 haftada geldiler. Bu gidişle Trump Caligula'nın atlarını kıskanıp, kendi gayrımenkullerini senatör ilan edebilir.

Önce gündemin Türkiye benzerlikleriyle dalgamızı geçelim, sonra mühim konulara da bakacağız... (Medium'da okumak isteyenler)

 

1) "Deri kıyafetli kaçak göçmenler oy pusulalarının üstüne işediler"

Bu konu Trump'ın Kabataş Yalanı oldu resmen. Ama daha da fantastik. Şöyle özetleyeyim: Trump seçimden önce de, defaatle oy sahteciliğini (varolmayan bir sorun), yasadışı göçmenlikle ilişkilendirmeye çalışmıştı. İddiasına göre illegal Meksikalıların işi gücü yok, yakalanıp sınırdışı edilmekten korkmadan, haftaiçi iş günü gidip Hillary'e oy atacaklar. Hem de milyonlarcası. Hem de, en çok da, her seçim Demokratların kazanması zaten garanti olan California'da. Ve kimsede bunun kanıtı olmayacak.

Kendi de kanıt göstermedi zaten. Nihayetinde kanıttı, argümandı, bunlar elitist gazetecilerin işi. Onlar da bunu çürütmekten bıktılar. Politifact'tekiler örneğin, belli ki kafayı yemek üzereler ama yılların el alışkanlığıyla hala link veriyorlar : 

"We have debunked Trump’s claims of massive voter fraud again and again and again (and again and again and again and again) over the past year. Trump has not yet produced any evidence that supports these claims."


Bir noktada beklenmeyen oldu ve Trump'ın sözcüsü ilk defa kaynak gösterdi: Pew Research Center'ın raporu (twitterdan bunların araştırmalarını çok paylaşıyorum). Tabii ki raporun konuyla alakası yok, zira seçmen adres kayıtlarıyla ilgili, sahtecilikle değil. İşin komik yanı, Trump'ın başdanışmanı da iki eyalete birden kayıtlı.

Buna raporun alakasız olduğu söylenince ne yaptı? Özür mü diledi? Duymamazlıktan mı geldi? Yahu siz milli iradeyi ne sanıyorsunuz? Pew'i raporu değiştirmekle suçladı (yalan). Sonra "ben zaten milyonlarca oy dememiştim" dedi (yalan), tweetleri gösterilince de medyayı yalancılıkla suçladı (yalanın karesi?)

Bitmedi. Birkaç gün sonra tekrar "milyonlarca sahte oy" öyküsüne döndü ve baş müneccim olarak, bu oyların hepsinin Hillary'e gittiğini söyledi. "Başkan olunca bu konuyu kapatır" diye umanlara inat, araştırma komisyonu kuracağını da söyledi.

Yani tam absürd tiyatro: Sahte bir "oy sahteciliği" araştırması ile kendi kazandığı seçime şaibe düşürmeye uğraşan ilk lider. Kabataş kurgucuları bile bunu abartı bulurlar.


 

2) #MuslimBan: "Eyyy yargı, sen kimsin ya?"

Bu konu hakkında geçen hafta iki kısa twitter dizisi yazmıştım: Birincisi bu kararın içeriğinin etkisizliği ve uygulamasının beceriksizliği hakkındaydı (Irkçılık yazımda bahsettiğim algı sorunlarına örnek olacak veriler de var). İkincisi ise, ABD kötü yönetilse bile, sistemin kendini düzeltme refleksleri olduğu hakkında. Türkiye'de her şey aşırı merkezi olduğundan, bu mekanizma yok. 

Detayları tekrarlamayayım, asıl ilginci, olayların ertesinin, RTE ile yüksek yargı arasındaki kavgaya benzemesi.

Kararnameyi gerekli kurumlara sorarak değil, kendileri oturup hazırladıkları için hukuksuzluk olması zaten kaçınılmazdı. Senin benim oturup kararname çıkarmamız gibi bir şey. Gerçi biz sarhoşken bile daha iyisini yapardık, en azından green card'lılar hakkında bir madde koyar, ne bileyim, "abi şu anda uçakta olanlar girebilsinler bari, o kadar da değil" derdik.

Bunlar demediler. Hadi kararname dandik, bari ertesi gün ilgili kurumlara bir açıklama gönder, o da yok. Adalet bakanlığı, dışişleri bakanlığı, elçilikler, havayolları yetkilileri, gümrük polisi, istihbarat, hepsi ayrı telden çalıyor. 

Olay sadece göçmenlerle de sınırlı değil, geçen gün NASA JPL'de çalışan birinin ülkeye giriş hikayesi vardı ki evlere şenlik. Adam ABD doğumlu vatandaş, yasaklı ülkelerle alakası yok, zaten top-secret işlerde çalışıyor, üstüne sınır güvenliğinin önceden onaylı listesinde (TSA-Pre). Yani Morgan Freeman filan gelse onu nezarete alman daha mantıklı bu adamı almaktan. Almışlar. NASA'nın malı olan kitli telefonu açtırıp muhtemelen klonlamışlar. İki devlet kurumu kavgalı şimdi. 

Zaten iktidarın ilk haftasında birçok şehirde Women's March on Washington gösterileri vardı (Cumhuriyet mitingleri gibi önceden planlı, milyonlarca insan katıldı), onun üstüne bu spontane #MuslimBan gösterileri bir anda yayıldı (Gezi gibi). Saftirik progresifler, fırşatçılar, pragmatistler, azınlıklar, anayasacılar, her tipte insan vardı bu gösterilerde. Zaten spontane olunca, tek bir anlatı geçerli olmuyor, önyargına göre görmek istediğini görüyorsun o kalabalıkta. 

Peki tüm bu karışıklığı Trump nasıl özetledi? "Sadece 109 kişi mağdur oldu". Halbuki gerçek rakam 90 bin. İnsan iktidarından %10 hata payı bekliyor, %100,000 değil. Ama buna da şükretmek lazım, çünkü bir sonraki açıklamanın hata payı sonsuz: "Yasağın uygulaması kusursuz gerçekleşti".

Ve bitirici vuruş: "... ama sözde hakimler bizi engelledi" 

 

Kastettiği hakimler, yasağı kısmen ve geçici olarak askıya almışlardı. Bunlar, Bush'un atadığı, görev süresi ömür boyu olan federal hakimler. Pek "sözde" bir yanları yok yani. Ama popülistler böyledir: kazanamayınca "saygıyla kabullenmek" şöyle dursun, o kararı eleştirmek bile yetmez. Kararı verenin meşruiyetine saldırılır. O da yetmezse kurumun meşruiyetine.

Peki bunlar da yetmezse? Bunlar da yetmezse, Türkiye'den ilham alınır. "İstediğimizi verin, bu iş huzur içinde çözülsün, yoksa bombalar patlar" taktiğine benzer biçimde, "bir sonraki terör saldırısının sorumlusu bu hakimlerdir, ülkeyi tehlikeye attılar" dendi.

Ayrıntıya girmeyeceğim demiştim ama tek bir tablo paylaşayım: Yasağın hedef aldığı ülkelerden gelen göçmen ve mültecilerin, son 40 sene içinde öldürdükleri Amerikalı sayısı 0. Afyonlu gay katolik taşfırın ustaları demografisinin riskiyle aynı. Elbette bu demek değil ki bir sonraki 40 sene de böyle geçecek ama peşinen yargıyı sorumlu tutmanın zerre bahanesi yok.

Bu arada her şey acilen mahkemeye intikal etti ve mahkeme, sözde hakimlerden yana görüş bildirerek, yasağı kalıcı olarak bozdu. Ülkeyi Melih Gökçek gibi twitter'dan yöneten Trump'ın bu mahkeme kararına tepkisi:  "Mahkemede görüşürüz". (Anayasa mahkemesini kastediyor tabii ki ama yine de komik).

İpin ucunu çoktan kaçırmışsınızdır ama son bir sürpriz var: Karizma biçimde "see you in court" dedikten sonra 48 saat bile geçmeden, davayı temyize götürmeyeceklerini, onun yerine daha hukuki ve ayrıntılı bir kararname hazırlayacaklarını duyurdular. En başta yapmaları gerekeni yani.
 

 

3) Ulusal Güvenlik Selfie'si
 

The Americans süper bir dizi. İki tane undercover Rus ajanı, dandik bir iki gizli bilgi sızdırabilmek için götlerini yırtıyorlar. Kelimenin tam anlamıyla. Yani onunla bununla yatıyorlar, kurşun yiyorlar, kılıktan kılığa giriyorlar...

Halbuki bunlara gerek yok, yapacağın şuymuş meğer: Florida'da bir golf klubüne üye oluyorsun. 100 bin dolar basıp Trump ile takılıyorsun. Çünkü adam Beyaz Saray'ı hafta içi New York'taki binasına, haftasonu da Florida'daki klubüne taşıdı. Üstelik devleti faturalandırıyor, kendi mülkünde bir sürü görevli kaldığı için. Bunu Obama yapsa ne olurdu kim bilir?

Neyse, bu gecelerin birinde illa ki bir aksiyon olacak. Mesela Kuzey Kore füze denemesi mi yaptı? Trump ve konuğu Japon başbakanı, özel bir odaya geçmeden, sivil davetlilerin önünde ulusal güvenlik toplantısı yapıyor. Sen de konuşmalarını dinliyor, nükleer füzelerin fırlatma kodlarını içeren çantayla selfie çektiriyorsun.

O kadar saçma bir durum ki, Cumhuriyetçi senatör McCain bile "you can't make this stuff up" dedi (Türkçesi: la havle)

Gerçi bu devirde gizli ajanlarını bu işlere koşmana da gerek yok. Bırak evinde çocuk büyütsünler, geleceğin "sleeper cell"lerini yetiştirsinler. Zira Putin'in kolu uzun. İstihbarat yetkilier "20 ocaktan beri situation room'da olan bitenin ruslara gittiği varsayımıyla hareket ediyoruz" diyor. Bu haberi yapan Observer'in bağlı olduğu şirketin sahibi de Trump'ın damadı. İşte bu Türkiye'de olmaz mesela, adamı ertesi gün boşandırırlar. Hatta önce asar, sonra boşandırırlar.

 

 

4) Benim mitingim senin mitingini döver

Konu Ruslar'dan açıldı madem, biraz geriye gidelim, tam seçim öncesinin hızlı bir özeti: 

Hem Demokrat Parti'nin, hem de Cumhuriyetçilerin sunucuları hacklenmeye çalışılıyor. Demokrat Parti'den sızdırılan bilgiler Wikileaks'de yayınlanıyor, Hillary'nin başı ağrıyor, kongreye hesap veriyor vs. Tam atlattı denilirken, seçimden sadece 10 gün önce, FBI "email skandalı" soruşturmasını ikinci kez açtığını duyuruyor. Elde ciddi bir kanıt olmadığı için FBI'ın bunu anons etmesi, siyasi bir manevra olarak görülüyor. Yine de soruşturma haberi medyayı domine ediyor ve Clinton'ın zamanında açtığı ara, kritik eyaletlerde kapanıyor. Tam seçim öncesi yine aklandığı açıklanıyor ama iş işten geçmiş, son anda karar verenlerin çoğu Trump'a basıyor (bu yüzden anketler çok yanılmış gibi gözüktüler ama son anketler aslında hata payı içindeydi). Bu süreç boyunca, hack işinin arkasında Rusya'nın olduğu görüşü ağır basıyor istihbarat kurumlarında. Trump istihbarat ile kavgaya giriyor. Kavga derken, kapalı kapılar ardında değil, twitter'dan istihbaratı küçük düşürüyor. Kendisine yardımcı olmuş olan FBI'ya bile sallıyor. 

Tamam mıyız? Seçim sonrasına gelelim. Trump başkan olarak istihbaratla arayı iyi tutmak zorunda olduğu için kıvırıyor: "Dediklerim çarpıtıldı, suçlu medyadır". Suçlu hep medya zaten. Yahu tweetler duruyor orada?

İşte yeni çağın korkunçluğu bu: Araştırması 5 saniye sürecek bir yalanı dahi söylemekten çekinmiyor insanlar artık. Çünkü tabanına bunlar filtreli geliyor. "Sansürlü" demiyorum bilerek, keşke öyle olsaydı. Onun yerine gürültünün arasında filtreleniyorlar. İnsanın bakacak çok şeyi varsa, görmek istediğini görür. Büyük biraderin sansürü lüzumsuz.  

Neyse, Trump arayı düzeltmek için CIA'e gidiyor, sembolik bir ziyaret, diyeceğin şeyler belli zaten. Heyhat, bizimkini öyle kalıplara sığdıramazsınız: Adam basın toplantısı sırasında yemin törenindeki kalabalıkla övünmeye başlıyor. "Tarihin en kalabalık yemin töreniydi" diyor (yalan). "Ben konuşmaya başlayınca yağmur bile durdu" diyor (yalan). Şaka gibi adam. Çükünün uzunluğuyla övünse tam olacaktı.

Tabii "liberal medya" yine yapacağını yapıp, mitingin fotoğraflarını yayınlayarak Obama'nın yemin töreniyle kıyaslıyor. Düşünebiliyor musunuz, fotoğraf! Elitizmin böylesi!

 

Ertesi gün, yeni Beyaz Saray basın sözcüsünün ilk basın toplantısı. Adam odaya giriyor ve ekonomi, dış politika, ilim bilim filan konuşmak yerine, miting kalabalığı yalanını tekrarlıyor, gazetecileri yalancılıkla suçluyor, sonra soru kabul etmeden gidiyor. "Kanıt" olarak verdiği metro kullanım verileri dahi yanlış.

Yahu iş o kadar fantastik ki, fotoğrafların gösterdiği 250-600 bin arası rakamı geçtim, basın sözcüsünün kendi tahmini 750 bin katılımcı, Trump'ın tahmini 1.5 milyon civarı (bu sefer sadece %600 hata payı var). Fakat herkes biliyor ki Obama'nın ilk törenine 1.8 milyon kişi katılmıştı. Yani adamlar doğru olsalar bile yanlışlar, yalanları bile yalan

Halbuki tek diyecekleri "DC %90 oranında Demokrat bir şehir, Obama'nın fazla katılımcı toplaması normal, Kazlıçeşme'de yapsak bizimki de böyle olurdu". Demiyorlar. Kalabalık sayısı = çük boyu, asla ufak olduğunu kabul etmeyeceksin, 21. yy rasyonel devlet yönetiminin ilk kuralı bu.

 

"Alternatif Gerçekler"

Olayı kapamak yerine, başka bir üst düzey danışmanı TV TV dolaştırıp, "alternatif gerçekler"den bahsettiler. Buna elitçede "yanlış" deniyor. 

Bu tam Orwellian bir kavram. Aslında tüm olay Orwellian. Yukarda "insanlar görmek istediklerini görürler" demiştim, burada kelimenin gerçek anlamıyla bunu yapıyorlar. Yani rakamları, argümanları filan geçtim, fotoğraflara bakıp görmüyorlar. Westworld'deki robotlar gibiler: "It doesn't look like anything to me".

Biz bunu Türkiye'den tanıyoruz elbette. İnsanlar duydukları ses kayıtlarını duymamayı "seçtiler". Peçeteye yazılmış "faturaları" görmemeyi seçtiler. Yahut fantastik bahaneler bulmayı. Duyu organlarıyla inançlar arasında tutarsızlık olursa, inançlar nadiren kaybeden tarafta olur. 
 

"Parti, 2 + 2 = 5 deyince sesini çıkarmamak yetmez, buna inanmalısın"

 

 



5) Korkma, Titre

Fuat Avni'nin her gece bir hit kaset patlattığı günlerin üstünden sanki 10 sene geçmiş gibi.

Bu da Amerikan versiyonu: Rogue Potus Staff . Beyaz Saray çalışanları içindeki "direnişçiler". Hesabın arkaplanında da Star Trek'teki Borglar var: "Resistance is not futile". Zaten bu arkaplan yüzünden takip ediyorum, yoksa gerçek olduklarına da inanmıyorum. Fuat Avni gibi, bir umut arayan liberallerin inanacağı anlatılar üretiyor. Üstelik Fuat Avni'nin aksine, gizli belge filan da sızdırmıyor. Hayır, o işi istihbarat, bizzat Washington Post gibi köklü gazeteler aracılığıyla yapıyor...

Yukarda hızlıca değinmiştim, istihbarat - Trump kavgasının ayrıntısı burada. Olay Rus hackiyle sınırlı değil, istihbarattan doğrulamalar içeren Washington Post yazı dizisi, Trump'ın ulusal güvenlik danışmanını istifaya götürdü. Zira daha görevli değilken Rus yekilileriyle temastaymış (teknik olarak suç) ve sonra bu konuda yalan söylemiş. Trump'ın da haberi varken muhtemelen yalan söylemiş. 

Elbette koskoca generalin Rus ajanı filan olacağını düşünmüyorum. Liberallerin ciddi bir kısmı bunu ima eden anlatılara inanmak istiyorlar, zira hack olayıyla birleşince, "seçimi Rusya yüzünden kaybettik" diye yaşadıkları şoka bahane bulmuş olacaklar. Herkes bir bahane, mümkünse de dış mihraklı bir bahane arıyor işte. Öte yandan, Hillary'e seçimi kaybettiren email skandalına kıyasla tüm bunlar daha ciddi, orası kesin.

Bizde de buna benzer bir olay yaşanmıştı (MİT tırları) ama kovulan taraf danışman değil, gazeteci olmuştu. Hatta sadece işinden değil, topyekün ülkeden kovuldu. Evet, o gazetecinin adı, Albert Einstein'dı.

 

"Deep State"

Amerikalılar, sanırım bizim icadımız olan derin devlet kavramını tedavüle sokup tartışadursunlar , biz yakın geçmişe dönelim: Gerek bu Can Dündar olayında, gerekse Fuat Avni'nin kasetlerinde, AKP iktidarının tepkisini hatırlayın. "Montaj bunlar" ile başlayıp, "devletin kriptolu konuşmalarını kırmışlar"a uzanan bir çelişkiler yumağıydı. O zaman dans, renk ve deja vu:

Şu kısacık şeyde o kadar fazla saçmalık barınıyor ki: 

  • Önce "komplo teorisi" deyip, sonra "istihbarat sol medyaya gizli bilgi sızdırıyor" diyen iki tweetin arası tam 45 dakika. AKP'nin bile böyle dönmesi birkaç gün sürmüştü.
     
  • İstihbaratı gizlilik ihlali ile suçlayan adam, sivillerin önünde, rakı masası kurar gibi kriz masası kuran adam. Rusya ile ticari bağım yok deyip, büyük ticari bağı ortaya çıkan adam. Ulusal Güvenlik Konseyi'nin zorunlu üyeler listesinden istihbaratı ve genelkurmayı çıkarıp, yerine danışmanı Bannon'ı koyan adam ("Bakanlar Kurulu toplantısına bakanların gelmesine gerek yok ama kankam mutlaka gelsin" demek gibi bu). Sonra da "Bannon'a bu kadar yetki verdiğimden haberim yoktu" diye şaşıran adam. Ulusal güvenlik brifingini her gün almak yerine, haftada bire indiren adam. Yani dediği şey yanlış değil ama tüm bunlardan sonra, şikayet edecek en son kişi bu.
     
  • Komplo teorisinden bahseden adamın başkanlık kampanyası, Obama'nın Amerika'da doğmadığı komplosuyla başlamıştı. Cumhuriyetçi Hawai valisi çıkıp "doğum belgesi gerçektir" dedi, bizimki hala devam etti. ABD tarihinde bu kadar gerzekçe olup da bu kadar uzun süre gündemde kalan başka komplo teorisi yok. Roswell olayı filan daha mantıklı.
     
  • "Başarısız (failing)" dediği New York Times ve WaPo gazeteleri, normalde bir senede gelen üye sayısını bir haftada eklediler. Bu merkez-sol yayınların 150 senelik geçmişleri var (Türkiye'de 150 senelik kaç kurum var acaba?). Lakin adamın iki tweet önce kıyas yaptığı ve övdüğü şey ise "Fox and Friends". Bu programı bilmeyenlere bir şey açıklamıyorum, inanın bilmediğiniz halinizle daha güzelsiniz.

 

6) Arada Kaynayan Gelişmeler

  • Sağlık reformu (Obamacare) geriye alınmakla kalmayacak, muhtemelen özel sektöre eskisinden de büyük imtiyazlar tanınacak.
     
  • "Drill baby drill!"
     
  • EPA'in (federal çevrecilik kurumu) kapatılması için teklif verildi. Muhtemelen kapatılmaz ama sakat bırakılacak. Başına küresel ısınmayı reddeden birini getiriyorlar. Bırak "küresel"i, bunların ideolojisine göre, çevre sorunlarıyla yerel düzeyde (eyalet, belediye) başedilmesi yeterli. Çevre ile alakalı tüm federal yardımlar kuruyor. NASA'ya da direktif verdiler "Dünya'yı izlemeyi bırakın, sizin işiniz uzay" diye. Uzun vadedeki en önemli sorun bu.
     
  • Meksika sınırına duvar örme işi tam komedi. Tabii ki Meksika hükümeti bunun parasını ödemeyi reddediyor. Trump da bütçeden ödenek ayırdı, "oradan ithal ettiklerimize %20 gümrük vergisi koyarak bu parayı zorla çıkarırız" diyor. Halbuki analizler, bu paranın çoğunun Amerikan tüketicilerinden çıkacağını gösteriyor (yani Meksikalı üretici fiyatını %20 yükseltebilir ve malının çoğunu hala ABD'ye satabilir). Zaten gümrük vergilerini çok da arttıramazsın, serbest ticaret anlaşmalarına aykırı, Çin halihazırda açıktan bozuk atmaya başladı.
     
  • Gelelim orta vadedeki en önemli meseleye, makroekonomik verileri gayet iyi olan ABD'yi batırırsa bu batırır: Wall Street regulasyonlarının geriye alınması. Çünkü rekor seviyesindeki mevcut Wall Street kazançları ve servet adaletsizliği yeterli değil. 2008 krizine neden olan abidik gubidik yatırım araçlarının benzerleri lazım ki, bankerler sanal bahislerden reel komisyonlar kazanabilsinler. Trump'ın konuyla ilgili attığı tweet de şaka gibi: "Bu regulasyonlar yüzünden çok iyi arkadaşlarım bankalardan kredi alamıyorlar". Yahu ABD, iş yapmanın en kolay olduğu 10 memleketten biri ama milyarderler klubünün dramına bak. 

 


7) Ciddi Kısım: Medya, Kurumlar, Gerçek

Güncel meseleleri bırakalım. Otoriterlerin durmadan medyaya saldırmaları önemli. Mevzu tek bir gazeteci, bir medya şirketi, bir istihbarat görevlisi, bir "sözde yargıç" filan değil. Asıl mevzu, iktidarı dengeleyecek kurumların meşruiyetine sistematik biçimde saldırmak.

ABD örneği, bu noktada Türkiye ile epey ayrılıyor: Türkiye'de kurumlar bağımsız ve kuvvetli olmadıklarından, RTE, medya sorununu olabilecek en ilkel, en banal şekilde çözdü: ele geçirdi.

Trump bunu yapamaz, çünkü ABD'de hem hukuk kuvvetli hem de merkezi iktidar ile medya arasında ihale bağları yok. Daha sofistike davranıp, kendi "alternatif gerçeklerini" ve "alternatif akıl yürütmeyi" (aka safsata) yaymak istiyor.

Ama bundan da temel bir sorun var: Herkese ortak bir asgari gerçekliğe düşmanlık. Zira asgari zeminde buluşulmadığı sürece, bir tartışma olmaz, bir uzlaşma olmaz. Herkes kendi evreninin efendisi olur. En manyakça şeyleri bile kendi tabanına yutturabilirsin.

Trump buna bir örnek: Şu anda yeni başlayan bir başkan için rekor derecede düşük bir halk desteği var (%40) ama muhafazakar seçmen arasında görev onayı %90. Onların merceğinde bambaşka bir Dünya görünüyor. Trump olsa da olmasa da, teknolojinin gidişatı zaten bu tip bir kültürel parçalanmışlığı hızlandıracak. Bu trend, pratikte demokrasinin ve bilimsel gelişmenin (bunun içine çevreciliği de katıyorum elbette), teoride de tüm aydınlanmanın altını dinamitleyecek kadar tehlikeli.

Bazıları bunu anlıyor ama aşırı soldaki o garip "feminazi"leri filan görünce akılları uçuyor, inadına otoriterlere destek veriyorlar. Başka nedenlerle otoriter sağcılara hak vermek makul olabilir ama böyle bir yalancı denklik (false equivalency) yüzünden değil.

Bakın, yukarda o kadar çok ideolojik bağnazlık, ahlaksızlık ve bildiğin aptallık örneği sayılı ki, tüm bunların sadece 3 haftada olduğuna insan inanamıyor. Bunlarla aşırı-solun aptallığını karşılaştırmak abes. Zira hem aptallığın seviyesi, hem sıklığı, hem de reel etkisi (güç hiyerarşisindeki yerleri, tabanda buldukları karşılık, vb) bakımından arada bin kat fark var. Elmayla armutu değil, portakal ile kobe bifteğini karşılaştırmaktır bu. Ayarımızı ve aklımızı koruyalım.

Nerede O Eski All-Starlar

Nerede O Eski All-Starlar

Irkçılık Hakkında 7 Fikir

Irkçılık Hakkında 7 Fikir